Yan Rolden Başrole, Femme Fatale Bir Hikaye

Pinterest LinkedIn Tumblr +

Pınar Erol

Tiyatronun can evindeyiz. Kuliste yani. Canan, akşam oynayacağı oyun için vakitlice gelmiş, bize içini döküyor. Kankalık müessesesi, alma-verme dengesi, kendinden vazgeçiş, rolü alma macerası, kadına biçilen rol, sektörün dayatmaları, hileleri, karanlık tarafı, babasıyla ilişkisi, aile halleri derken bizi koluna takıp konu konu gezdiriyor. Bir de öyle matrak, öyle komik ki anında kanınız kaynıyor.

Sahneden salona, salondan sahneye bir kan dolaşımı başlatıyoruz. Artık kahkahalarımız da, iç çekişlerimiz de, gönül çöküntülerimiz de birlikte ilerliyor. Onu dinlerken, kırıldığını belli etmeyen kim bilir kaç kişiyi üzdük diye kendimi yokluyorum. “Yeter be” demesini yüreğim ağzımda bekliyorum. Demezse bilmeyeceğiz çünkü. Diyor! Kendini kazanan Canan’ı şimdi daha da seviyorum.

“Oyunumuzun başlamasına beş dakika var” anonsundan sonra kulisten sahneye geçen, sahnede selama duran Canan mı, onu canlandıran Merve mi bilmiyorum. Bir oyuncu, başka bir oyuncuyu canlandırırken kendi yaşantısı olmayan bir rolün gerekliliğini mi yerine getiriyor sadece; önemsemiyorum. Ben o yansıma anında, kendini hep başkalarının hikâyelerinin yan rolünde bulan birinin kendi hayatının başrolü olmasını kutluyorum. Her iki oyuncunun da ayakları üzerinde durmasının ve kendiyle biraz daha barışmasının keyfini çıkarıyorum.

Bir an önce Tiyatro Mitos’un sahnelenen ikinci oyunu “Yan Rol”ün akılcı saptamalarını dinlemek için kurucusu ve oyunun yönetmeni Şenol Önder, kurucusu ve oyunun dramaturgu Arzu Önder ve “Yan Rol”ün başrolü Merve Polat ile konuşmak, sektör hakkında dertleşmek istiyorum. Merkezine oyuncuyu koyan bu yüzleşme-barışma hikâyesine sizi de davet ediyorum.  

15 Aralık’ta Moda Sanat’ta prömiyer yapan “Yan Rol” ile yeni bir oyunumuz ve çiçeği burnunda bir tiyatromuz daha oldu.

Merve Polat: Oyunun küçük sahneye daha uygun olduğunu düşünsek de açılışı biraz büyük yapmak istedik. Ben hocalarımdan genel prova talep etmedim. Oyunun başında bir açılış sekansı var ve seyirciyle paslaşmadan orası benim için bir şey ifade etmiyor. Çünkü oyunu aldığım yer orası. O yüzden başıma ne gelecekse o ilk oyunda, seyirciyle birlikte gelsin istedim. Dolayısıyla aslında Moda Sahne’sindeki ilk oyun biraz genel prova gibi oldu.

Her iki oyunun da (“Dublörün Hikâyesi” ve “Yan Rol”) tek kişilik olması ve esas kadın ve esas adamdan ya sonra gelmesi ya da yerine geçmesi, hep ikinci plandaki kişilerin hikâyesi olması, yine oyuncu rolündeki her iki oyuncunun da konservatuar mezunu olması ve ikisinin de çarpıcı “audition” sahnelerinin olması denk mi geldi?

Arzu Önder: Aslında ilk oyunumuz “Aynur Hanım’ın Bebeği” idi. Oyunu çalıştık, çıkarttık ama pandemi olunca askıya aldık. Hatta benim Merve ile tanışmam da o oyun sayesinde oldu. Merve ile Şenol, önceden Kadir Has Üniversitesi Film ve Drama Bölümü Yönetmenlik ve İleri Oyunculuk Yüksek Lisansı Bölümü’nden tanışıyordu. Pandemi sebebiyle oyun kalkınca, Kemal Uçar’ın yazıp oynadığı “Dublörün Hikayesi” de İKSV Tiyatro Festivali tarafından seçilince Kemal “hadi Tiyatro Mitos’un ilk oyunu bu olsun” dedi. “Yan Rol”e gelince, Merve de bir oyun arayışı içindeydi ve bize bu oyunla geldiğinde çok istekliydi. Yani biz her iki oyun birbirine çok uyar diye seçmedik ama enteresan biçimde denk geldi.

El ilanınızın bile bir yüzünde “Dublörün Hikâyesi” diğer yüzünde “Yan Rol” var. Bir anlamda birbirlerinin simetrisi gibiler.

Arzu Önder: Her iki oyununun da tek kişi ile yapılması Tiyatro Mitos açısından da iyi oldu. Tiyatrolar ve sahnelerle yeni yeni tanışıyoruz. Ekibimizin küçük, tanıdığımız ve sevdiğimiz insanlardan oluşması başlangıç için işleri biraz daha kolaylaştırdı.

