Hangi Tarafı Tutarsanız Tutun, Yanlış Taraftasınız: Sınırlar

Pinterest LinkedIn Tumblr +

Ayça Turan

Amerikalı yazar David Mamet’in, yazıldığı dönemde çok ses getirmiş olan oyunu Oleanna, eleştirmenlere göre eğitim sistemi, cinsel taciz ve siyasi doğruculuk gibi konuları geniş bir çerçevede tartışan bir metin olarak değerlendirilmiş. Ancak Oleanna’yı sinema perdesine de taşımış olan Mamet, tüm bu düşüncelere karşı çıkmış ve oyunun daha çok güç üzerine bir tragedya olduğunu savunmuştur. Oleanna, ülkemizde Kayhan Berkin’in ‘Sınırlar’ isimli uyarlaması olarak, Versus Tiyatro & 484 Urban Garden’ın ortak yapımcılığında, 27 Aralık 2022’de, Alan Kadıköy’de prömiyerini yaptı. Kenan Ece ve Ecem Uzun’un, Can ve Ecrin karakterlerine hayat verdiği ‘Sınırlar’, seyircinin zihnini oyunu izlerken aktif tutmayı ve oyunda sorgulanan tüm değerleri, yargıları; izlediği sırada içsel olarak tartışmasına olanak sağlıyor. Oyun tek perde ve 90 dakika uzunluğunda.

Sahnede seyirciyi modern bir akademisyen odasına sahip bir dekor karşılıyor. Sahnenin üzerinde kare bir yükselti ile çerçevelenmiş, iki kırmızı, saydam sandalyenin bulunduğu, sandalyelerin ortasında küçük bir sehpa ve onun üzerinde sürahi ve bir bardağım bulunduğu bu odada, sade ve modern bir tasarım göze çarpıyor. Masa üzerinde, birkaç kitap, laptop ve kalemlik bulunuyor. Can’ın odaya uyumlu modern görünümlü kıyafetleri görünümüne önem verdiğinin bir göstergesi olarak yansıyor. Ecrin’in ise daha salaş ve özensiz giyimi; mensup olduğu alt-orta sınıfı yansıtan bir gösterge olarak karşımıza çıkıyor.

Dersinde başarısız olan Ecrin’in, üniversitede profesörlüğe atanmak üzere olan Can’ın odasına gelmesiyle başlıyor oyun. Düzenin içinde sıkışmış, kendine dayatılan sistemi, konuları, kitapları ve hatta Can’ın konuştuklarını ‘anlamak’ isteyen Ecrin, Can’dan yardım istiyor. ‘Anlamak, anlaşılmak’ kelimeleri bu oyunda önem taşıyor. Ecrin, yardım istemek için gittiği bu odadan çıktıktan sonra ise, Can’ın hakkında cinsel taciz şikâyet dilekçesini atama komisyonuna iletiyor. Bu dilekçe ile Can, profesörlüğe yükselişinin tehlikeye gireceğini bildiği için, Ecrin’i uzlaşmak ve konuşmak için odasına tekrar çağırıyor. Yıkımla sonuçlanacak olan bu görüşme; politik doğruculuk, eğitim sistemi, güç, iletişimsizlik gibi kavramları karakterlerin kendi perspektiflerinden ele alarak irdelemesini sağlıyor.

Berkin’in Sınırlar ismi ile uyarladığı oyun, yapısal olarak üç bölümden oluşuyor. Ecrin, Can’ın odasına yardım istemek, ders notunu öğrenmek ve konuşmak için geliyor. Can ile konuşmak için uzun bir telefon görüşmesinin bitmesini bekliyor. Buradaki uzun telefon görüşmesi ve bekleyiş, ileride tartışılacak olan güç sembolünü seyirciye hissettirmek için bir adım atıyor. Başlangıçta karakterlerin konumuna ve durumuna bakıldığında Can karşımıza; evli, bir çocuğu olan, profesörlüğe atanmayı bekleyen ve bu yükseliş sayesinde de ekonomisinin iyileştirilmesi ile ev alma hayali kuran bir akademisyen olarak karşımıza çıkıyor. Kendinden emin, gücünün ve kendinin farkında olan bu akademisyen karşısında, tam da onun zıttını barındıran Ecrin ise; kendi hakkında şüpheye düşen, kendine karşı güvensiz, ne yapacağını bilmeyen, alt-orta sınıfa mensup ama buna rağmen bir şeyleri ‘anlamak’ isteyen bir öğrenci olarak seyirciye kendini gösteriyor. İki zıt kutup ile başlayan bu sahnede karakterlerin birbiri ile çatışmasına tanıklık ediyoruz.

