“Türk Tiyatrosunda İstanbul” Kitabı Üzerine

Pinterest LinkedIn Tumblr +

Hasip Akgül

İstanbul Büyükşehir Belediyesi Yayınları İstanbul’un kültür tarihi üzerine peş peşe nitelikli kitaplar çıkarıyor. Bunlardan tiyatro tarihi ile ilgili olan “Türk Tiyatrosu’nda İstanbul”u burada tanıtmak yararlı olur düşüncesindeyim.

Tarih yazımının, büyüme, patlama, yayılma gibi isimlendirilen dönemlerde ya da tam tersine daralma, parçalanma, ray değiştirme anlarında arttığı öne sürülebilir.

Tarih yazımı, her iki durumda da yeni durumu geçmişin içinde bulduğu nedenselliklerle bugün içinde açıklamaya çalışır. Tarihin bu yönüyle bugünden düne bakarak yazıldığını söyleyebiliriz.

Olaylar aslında kesintisizce başı ve sonu diye ayıramayacağımız sonsuz bir rutinle akarlar. Ama biz onları anlayabilmek için keser, sınırlar; başı sonu ortası diye süreç isimlendirmeleri içine sokar ve sonunda belli bir anlama ilişkin hale getiririz.

Aslında tarihin anlam bulmak için yaptığı ve uyguladığı bu metodu tiyatronun da olayları uzam, zaman, mekân gibi bir sahne sınırlaması ve yoğunlaşması içinde yaptığını iddia edebiliriz. Sonsuz uzay parçaları gibi akan “insan-insan” ve “insan-toplum” ilişkilerinin bir durum, bir aksiyon ve bir değişim içinde anlatma ve anlama çabası sayabileceğimiz tiyatro bu yanıyla özellikle tarihçilerin en önemli argümanları arasındadır. Bu noktada Antik Yunan’da yazılan ve oynanan oyunlara yaslanan felsefe tarihleri, uygarlık tarihleri, psikoloji tarihleri ve diğer tarih yazımlarını anımsayabiliriz. Bugün kendimizi ve dünya tarihini bu çalışmalara bakarak anlayabiliyoruz.

“Türk Tiyatrosunda İstanbul” kitabının yazımı akademisyen- yazar Bünyamin Aydemir tarafından kurgulanmış ve koordine edilmiş. 20 yazarı ve 22 makalesiyle konuya panoramik bir bakış sunma iddiasını taşıyan bir kitap. Panoramik olsa da 900 sayfalık içerik ve bunu destekleyen görselliğiyle iddialı ve bu iddiayı boşa çıkarmayan bir kapsamlılığı olduğunu söyleyebiliriz.

Beş yüz yıl gibi bir zaman diliminden gelen geleneksel tiyatromuzla başlayan kitapta, Tanzimat döneminde, Batı tiyatrosunda görüp aldığımız çerçeve sahne ve metinli tiyatro ile nasıl yönelim değiştirdiğini; modernizasyonun araçlarından biri olarak tiyatronun bu süreçte Beyoğlu’nu adeta nasıl şekillendirdiğini birebir izliyoruz. Cumhuriyet’le geleneksel göstermeci tiyatromuza tamamen sırt dönmenin sorgulandığına; bu arayışların nasıl sonuçlar doğurduğuna tanık oluyoruz. Tiyatronun araçsallaştırılmasına, bunun zorunlulukları ile tiyatroyu değersizleştiren, ama süreç içinde, kendini yeniden var eden dönemlerine; nihayet sentezci, izleyenlerin kendilerine ve topluma ilişkin sorunlarda etkin birer özneye dönüşmesini sağlayan, geleneksel öğelerden de yararlanan modern tiyatromuzun doğumuna ilişkin yazıları okuyor bu anlatımları bir belgesel yoğunluğuna taşıyan fotoğraflarıyla izliyoruz.

Batı tiyatrosu ya da “konvansiyonel tiyatro” denilen, yani kuralları üzerinde uzlaşılmış, yazarı, yönetmeni, oyuncu ve seyircisinin bir tiyatro eseri karşısında yapması gerekenlerin bir çerçeve sahne ve dördüncü bir duvarın hayali varlığında kabul eden tiyatro ile her şeyin bir oyun olduğunu baştan söyleyen ve boş bir alan çevresindeki izleyicileri de oyunun içinde kabul eden geleneksel göstermeci tiyatromuzun karşıtlığı, savaşı ve bu çatışmadan üreyen zaman zaman başarılı sentezleri kitapta izliyoruz. İşte tarih duygusu dediğimiz şey de bu değişimi hissettiğimiz anlarda oluşuyor. Toplumdaki değişimi tiyatro alanındaki değişimlerle ve onun merceğiyle izlemenin tadına varıyoruz.