Tiyatro Mitos’un kuruluş serüveninden, yaşadıklarından da bahsedelim mi? Bu çileli dünyaya niye gelmek istedi?

Şenol Önder: Ben profesyonel hayata 2002-2003 sezonunda Ankara Sanat Tiyatrosu ile başladım. 2009 senesinde İstanbul’a taşındığım günden itibaren de tek hayalim tiyatro yapmaktı. Arzu’nun yani sevgilimin, karımın da en büyük hayali tiyatroydu. Hacettepe Üniversitesi’nde Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi okurken bir yandan da yoğun bir şekilde tiyatro ile ilgilendi. Onun da günün birinde dramaturg olarak bu işin içinde olmak gibi bir hayali vardı. Hayatlarımız gibi hayallerimiz de birleşti ve ortaya Tiyatro Mitos çıktı. Bizim bu hayalimize destek olanlarla, yoldaş olanlarla beraber bir yola çıktık. Kolay olmayacağını biliyorduk ama yalnız kalmayacağımızı da biliyorduk. Biz olursak güçlü oluruz. Tıpkı sizin bizim yanımızda olmanız gibi. Bu çileli dünyaya biz de gelmek istedik çünkü söylemek istediğimiz çok şey var. Kendi çapında küçük ama hayalleri büyük bir tiyatroyuz.

2018’de Başak Kara’nın canlandırdığı versiyonu sanırım ekipten sadece siz izlemişsiniz. O an o kıvılcım çaktı mı, bunu ben oynamalıyım dediniz mi?

Merve Polat: Ben o dönem İnfiniti Sahne’nin genel sanatını yapıyordum. 8 Mart yaklaşırken burada kadın stand-up’çıları görmek istiyorum dedim. Aslında o yolculuk öyle başladı. Sonra biz Shenema isimli bir kısa film destekleme platformunun tiyatro yan kolu olarak devam ettik. Onlar bize destekte bulundular ve bu iş birden bir festivale dönüştü. Ben de çevreme “Girlz Night Out” için kadın tiyatrocuları, oyun yazarlarını ve onları anlatan hikâyeleri aradığımdan bahsettim. Başak da benim Kadir Has’tan arkadaşımdı. Onlar lisanstayken ben yüksek lisanstaydım. Ortak bir arkadaşımız bana Başak’ın bu oyununu önerdi. Başak’la iletişime geçtik ve oyunu festivale dâhil ettik. “Yan Rol”ü izler izlemez bayıldım ve keşke bu oyunu oynayabilseydim dedim. Yani ilk hissettiğim şey oydu. O kadar güzel, o kadar temiz oynuyordu ki! Çok samimi, çok temiz bir kanaldan anlatıyordu hikâyesini. Araya hem pandemi girdi hem de ailemde sıkıntılı hastalık süreçleri oldu. Bir de devam eden dizim vardı. Tiyatro Mitos’tan da hadi şunu yapalım, hem sana da iyi gelir, ister misin gibi teklifler alıyordum. Ben bir işin içine girdiğim zaman, her şeyimle girmek istiyorum. Kafam dağınıkken böyle bir şey yapamazdım. “Bana bu sene izin verin ama seneye yapalım” dedim. Sonra metin arayışına girdik. İçimize sinen bir metin bulamayınca ben bir şeyler yazmaya niyetlendim. Şimdi menajerim de olan yazar arkadaşımla birlikte bir iki gün bir şeyler yazdık. Sanırım dördüncü gündü, birden uyandım ve ben bu oyunu izledim zaten dedim. Ve gözümün önüne “Yan Rol” geldi. Hemen Başak’a bu sene oyunu yeniden oynayıp oynamayacağını sordum. Oynamayacağını söyledi ve bizi Deniz (Madanoğlu) ile iletişime geçirmeyi önerdi. Oyuna ulaşabilmemiz bir buçuk-iki ayımızı aldı. Öncesinde sesli kaydını Tiyatro Mitos’a dinletmiştim ama doğal olarak izlemeyip sadece sesten dinleyince benim kadar heyecanlanmadılar. Ben çok heyecanlıydım çünkü derdime çok yakın bir derdi vardı. Yani anlatmak istediğim derde; şahsi olarak Merve’nin derdinden bahsetmiyorum. Baktım olmuyor ekibimizin de izniyle hiç profesyonel olmayan bir şey yaptım ve Deniz Madanoğlu’nu aradım. Ekibimizi yanlış bir yere çekmeden, tatlı bir dille çok zor bir süreç atlattığımı, yakın zamanda babamla ilgili şöyle bir şey yaşadığımı, oyuncu olarak böyle bir yerde durduğumu, oyunu izlediğimden beri de nasıl içimde taşıdığımı anlattım. “İzin ver ben bu derdi anlatayım” dedim. “Bana bir-iki gün müsaade et” dedi. Sonrasında bizim dizideki Tuğrul Tülek ile karşılaşmışlar. Ben ona Tuğrul’dan da yardım alacağımdan bahsetmiştim zaten. Tuğrul’a, “Merve oyunu istiyor, ne yapalım” diye sorunca Tuğrul da, “Merve iyi oynar, ver sen bu oyunu” demiş. Bunun üzerine Deniz beni aradı. “Oyun sizindir, hayırlı olsun” dedi. Önce zafer kazanmış gibi hissettim ama sonra bir gerginlik başladı. Şimdi ben bu oyuna bu kadar güveniyorum ama ya bu insanları mahcup edersem. Yönetmenimi (Şenol Önder), dramaturgumu (Arzu Önder), Tuğrul’u da işin içine kattım… Deniz’i de mahcup edemem çünkü ona da büyük bir söz verdim. Yani kendim çok arka bir yerdeydim oyuncu olarak. Onu bir şekilde kotarırım diyordum. İlk oyuna kadar da sürdü bu korkum. Ama CKM’deki ikinci oyundan sonra dedim ki Merve tamam, gerçekten de güzel bir dert anlatıyorsun, keyfini çıkar.

