Su Başbuğu: “Erişilebilirlik Gündeme Ne Kadar Çok Gelirse Talep de O Kadar Artacak”

Pinterest LinkedIn Tumblr +

Mimesis Söyleşi / British Council Türkiye, ‘Herkes için Sanat’ mottosuyla 2-4 Şubat tarihlerinde erişilebilir sanat festivali Unlimited Forum’u düzenliyor. Festival, engelli sanatçıların eserlerini sergilemeye ve Birleşik Krallık, Türkiye ve yakın coğrafi çevreden en iyi uygulama örneklerini tanıtmaya odaklanırken aynı zamanda, kültür ve sanat profesyonellerinin erişilebilirlik ve kapsayıcılık temalarına olan yaklaşımlarını geliştirmeyi de amaçlıyor. Yapı Kredi bomontiada ve çevresindeki mekanlarda gerçekleşecek üç günlük erişilebilir festival, yeni performanslardan yerel ve uluslararası konuşmacıların yer aldığı panellere, atölye çalışmalarından konserlere kadar geniş bir içeriğe sahip. British Council Türkiye Sanat Müdürü ve Eşitlik, Çeşitlilik ve Kapsayıcılık Bölge Sorumlusu Su Başbuğu ile hem festival içeriği hem de Türkiye’de sanat alanında erişilebilirlik üzerine bir söyleşi gerçekleştirdik. 

Söyleşi: Duygu Dalyanoğlu

Merhaba Su, sohbetimize seni tanıyarak başlayabilir miyiz?

Bilgi Üniversitesi Sanat Yönetimi mezunuyum. İki yıl asistan olarak orada çalıştım, bir yandan da Görsel İletişim Tasarımı yüksek lisansı yaptım. Öğrenciliğim dahil son yirmi yıldır kültür sanat alanında çalışıyorum. Üç buçuk yıl boyunca İstanbul Modern’de fotoğraf bölümünde asistan küratördüm. Ondan sonra da çeşitli galerilerde, daha küçük ölçekli kurumlarda çalıştım. Son sekiz buçuk yıldır British Council’deyim. Sanat müdürü olarak işe başladım. Halen sanat müdürüyüm ama bir yandan da beş yıldır çeşitlilik, eşitlik, kapsayıcılık konularında özellikle Türkiye’de çalışıyorum. Yani sanat dışındaki bölümlerle de bir arada olduğum bir sorumluluğum var. Son iki yıldır da Genişletilmiş Avrupa diye geçen ve Türkiye’nin de içinde bulunduğu bölgede aynı sorumluluğu üstleniyorum. On beş ülkenin olduğu -şu an hali hazırda dört ülkenin bir savaş halinde olduğu- bir bölgede çeşitlilik, eşitlik, kapsayıcılık sorumlusuyum.

Su Başbuğu

Yirmi yıllık bir sanat maceran olduğundan bahsettin. Bu süreçte erişilebilirlik ve kapsayıcılık üzerine düşünmeye nasıl ve ne zaman başladın? Ve bu festivale giden yolda nasıl ilerledin?

Kapsayıcılık hep ana konularımdan biri oldu ama bunu aksiyona geçirebilmek ve hakikaten uygulamada deneyebilmek bu konuya hem kafa hem bütçe harcayacak British Council gibi bir kurumda çalışıyor olmakla başladı. British Council’ın ana değerlerinden biri kapsayıcı olmak ve bunu görünür kılmak. Birleşik Krallık bu anlamda özellikle engellilik ve ırk üstünden çok hataları olan ama bir yandan da bu konunun çok konuşulduğu, bu konu üzerine üretimin olduğu ülkeler bütünü. Bunu burada nasıl uygulayabiliriz, yerelde nasıl deneyebiliriz ve bu araçları kullanıp burada nasıl farklılıklar yaratabiliriz üzerine British Council’deki profesyonel pratiğim ile birlikte düşünmeye başladım. Ama asıl dönüşümüm açıkçası 2015 yılında Edinburgh’ta Jess Thom, Touretteshero’yu izlediğimde oldu ve çok mutluyum ki kendisi bu festivalin bir parçası olacak. Çok iyi bir meddah, çok iyi bir konuşmacı, çok iyi bir performansçı ve çok komik bir insan. Ama bir anlamda çok da aktivist bir duruşu var. Performansının konusu “engellilik nedir ve biz ne yapmalıyız” değildi. Kendi hayat öyküsü üstünden hikaye anlatıcılığı yapıyordu. Onu izlediğimde biraz aslında anladım ki böyle bir şey var. Yani daha doğrusu neredeyse toplumun yüzde ellisi engellilik üzerinden bu spektruma girebilir.