Müziğin bir sahne unsuru haline gelmesi, müzikli oyunlarla toplumun duyma bilincinin gelişmesi tarihsel olarak baktığımızda son derece çarpıcı bir konu. Çünkü tiyatro bir görme bilinçliliği olduğu kadar bir dinleme sanatıdır da. Kitapta bu konuda Ayhan Helvacı ve Elif Bağcı’nın çarpıcı makalesi konuyu tarihsel akışı içinde ele almış. Dönemlerin bütün hafızası bazen o zaman yapılan bestelerin içinde saklanır.

Osmanlı İstanbulu’nda geleneksel tiyatro, Mehmet Yücel Mersin ve Erdem Beliğ Zaman’ın yazılarında yetkinlikle ve detay verilerek anlatılıyor. Saraylardaki tiyatro, Levantenler, tiyatro binaları ise Filiz Keskin, Ahmet Feyzi, Elif Bağcı tarafından ayrı birer makale konusu yapılmış.

Cumhuriyet İstanbulu, kurtuluş savaşından çıkmış, ulusal bir devleti kurmak adına dikkatini ve ilgisini Ankara’ya, Anadolu’ya vermiş bir dönem olmasına rağmen tiyatro açısından verimli bir dönemdir. Bunda tiyatronun bir ulus olmayı getiren, birleştirici, aynı duyguda insanları toplayabilen nosyonu kuşkusuz önemli sayılmalıdır. Çünkü şehircilik açısından Cumhuriyet İstanbul’u özellikle ilk on yıl bir hayli geri düşmüştür ama bunu tiyatro için söyleyemeyiz. Çağdaş Türk tiyatrosunun kurucu baba ve annelerinin Cumhuriyet için öne çıkıp rol aldığı bir dönemdir. Nitekim kitapta Cumhuriyet İstanbul’u daha geniş bir yazar kadrosuyla kotarılmış. Hilmi Zafer Şahin, Selen Korad Birkiye, Elif Özhancı, Ebru Gökdağ, Tülay Yıldız Akgül, Erbil Göktaş, Nedim Saban, Şakir Eroğlu, Şenay Tanrıvermiş, Sema Göktaş bölümde makale yazarları olarak çarpıcı yazılarıyla yer alıyorlar.

Kitabın sonunda “Oyunlarda İstanbul ve İstanbulluluk” bölümü Dilek Zerenler ve Yasin Akyüz tarafından; “Yazı ve Yayınlar Odağında Tiyatro” bölümü ise Özlem Abuşoğlu, Necati Bulut ve Bünyamin Aydemir tarafından ayrı makalelerle yazılmış.

Battal bir boy ve cilde sahip olan kitap hemen bir kerede okunabilecek bir oylumda değil. Ama ben bir hafta içinde zevkle okuduğumu söylemeliyim. İsteyen ilgi duyduğu makaleleri okuyabilir ve fotoğraflarını merakla inceleyebilir ve okumayı daha geniş bir zamana yayabilir.

Kitabı bitirdikten sonra tiyatro perdesi ile açıp kapanan göz perdemiz arasında bir ilişki olduğunu düşündüm. Göz kapağımız bir perde gibi aralıklarla açılıp kapanırken sahnedeki değişiklikleri saptar ve sürekliliği takip etmeyi sağlar. Değişiklik ve süreklilik bu perdenin açılıp kapanmasında dokunan bir gerçekliktir. Bir sonraki sahnede küçük farklılıklar oluşmuş olur ama ana unsurların devam edişi bir değişmezlik hissine de neden olur. Bir süre sonra figürlerin değiştiği, ana unsur dediğimiz şeylerin de başkalaştığı, desenlerin fonların yeni figürlere olanak sağladığını fark ederiz. Günlük hayatta mütemadiyen gerçekleşen bu bakma süreçleri fark edildiğinde “görme” ve “farkındalık” dediğimiz bilinçliliklere dönüşürler.

Tiyatro perdesinin, toplumun gözündeki perde gibi olduğunu iddia eden benzetmemi abartılı bulacaklara hemen iyi bir oyuna gitmelerini ya da “Türk Tiyatrosunda İstanbul” kitabını okumalarını öneriyorum. Tiyatro kadar görme süreçlerinizde hızlı bir etki yaratacaktır diyemiyorum ama sonuçta tiyatroya hizmet etmek de tiyatro yapmak kadar ulvi bir eylem ve bu kitap bakışımızda bir bilinçlilik yaratıyor.

Paylaş.

Yazarın bütün yazıları için: Hasip Akgül

Yanıtla