Peki, süreçte Deniz Madanoğlu yazar olarak bulunabildi mi?

 

Arzu Önder: Çok istedi ama yoğun bir şekilde projeler yazmaya devam ettiği için ne yazık ki olamadı. En kısa zamanda oyun sonrası buluşmamızı yapacağız.

Merve Polat: O da ilk defa prömiyerde herkesle birlikte izledi. Hâlâ da oturup konuşamadık yoğunluktan ama o anda güzel şeyler duyduk tabii ki.

Metinde güncelleme olmuş sanırım. “Pandemi oldu, tiyatrolar kapandı, aç kaldık. Karnımı doyurmaya anneme gittim” gibi tiyatronun içinde bulunduğu ahval ve şerait de verilmiş.

Arzu Önder: Doğaçlama eklenen kısımlar oldu. Güncel kira, fatura zamları da eklenerek metin biraz daha günümüze yaklaştırıldı.

Peki Kanal D denk mi geldi?

Merve Polat: Metinde vardı gerçekten. Bu arada ben metni hatırlamıyormuşum; daha çok hissi hatırlıyormuşum. Tekrar okuyunca bu kadar benzerlik olamaz dedim. Hatta karakterin bana fazlaca benzemesinden çekindik ve benden uzaklaştırmaya çalıştık. Metinde cast olarak bana uymayan yerlere dokunduk biraz. Bade ve Canan bir tık daha birbirine benzeyen iki karakterdi. Biz onları biraz daha birbirinden ayrıksı iki karakter yaparak oranın komedisini çıkarmaya çalıştık.

Bu ilk tek kişilik oyununuz.

Merve Polat: Biraz önce bahsettiğim “Girlz Night Out”un başındaki stand-up’ı ben açıyordum. Yani sunuculuktan dolayı mikrofona ve tek olmaya alışığım aslında. Sahnede olmam sebebiyle doğaçlamaya da yatkınım. Aslında oraya güvendim ama yine de her provada, ben niye tek kişilik oyun yapıyorum; beni niye durdurmadınız; bunu kendime nasıl yapabildim dediğim anlar çok oldu. Bunun yanında tek olmanın getirdiği avantajları da yaşadım. Setim olduğunda provayı iptal edip ertesi güne koyduk örneğin. Gece gündüz fark etmeksizin, ne zaman müsaitsek o zaman bir araya geldik. O küçük grup olma rahatlığını yaşadık. Bir de oyunculuğa başladığımdan beri hep “ensemble” oyunların içindeyim. Hep kalabalık ekiplerle çalıştım. Son oyunum “Hunililer” on iki kişilikti mesela. Bu tek kişilik oyun, benim de kendime attığım bir gol oldu. Hiç tek kişilik oyun arayışım olmamasına rağmen denk geldi ama güzel de bir denk gelme oldu. Benim için de iyi bir sınav. Kendimi sınavda gibi hissediyorum, hiç öyle şovumu yapıyorum gibi hissetmiyorum. Aksine çok tedirgin olduğum bir yerdeyim ama galiba altından da kalkabiliyorum.

Birazdan oyuna çıkacak bir oyuncunun kulisindeyiz. Henüz kimse yok. Kulisteki oyun afişleri manidar. Bade ile sınav için çalıştıkları “Arzu Tramvayı”, Tiyatro Mitos’un çalışıp da, biletlerini satıp da oynayamadığı “Aynur Hanım’ın Bebeği”, “Godot’u Beklerken”, Morgan Freeman’ın “Tanrı”sı, Müziğini dinlediğimiz “Lüküs Hayat”… Bunları dekor olarak görürken Tiyatro Mitos hakkında da bir fikrimiz oluşuyor mu? 

Şenol Önder: Öncemiz, şimdimiz ve sonramız. Aslında geldiğimiz yeri unutmadan gideceğimiz yere ışık tutuyoruz.

Kuliste olduğumuzu unutarak karşımızdaki oyuncunun hikâyesini dinlemeye koyuluyoruz. Saptamaların ne kadar kafa açıcı olduğunu görüyoruz. Belki bu yüzden o kadar gülüyoruz.