Ecrin, içerisinde sıkıştığı sisteme karşı cevaplar aramaktadır aslında. Ama ne cevapları dinler ne de konuşmaları. Atmosferde bir iletişimsizlik hakimdir. Bunun sebeplerinden biri, karakterlerin farklı sınıfları temsil etmeleri, bu yüzden de birbirinin dilinden anlamamalarıdır. Bunun bir göstergesi olarak birçok kez Can’ın akademik terimler kullandığını, Ecrin’in ise bunu anlayamadığını görürüz. Öğrenci ve öğretmen arasında kurulan bu ilişkinin diyalogları bir iktidar ve güç sembolünün, hangi taraftan nasıl anlaşıldığını ve irdelendiğini seyirciye gösterir. Can’ın, Ecrin’in anlayamadığı; terimleri kullanmasının bir diğer okunabilir tarafı ise kendisindeki gücün farkında olması ve Ecrin’e de bunu hissettirmesidir. Ecrin sürekli söylenenleri ve konuşulanları not alır. Öğrencinin not alması, bunu ‘öğrenmesi’ değil ‘ezberlemesi’ öğretilmiştir ona. Buna karşın Can, geleneksel olan bu eğitim sistemine bir karşı duruş sergiler. Ecrin’in zihnini açmaya, fikirlerini öğrenmeye ve yargılarını kırmaya zorlar. Can’ın söyledikleri, düşünceleri; bu yaşa kadar düzeni ve sistemi benimsemiş olan Ecrin için adeta bir yıkım oluşturur.

Hepimiz bir sistemin ve düzenin ayrı parçalarıyız. Hiç düşündük mü? Alıştığımız fikirler, yargılar bir anda değişseydi ne olurdu? Zihnimizde olup bitenler, yaşadığımız onca senede öğrendiklerimiz. Bu yargılar biri tarafından sadece kırılmaya çalışılsaydı bile nasıl bir yıkım yaşardık? Ecrin’in oyunda seyirciye hissettirdiği konum tam da burası aslında. O, ona öğretilmiş ve alıştırılmış sistemin içerisinde kaybolmuşken, tam da bu karışıklığın sebebinin sistemin bir sonucu olduğunun farkında olamaması. Bunun için onu suçlayabilir miyiz?

Can’ın Ecrin’de yarattığı bir diğer yıkım ise onunla yaşadığı iletişimsizliği çözme yöntemi. Aradaki ‘sınırları’ kaldırmak istemesi. Akademik dili, etiği terk ederek; Ecrin’e bir akademisyen gibi değil kendi kimliği ile Can olarak, birey olarak yaklaşması. Can tam da bu nokta da geri dönülmez bir hatanın ilk adımını atar aslında. Ecrin’e; sistem, okul, eğitim, kurul hakkında kişisel düşüncelerini açar. Öğretmen ve öğrenci ilişkisini bozan bu yaklaşımı onu bir yıkıma götürecektir. Oyunda seyirciye verilen bir merak unsuru ise Ecrin’in ağlayarak kendisi ile ilgili bir sırdan bahsetmesi ve açıklanmaması. Bu sır açıklanmayarak seyircinin hayal gücüne ve yorumuna bırakılır. Can’ı değerlendirecek kurulun, onun profesör olup olamayacağını belirleyecek olması hoşuna gitmemektedir. Can’a göre bu liyakatsizliktir. O, kuruldakileri ‘arabasını bile yıkatmayacağı adamlar’ olarak tanımlar. Oyunun genelinde Can’ın kendini açıklayışı, yansıttığı fikirler ve sistemin dışına çıkmak, özgür olmak isteyişi de onun sıkışmışlığının bir göstergesi olarak yansır. Can’ın davranışsal hatalarının aksine, sistem hakkında yansıttığı düşünceler, seyircinin tam da Can’ı konumlandırmakta çıkmaza girdiği anlardan biridir. Yansıttığı fikirler ve istediği özgürlük anlaşılabilir bir noktadayken, bunu yansıtma biçimi ile seyircinin düşüncelerini ikilemine sürükler.

Oyunun çıkmaza girdiği an ise Can’ın, Ecrin’e her şeye baştan başlamayı teklif ettiği andır. Can’ı sık sık ziyarete gelirse notunu A olarak yükselteceğini, sınavı baştan yazmasına izin vereceğini açıklar. Akademik kuralları hiçe sayan bu davranışı, Ecrin’in cinsel taciz iddiasının ana sebeplerinden olacaktır. Can’ın odada sadece ikisinin olduğunu belirtmesi, Ecrin’e seni sevdim gibi cümleleri tekrarlaması, Ecrin’i savunmasız ve güvensiz hissettirecektir.