Şenol Önder: Bu yazarımız Deniz Madanoğlu’nun başarısı. Biz aracıyız.

Oyunun başında seyirciyle tatlı tatlı flörtleşmeniz, hatta Huysuz Virjin tadında sataşmanız seyirciyi güzel ısıtıyor ve oyuncu olarak anında seyirciyi yanınıza alıyorsunuz.

Merve Polat: Daha dün iyice Huysuz Virjin gibi oldum demiştim. Seyirciyi biraz buna mecbur bırakıyorum. Girer girmez seyirciye bavul taşıttığım için siz bugün benimlesiniz diyorum.

Arzu Önder: Metinde böyle bir şey yok aslında. Bu Şenol’un rejisiyle oldu. Merve’nin seyircinin içinden gelmesi, seyircinin oyuncuyu kabul etmesi için bir seçim. Şenol Merve’ye “sen bunu yaparsın, damdan düşer gibi girersin. O kapı da aralık kalır. Herkes de o aralıktan bu ön hazırlığı” izler dedi.

Şenol Önder: Kulis oyuncunun mahremidir. Canan aslında içini açıyor seyirciye. Tüm çıplaklığıyla son birkaç gününün ve on beş yıllık kırgınlığının hesabını kesiyor. Hem kendine hem çevresine.

Merve Polat: Oyun aslında bize bir mekân vermiyordu. Sadece bir oyuncu veriyordu. Benim izlediğim versiyonda bir koltuğun üzerinde femme fatale bir kadının hikâyesini dinliyorduk. Şenol Hoca’mızın en büyük derdi ben bu hikâyeyi nerede ve kime anlatıyorum sorusuydu. Süreçte farklı fikirler üzerinden geçsek de hepimizin birden sevdiği fikir bu oldu. Bir de oyuncunun her aşamasını göstermek istiyordu. Biz tam anlamıyla en mahrem yerden oyuncuyla seyirciyi karşı karşıya getiriyoruz. Bir oyuncu ne yaşıyorsa, kulisinden öncesine, sektöründen arkadaşlarıyla ilişkisine, babasıyla, ailesiyle, toplumla ilişkilerine varana kadar her şeyi izliyoruz oyun boyunca.

Dilin ve hikâyenin samimiyetine, mekânın samimiyeti de eklenince oyuncuyla ilişkimiz de yakınlaşıyor.

Arzu Önder: Deniz Hanım’ın zaten kendine has bir üslubu var. O samimiyeti baştan diliyle kuruyor.

Merve Polat: Hem arkadaşlarım hem tiyatro çevrem bana, “galiba doğaçlama yapıyor diye başlıyoruz. Sonra metin nerede diye düşünüyoruz. Sonra burası da mı doğaçlama, acaba arada unutuyor mu derken oyun bitiyor. Çok güzel bir hikâye anlatıyorsun ama asla metin olduğuna inanamıyoruz” diyorlar. O dilin samimiyeti ile alakalı bir şey gerçekten. Hocamız da Arzu da hep “bu kanka kızı çok basmamız lazım” dediler. “Bu tatlı, sempatik kızdan seyirciyi yakalayacağız. Bu kız oyuncuymuş, üstelik çok da iyi bir oyuncuymuş. Hakikaten niye ona bunu yapıyorsunuz noktasından özdeşliği yakalayacağız” dediler. Sanırım bütün o mahrem kapılarının açılması da o sıcaklığı yaratıyor seyircide.

Femme fatale olmaya karar veriyor ama ona bu kararı aldıran bir kırılma yaşıyor. Oyunda Canan’ın arkadaşı Bade, onun prömiyerine gelmiyor ama gerçek hayatta dizide kankasını oynadığınız Burcu Biricik ekiple birlikte “Yan Rol”ün prömiyerine geliyor. Bu arada Bade tarif edilirken gözümün önüne Burcu Biricik’in geldiğini de itiraf etmeliyim.

Merve Polat: Hiç böyle düşünmemiştim. Ama işte gerçek arkadaşlıklar diyeceğim… Hakikaten öyle tipler vardır. Hep ailesini düşünür, onları üzmemeye çalışır. Kendisi için bir şeyler yaparken bile onları unutmaz. Arkadaşı ona yanlış bir şey yapsa da aman boş ver der, güler geçer, sineye çeker. Biz bu kızın artık sineye çekemediği bir noktayı görüyoruz. Aslında iyi arkadaşlar ama işte arkadaşlıklarda da küçük kıskançlıklar, anlaşmazlıklar olabiliyor. Muhtemelen aralarındaki ilişkide de beklentisi karşılanmamış ama o görmezden gelmiş. Hayatının her kademesinde yan rol olmayı seçmiş. Orada o duyduğu şeyle çok yaralanıyor. O kaza etkisiyle beraber ayağa kalkıyor zaten. Aslında bu ilk de değil. Daha önce de ailesiyle ilgili, toplumla ilgili, sektörle ilgili, arkadaşıyla ilgili küçük küçük kesiler almış. Ama artık bu yaraya “yeter be kardeşim” dediği anını görüyoruz. Daha femme fatale’liğinin de ikinci gününde. Daha o kelimeyi bile anlayamamış. Ama günün sonunda şunu hissediyoruz: Bu kız artık ben böyle olmak istiyorum. Yanımda olacaklarsa, ben böyleyim diye olsunlar diyor. Ben de hayatımda bu kırılmayı bundan beş sene önce falan yaşamış bir oyuncu olarak ayaklarımın üzerinde durduğum yerde o arkadaşlarım hep benim yanımda oldular. Sette de ben oyunun provasındayken “hadi, ne zaman geliyoruz, afişi bize de gönder, biz de paylaşalım, bir şeye ihtiyacın var mı?” motivasyonuyla karşılandım hep. Benim kendimi konumlandırdığım yer sebebiyle, işime ve kendime verdiğim önem sebebiyle karşı taraftan da onu görüyorum. O yüzden Merve’yi izlemeye Burcu geliyor ama oyunda Canan’ı izlemeye Bade maalesef gelmiyor.

Metinde oyunculuk mesleği üzerinden her tür sektör eleştirisi ve dayatması var. Kadınları frambuaz olmaya zorlayan bakış açısını görüyoruz.

Arzu Önder: Neden Deniz Hanım özellikle bunu yazmış diye merak edip bu femme fatale olma durumunu da araştırdık. Belli yaşın üstündeki kadınları genelde mağrur rolünde izliyoruz. Eğer güçlü bir kadınsa onu femme fatale olarak, zarar veren, çok kötücül, iyi yanı olmayan, biraz karton kalan, yalnız ve sinsi olarak izliyoruz. Sanki mağrur anne ve femme fatale arasında hiçbir bağ yokmuş, başka hiçbir renk yokmuş gibi.

Merve Polat: O yüzden de bu eleştiri, bizim oyunu koyduğumuz damar oldu. Kimileri arkadaş hikâyesinden, kimileri baba hikâyesinden etkileniyor ama benim ana damar olarak kullandığım yer hakikaten bu sektörün, bu sistemin, yani tamamıyla bu kapital sistemin kadına dayatması. O yüzden de şurayı önemle vurguluyorum: Bana niye konduramıyorsunuz? Ben niye seksi olamıyorum? Tatlıyım diye mi seksi olamıyorum? Her kadının içinde o flörtöz vardır, anne vardır, kötücül yanlarımız kadar iyicil taraftarımız vardır. Kadın diye de ayırmamak gerekir. Herkesin içinde bu renkler var. Niye bunu illa ki sarı saçlı, renkli gözlü, kaşları hafif yukarı kalkan bir cast’tan seçelim? Hayatımızdaki kötüleri bir düşünsenize, hiç beklemediğiniz insanlardan çıkmıyor mu? Bunu nasıl yapabildi diye şoke olmuyor muyuz? Yani biraz daha gerçeğe yaklaşalım. Bu sektör yaklaşsın. Oyuncu olarak en büyük derdim bu olduğu için ben de Canan’ın yaşadıklarının kat be katını yaşamıştım. Yani dert burada yan rol olması değil. Hem her şeyi bu kadar karton yapıyorsunuz hem de bunun içinde bu kızı yana koyuyorsunuz. Onun derdi başrol olmak falan değil ki. Zaten aldığı rol de başrol değil.

Yan roldeki kızı oynuyorsunuz, sahne sizin, orada tek başınasınız. Rol çalacak da kimse yok ama biz yine de önce Bade’nin ismini öğreniyoruz. Sizin isminizin Canan olduğu hayal meyal aklımda mesela. Oksimoron bir durum.

Merve Polat: Bu yazarın yaptığı bir şey. Bizim bile oyunu okurken bu kızın adı neydi dediğimiz anlar oldu.

Arzu Önder: Oyunda sık sık duyduğumuz “karanlık tarafa geliyorum, karanlık tarafı anlatacağım” cümleleri aslında bencil olman gerektiğini anlatıyor. Canan henüz ikinci gününde olduğu için o bencilliği bilmiyor. Rejinin ve yazarın o karakterin ismini az geçirmesi maksatlı tabii.

Erkeğe takma ad vermenin bir anlamı var mı?

Merve Polat: Ben bunu onun adını bile söylemek istemiyorum olarak anlıyorum. Adını burada geçirmeyeceğim ama siz onun kim olduğunu anladınız. Çünkü benim arkadaşım Bade Tanyol meşhur birisi diyorum. Bugünkü starlara baktığımızda karşısındaki partnerini bilirsiniz zaten. Bir de bu iki kadının hikâyesi olduğu için vurgu onlarda.

Bir kadın oyuncuya ne zaman anne rolü gelir ve onu metanetle karşılayabilir mi? Kızından genç anneler var sektörde.