Oyuncuların sahnedeki fiziksel konumu, içsel konumlarına ve atmosferin gerginliğine göre değişim gösterir. İlk bölümdeki kendinden emin olmayan ve Can’a görece güçsüz bir konum çizen Ecrin; Can’ın masasının karşısında, dik oturmayan, daha küçük ve kendinden emin olmayan jest ve mimiklerle çizer karakteri. Fakat ikinci bölüme geçildiğinde gücü elinde hisseden Ecrin, Can’ın karşısında dik ve kendinden emin bir şekilde, bacak bacak üstüne atarak, rahat bir konumda oturur. İlk bölümde sürekli sözünü kestiği Can’ı bu kez sözünü kesmeden bir süre dinler. Karakterlerdeki bu değişim oyundaki tansiyonun artması ve gücün el değiştirmesi ile kendini göstermeye başlar. Ecrin ona inanacak olan kurulla, grubuyla ve artık tek başına değil, bir topluluğun içinde barınmanın gücü, güveni ile hareket edecektir. Can’ın yeni evi, profesörlüğü ve belki de evliliği tüm bu olaylardan kaynaklı olarak tehlikeye girmiştir. Ecrin ilk bölümde aldığı tüm notları ikinci bölümde Can’a karşı kullanır. Ecrin’e göre Can ilk bölümde ‘cinsiyetçi’, ‘pornografik’, ’elitist’ ifadeler kullanmıştır. Can’a karşı öfkesini sözcüklere dökerken ana konuma Can’ın gücünü ve kibrini koyar. Ona göre yüksek eğitimi eleştiren bir akademisyenin yükselmeyi ve terfi etmeyi istemesi bir ‘ikiyüzlülüktür’.

Oyunun son bölümüne gelindiğinde, karakterlerin konumları, duyguları, motivasyonları tamamen değişmiş olarak karşımıza çıkar. Gücün artık kimin elinde olduğunu Berkin, buradaki rejisiyle, seyirciye görsel olarak da hissettirmeyi başarmış. Sahneye arkası dönük bir şekilde oturan Can, tam da Ecrin’in ilk bölümdeki kendine güvensiz halini yansıtır. Ve bu sefer kendi masasında değil, sandalyededir. Modern kıyafetlerinin yerini, salaş ve özensiz kıyafetler almıştır. Ecrin ise ayakta, onu azarlayan, üstten bakan konuşmalar yaparak seyirciye kendini gösterir. Kurulun onayı ile iddiaları artık bir gerçeklik kazanmış olan Ecrin, birçok kez Can’ın boş olan masa tarafına geçerek, Can’ı azarlamayı sürdürür. Başlangıçtaki kendinden şüphe duyan Ecrin, artık rollerin değiştiğinin farkındadır.

Orijinal metne sadık kalmış olan Berkin, oyunun sonunda seyirciye güncel bir göz kırpma ile değişiklik yapar. Can telefonda, Twitter’da ifşalandığı haberini alır. Twitter ifşası ile değiştirilen bu kısım orijinal metinde, karaktere ceza davası açıldığı haberi verilerek son bulur. İfşa edildiğini duyan Can artık deliye döner ve Ecrin’e saldırarak onu dövmeye başlar. Ecrin’e hakaretler yağdırır. Oyun bu yıkım ile son bulur.

Mamet’in 1992’de yazdığı Oleanna’nın hala günümüzde uyarlanabilir ve güncelliğini koruyor oluşu, içinde barındırdığı tartışmaların günümüzde bir anlam ifade etmesi nedeniyledir. Yüzeyinde, bir öğrencinin notunu ve başarısızlığının nedenini öğrenmek istemesini barındıran fakat alt metninde bu olay bağlamında birçok tartışmaya sebep olan Sınırlar hala güncel ve tartışılabilir kavramları ele almaktadır. Orijinal metni 15 sene önce okuduğunu ve hiçbir şey anlamayıp, ne biçim bir oyun diye düşündüğünü söyleyen Kenan Ece; Kayhan Berkin’in ona oyunu gönderdiğinde ve tekrar okuduğunda, heyecanlandığını dile getiriyor oyunla ilgili röportajında. Belki de bunun sebebi, Sınırlar’ın tartıştığı kavramların, günümüzde daha da derinden hissedildiği bir dönemde yaşamamız ve artık oyunu izleyen seyircinin, bunu içselleştirmesine sebep olduğu kavramları barındırdığı için -ne yazık ki- daha anlamlı bir hale gelmiş olmasıdır. Orijinal metne sadık kalmış olan Berkin, ülkemize ait bazı ufak detaylara oyunda rejisel ve sözsel olarak yer vermiş. Bunlardan birisi, Ecrin’in Starbucks’ta part-time çalışan bir öğrenci olduğunu, bu nedenle zor bir hayat yaşadığını dile getirirken Can’ın ise Starbucks’tan aldığı kahveyi yudumlamasıdır. Burada yapılan zekice rejisel ekleme, Can ve Ecrin arasındaki hiyerarşiyi net olarak gözler önüne seren bir simgedir. Ecrin’in derslere ne kadar çalıştığını anlatırken; Hocasının Youtube kanalına abone olduğunu, Twitter’dan onu takip ettiğini söylemesi ve bunlar üzerinden de bilgi edindiğini yansıtması çağımıza karşı ufak göndermeler içerir.