Merve Polat: Görüntü ve yaş skalası o kadar değişti ki artık. Bana ne zaman gelirse benim kabulüm. Üstelik ben daha ilk işimde, yirmi üç yaşımdayken dört çocuklu ve hamile bir anneyi oynuyordum. Herkes de inanıyordu. Çünkü o Doğulu bir kadındı ve o kadının çok genç yaşta anne olması mümkündü. Gerçekten hiçbir derdim yok anne oynamakla alakalı. Benim derdim o evin içindeki mağrur anne. Ya bu anne çocukları büyüyene kadar neler yaşadı? Bu adamla ilişkisi ne? Bu evle ilişkisi ne? Çocuklarıyla ilişkisi ne? Ben bunların altı doldurulmadan sadece evin içinde oturan bir anne karakteri çizilmesine karşıyım. Rol kaç yaşında gelirse gelsin, annenin neden böyle olduğunu, neden bu hale geldiğini açıklayamayan hiçbir yönetmenle çalışmayacağım gibi öyle bir metinde de yer almayacağım.

Bir kere anne oynamaya başlayınca kaç yaşında olursan ol, gençliğin elden gidiyor, hep anne oluyorsun sonrasında. Lillian Gish, “sinemaya başladığımda Lional Barrymore büyükbabam rolündeydi. Sonra babamı, daha sonra kocamı oynadı. Eğer yaşasaydı muhtemelen bir sonraki filmde ben onun annesini oynayacaktım” diyor.

Merve Polat: Maalesef bu da bir sektör sorunu. Aynı şekilde komediyle giriyorsan, devamında drama oynayamıyorsun. Allah’tan ben orayı biraz kırdım. Komediyle girmiştim ama daha dramanın içinde yer alıyorum şimdi.

“Audition” kelimesi ne hissettiriyor?

Merve Polat: Oyuncular hiç sevmez ama ben bayılırım “audition” vermeye. Yönetmen ya da cast direktörü, sana bunu iyi bir şekilde anlatıyorsa, sen zaten karşında biri varmış gibi oynuyorsun. Ben hep “audition” vermek isterim çünkü benim için denemek çok önemli bir şey. Ben asla şimdi “audition” mı vereceğim diyen bir oyuncu olmayacağım. “Yan Rol’ün içinde de bir “audition” sahnesi var. “Camdaki Kız”ın yönetmeni Nadim Güç oyunu izlerken şöyle zannetmiş: “Belki yüz kişi vardır yan rol olan. İçlerinden sadece üçünün içinde bir şey vardır; diğerleri yetenek olarak bir tık daha geri plandadır. Ben oyun boyunca, bu kızın da onlardan birisi olduğunu düşündüm ama sen orada bir “audition” oynadın. İlk başta çok güldük. Sonra bizi aldın duvara bir yapıştırdın. Seninle çalışmama rağmen performansına inanamadım” dedi. “Audition”’ın oyuncu üzerinde de yönetmen üzerinde de böyle bir etkisi var. Sen esas kızın cast’ı değilsin diyorlar. Ya bir deneyin. Ne çıkaracağımı nereden biliyorsunuz?

Teşekkür ettikleriniz arasında Dolunay Soysert’in gözleri nemliydi. Alkışlarken sanki kızını izleyen gururlu bir anne gibiydi. Niye o kadar duygulandı?

Merve Polat: Demek o size de geçmiş. Biz Dolunay’la aslında Kadir Has’tan arkadaşız. Film ve Drama yüksek lisans programında beraber eğitim aldık. Onun geldiği gün -ki aslında benim de ilk günümdü- ben asistandım. Kayıt olur olmaz bana “gel buraya otur, asistanlık yap” dediler. Dolunay, “hocam nasıl ders seçeceğiz, nasıl yapacağız” diye sorarken hocamız Çetin Sarıkartal da “Merve asistan, o sana yardım etsin. O da bizim öğrencimiz, senin de sınıf arkadaşın” dedi. Dolunay da bana bakıp, “ben bunu sıksam doğururdum, nasıl yani sınıf arkadaşım” dedi. Ben de ona kaçlı olduğunu sordum. Yaşını söyleyince, “annem senden bir yaş büyük” dedim. Annem de çok genç bir anne. Ondan sonra tabii böyle kahkahalar falan. “E işte boşuna dememişim doğururum diye” dedi. “O zaman ben sana anne diyeyim, sen de bana kızınmışım gibi davran” dedim. O günden sonra da Dolunay’a hep anne dedim. O da gerçekten anne gibi davranır bana, ruhu öyledir. Küçüklüğümü, hamurumu bildiği için de aklıma ne takılsa ona danışırım. Fikrine çok önem verdiğim hem arkadaşım hem dostum hem de hocam gibidir benim. Oyun çıkışında sizin söylediğinizle aynı şeyi söyledi. “Uzun süredir gururdan ağlamamıştım. Ben çok güzel bir kız çocuğu yetiştiriyorum” diyerek beni çok onere etti sağ olsun.

Diğer teşekkürler peki?

Merve Polat: Tuğrul biraz önce bahsettiğim gibi metne ulaşmamda yardımcı oldu. Ayrıca sette aklıma ne gelse hep ona danıştım. Bana çok cesaret verdi. Oyunda küçük bir şarkı var. Feyyaz Şerifoğlu onu nasıl okuyacağımla ilgili yardımcı oldu. Kendisi vokal zaten biliyorsunuz. Ben biraz daha profesyonele yakın okumak istiyordum. O da tonumu nereye çekmem gerektiğini söylüyordu. Ama sonra dedi ki “aslında senin tonunu değil de halini tavrını seviyoruz. Sen kendini öyle bir yere koysana.” Sanırım bu sayede daha samimi bir şey çıkardık. Orada bana hep daha önce taklit yapıyor muydun diye sordular. Levent Çimen’e darbuka için teşekkür ediyoruz. Başlarda hem çalsam hem söylesem mi diye düşünüyorduk. O ritim, hem metinde hem de o şarkıda iç ritmimi bulmamda yardımcı oldu. Mustafa Kemal Öztürk’e müzikler için teşekkür ettik. Kemal Uçar, bana tek kişilik oyunların yarattığı içsel yolculuğu anlattı. “Burasını böyle bas, burasını böyle oyna, burayı kaçırıyorsun, hızlı geçme” diyerek yol gösterdi. Komedi kalemi çok iyi olduğu için de şakanın nerede satacağını çok iyi biliyor. Şöyle bir derinliği var oyunun. Bir cümle güldürürken, diğer cümle hemen yüreğinizi sızlatıyor. O aradaki rezistansı yakalamak nasıl oldu bilmiyorum ama bir şekilde seyirciye böyle geçti.

Arzu Önder: Aslında bu teşekkür ettiğimiz isimler Tiyatro Mitos’un kemik kadrosunu oluşturuyor.

Gelelim o bahsi geçen Yıldız Tilbe şarkısına ve sözlerine “geri dönme istemem ki, ben eski ben değilim ki, hayat öyle bir oyun ki, ne rolü var ne sahnesi”. Bu sizin seçiminiz mi yoksa orijinalinde var mıydı?

Merve Polat: Orijinal metinde çok güzel bir Timur Selçuk şarkısı vardı. Onu oyundan tamamen çıkarmak istemedik ve oyunun girişine koyduk. Bu da Deniz’e jestimizdi. Metnin orasında hep “bu iki arkadaşın şarkısı değil gibi hissediyorum” diyorum hocama. Bana Başak Kara’nın oyunundan bahseden kişi, Marmara Üniversitesi Mizah Kulübü’nden -yani benim ilk oyunculuğa başladığım yerden- arkadaşım. Biz onunla bir dönem her pazartesi pazara gider, balık, patates alır ve evinde kendimize çok güzel sofralar kurardık. Bu fiks ritüelin içerisinde de Yıldız Tilbe’nin “E mi” şarkısı vardı. Hiçbir derdimiz olmamasına rağmen o şarkıyı çok dertli bir şekilde söyleyip patatesleri bıçaklaya bıçaklaya çok eğlenirdik. Ben bu anımdan bahsettim ve bu şarkıyı eklemeyi önerdim. Bir de şarkının bir yerinde “hayat öyle bir oyun ki, ne rolü var ne sahnesi” diyor. Yani konuyla da alakalı. O iki arkadaşı daha samimi bir yerden yaklaştırıyor gibi hissettim. Bir de kankalar seni o moddan çıkartmak için saçmalar, güldürmeye çalışır ya. O yüzden de yaptığım bir seçimdi bu.

Yakın arkadaşlığın sınandığı durumlar var. Destek için gidilen “audition”’da başrolü kapmak… Sana ihtiyacı olduğu bir anda, senin kendin için bir şeyler yapman ya da kalıp ona destek olman gibi ikircikli haller var. Öyle fena bir yerde ki ya dayanamaz da kendinden vazgeçerse, arkadaşlığı seçerse noktasındaki heyecanla kararını bekliyoruz.

Merve Polat: Tam bir kırılma noktası yaşıyor orada ve hakikaten de Bade’den o itirafını duymasa gitmeyecek, yine arkadaşının yanında kalacak. Hani bazen bir işaret beklersiniz ya işte o işareti o anda bırakmıyor. O kırılma anı, zaten bizim karakterimizin dönüşüm noktası oluyor. Yani hikâye anlatma sebebi oluyor aslında. Başından sonuna kadar bu hikâyeyi sırf o an yaşandığı için anlatıyor. Ve bundan sonra böyle yaşayacağım diyor. Dediği gibi olur mu bilmiyoruz ama güzel bir kabuk kırılması yaşıyor. Herkes hayatında böyle anlar, böyle yüzleşmeler yaşamıştır.

İki kız arkadaşın sınavı, yüzleşmesi derken, iş o yürek burkan baba-kız yüzleşmesine de dönüyor.

Merve Polat: Herkesin çok iyi bildiği yerler oralar. Oyunda deniyor ya: “Kız çocuklarının çıkarabileceği sorunlar belli. Kız babalarının kaldırabilecekleri sorunlar da belli”. Hangi kesimden olursa olsun, bu coğrafyanın böyle bir problemi var. Baktığınızda bu aslında babanın yarattığı bir dert de değil. Toplumsal olarak algıların yarattığı, kadınların kadınlara yarattığı, annenin oluşturduğu bir dert. Çünkü dünya erk üzerine dönüyor; erkek üzerine değil. Bu erk de ne kadar pompalarsanız o kadar güçleniyor.