Ecrin, ona alıştırılmış olan ve ezberlediği düşünce kalıpları ile hareket ettirdiğini diyaloglarıyla seyirciye yer yer hissettirir. Çoğu yerde kendi düşüncesini söylemek yerine ‘olmalıymış, yapmalıymışım’ gibi ifadeler kullanır. Konuşma tarzındaki bu güvensizlik, beden diline de yansır. Çünkü ifade ettiği düşüncelerin çoğu kısmı kendine ait olmayan, onu düşünmeye itmeyen diyaloglardan ibarettir. Düşünceler kendinin değil başkalarının düşüncesidir. Başkalarının, toplumun, sistemin kalıpları ile hareket etmesi, davranışlarına da güçsüz ve kendine güvensiz jestler olarak yansır. Burada toplumu yansıtma bakımında güncel bir ayna tutma da söz konusudur. Çağ gereği insanlar artık ne kadar bireyselleşmiş olsa da teknoloji ve sosyalleşmenin getirdikleri ile çok fazla dış düşünceye maruz kalmaktadır. Ve bu sebeple bazen kendi düşüncelerini diğerlerinden ayırt edemeyecek noktaya bile gelir.

Oyunun yazarı Mamet’e göre; karakterlerin diğer karakterler hakkında neler söylediği, ne düşündüğü, karakterin kendisi hakkında ne dediği, kendisini nasıl tanımladığı ve karakterlerin konuşma biçimleri onları anlamakta önemli bir özellik taşır. Oyun buna dikkat edilerek izlendiğinde seyircinin daha derin bir anlama ulaşmasını sağlıyor. Oyun boyunca iki tarafta birbirlerini farklı noktalar üzerinden etiketler. Karakterlerin üzerinde çatıştığı güç sembolü, bir diğerinin üzerinde güç kuran konuma geçme isteğini de içinde barındırır. Oyun boyunca dengelerin değişmesinde, üstünlük kurma gücünün bir diğerine geçiyor oluşu büyük rol oynar. Bu üstünlüğü kazanan taraf her seferinde diğerinin üzerine gitme ve onu kışkırtma hakkını elde etmektedir. Can geçmişinden bahsederken, sadece öğretmenlerden değil patronlardan da nefret ettiğini söyler. O, sistemden değil, onun üzerinde güç sahibi olan herkesten nefret eder. Oyun sonunda Can’ın saldırganlığının ve vahşiliğinin ortaya çıkışı, oyun boyunca yansıttığı kimliğinin bir maske oluşunu ve bu maskenin arkasına gizlendiğini seyirciye hissettirir.

Dilsel ögeler üzerine kurulan ve sakin bir atmosfere sahip olan Sınırlar, yer yer karakterlerin çatışmalarının yükselmesi ile tansiyonu yukarı taşıyor. Oyun durağan geçmeye meyilli ilerlese de oyuncular; sesleri, konuşmaları ve oyunculukları ile tempoyu ayakta tutmayı başarıyor. Günümüzde tartışılan ve düşünülen birçok sorunu sahnede duyuyor olmak, sorunların çabucak normalleştiği ve alışıldığı bu dönemde, sahnedekiler birer karakter de olsa, birilerinin bir düşünceyi savunarak tepki veriyor oluşu, izleyicinin de zihnini aktif bir konuma sürüklüyor ve aynı zamanda seyirciye güzel bir katharsis yaşatıyor. Kenan Ece’nin oyunculuğunu sahnede izlemek ise bir başka keyifti. Sınırlar’ın bol alkışlı bir sezon geçirmesi dileğimle.

Paylaş.

Yazarın bütün yazıları için: Ayça Turan

Yanıtla