Arzu Önder: Bizim de ana çıkmazımız buydu zaten. Bu erkekleri yetiştiren kadınlar.

Merve Polat: Kızın çıldırdığı an, babasının olanların kendi kızı yerine başka kızın başına gelmesiyle rahatlaması, bu ikiyüzlülüğü.

O kritik sahnede baba, Bade’nin babası rolüyle yanında oluyor. O anda bile Canan babasını başroldekine kaptırıyor. Metnin hoşluğuna bakar mısınız yine bizimkine yan rol düşüyor.

Merve Polat: Zaten Bade ile tatlı bir çekişmeleri ve kıskançlıkları var. Ben de aynıyım, niye görmüyorsun derken bir yüzleşme yaşıyor. Aslında bu yüzleşmeyi babasıyla değil kendisiyle yaşıyor. Orada babası yerine kim olursa olsun, denk geldiği ilk kişiye söyleyebilirdi bunu. Bu bizim kadınlık, birbirimizin yanında olacağız, kardeş olacağız motivasyonumuzdan da kaynaklı. Artık çok şükür bunu söyleyebilme cesaretimiz var. Bu kızın da bir yandan bana babalık yapmıyorsun, bir yandan işi almama sevinmiyorsun, bir yandan da diğer kızın zor durumuna iyi ki kendi kızımın başına gelmedi diye seviniyorsun. Bence asıl büyük kırılması babasıyla yüzleştiği yer. Hayat biraz da affetmelerle ilerlediği için Bade’ye kırgın ama babasını affediyor. Bence ondan sonra büyük bir değişim başlayacak onun hayatında.

Arzu Önder: Oyunun sonunda Bade’yi de affediyor zaten.

Merve Polat: İnsan kızgınlıktan önünü göremiyor bazen ama herkesi neden-sonuç bağlamında görebildiğinizde, kendi yolunuzu da çizebiliyorsunuz. Bence Canan’ın o affediş alanı bütün ilişkilerine sirayet edecek. Ondan sonra işiyle, ailesiyle, toplumla, sektörle ve arkadaşlarıyla kurduğu bağların hepsini yeniden revize edecek. Bu camiayı belki tamamen değiştirmeyecek ama Canan’ın bakışını ve duruşunu değiştirecek. Çünkü karşındaki için kendini konumlandırdığın kadarsın. Bu aile için de geçerli. Babana ben otuz yaşındayım ve yetişkinim dediğin anda öylesin; demediğin anda çocuksun.

Canan mutlu olduğu, başardığı anda otobüste hep gördüğü aksini niye görmüyor peki?

Şenol Önder: Otobüs Canan’ın zihninde mutsuzken, üzgünken, çaresizken bindiği ve bu duygu hallerini paylaştığı bir yer normalde. Otobüstekiler ve aynadaki yansıması yani kız kardeşi de yol arkadaşları. Ama son bindiğinde mutlu; kimseye ihtiyacı yok. Ayrıca zihninde bu durumun karşılığı da yok.

Oyunun başlama anonsları çok güzeldi. İlk anda bir afallatsa da.

Arzu Önder: İstediğimiz şey buydu zaten.

Ve sahneye çıkmaya hazır hale gelen Canan gözümüzün önünde Adanademirspor tişörtlü, bir paçası kıvrılmış eşofmanlı halinden bir afeti devrana, femme fatale’a dönüşüyor. Ama bu dönüşüm birazdan oynamak için sahneye çıkacağı rol kişisi için oluyor. O gördüğümüz de kendisi değil yani.

Arzu Önder: Aslında orada bir çember dönüyormuş ve bir “loop” (döngü) içindeymişiz gibi bir şey kurmak istemişti Şenol. Siz bunu görmüşsünüz. Öyle algılanıyorsa ne mutlu.

Şenol Önder: Yönetmenin en mutlu anı bence bu: Anlaşılmak.

Merve Polat: Bir diğer güzellik de bu kızın zaten tiyatroda femme fatale oynayabildiğini görebilmemiz. Ama sen bunu niye televizyonda yapmıyorsun? Yani derdi kategorize edilmekle ilgili. Birazdan oyuna çıkacak ve kendi hayatında da o ayakları üzerinde duran kadını oynayacak. Benim mesela kendimle ilgili şöyle bir şeyim vardı. Neden oyuncu olmak istiyorsun diye sorulduğunda, “benim oyunculuğum kuvvetli ama Merve’m o kadar kuvvetli değil. Belki de oyun oynamak beni iyileştirir” demiştim ve oyun oynamak beni çok güçlü biri yaptı.

Henüz acemisi, dün bir, bugün iki ama karşımızda yan rolün başrolü var.

Merve Polat: Tiyatrodaki ilk başrolümü “Yan Rol” ile oynamak da çok acayip. İronik ama güzel.

Bizi kulisinize aldığınız ve femme fatalli’liğe giden yolu gösterdiğiniz için çok teşekkürler.

Paylaş.

Yazarın bütün yazıları için: Pınar Erol

Yanıtla