Büyük bir istatistikten bahsediyorsun.

Evet çünkü ailelerle birlikte düşünürsek yüzde elli diyebiliriz. Ama ne seyirci olarak ne de sanatçı olarak böyle bir kitleye ulaşamıyoruz. Böyle bir kitleye hitap edecek içerikler yapmıyoruz ya da mekanlar yaratmıyoruz. Sahnede olmamaları için hiçbir neden yok. Yani toplumun yüzde ellisi derken belki abarttım, elimde şu an böyle bir kesin bir rakam yok. Haydi  yüzde onu diyelim. Yani yüzde onun içinden hiç mi iyi sanat işi çıkaracak sanatçı yok? Tabiki var. Peki nasıl ortaya çıkacak? Haydi çıkalım hemen yapalım! Hemen olacak bir şey değilmiş. Hakikaten 2015’te başladım, şu an 2023’deyiz. Bunu oturtmak, bunu doğru yapabilmek, kimlerle yapacağımızı düşünmek zaman aldı. Yani festivali sekiz yıldır düşünmüyoruz ama festivale giden yolda bir sürü şeyi öğrenmem gerekti. Özellikle 5 yıl sürdürdüğümüz Duvarları Olmayan Müze adlı bir dijital sergi platformumuz vardı. British Council’in çok geniş bir görsel sanat koleksiyonu var. 8000 eserden oluşan, 1930’lar dan beri Birleşik Krallık sanatına damga vurmuş plastik sanatçıların eserlerinin toplandığı bir koleksiyon. O koleksiyondan Grayson Perry sergisini Pera Müzesi ve Cer Modern’de yapmıştık. Her şey yolunda gidiyordu, taa ki Ankara’da 10 Ekim patlaması olana kadar. Yani neredeyse müzenin bir kilometre ötesinde çok ciddi ve korkunç bir şey yaşandı. Tam da çok daha fazla sergi yapmak üzerine konuşmaya başladığımız ve sektörde yükselişin olduğu bir dönemde konjonktür değişti. Sonuçta biz partner olarak bir koleksiyonu getiriyoruz ama yereldeki partnerin de bize bir o kadar destek olması gerekiyordu. Kurumlar o ekonomik işbirliği sağlayamaz hale geldi. Çünkü tüm maliyetler çoğaldı. Zaten Ankara’da seyirci de ayağını kesti, seçimlerin tekrarı vesaire derken sergi yapamaz hale geldik. Ama yapmak da istiyoruz. Yani bir ihtiyaç var, bir talep var. Ben de dijitali denemek konusunda ısrarcı oldum. Böylece beş yıllık bir macera oldu Duvarları Olmayan Müze. İlk yıl, ilk sergiyi açtığımızda benim kafamdaki şey şuydı: “Tamam dijitale koyduysak bu artık erişilebilirdir”. Yani benim için erişilebilirlik oydu. Şu an bunu utanarak söylüyorum ama insan hatalarından öğreniyor. Bu çok yanlış bir cümleydi. Ama bu cümleyi kurmasam da o sonuca varamayacaktım.

Neden yanlıştı?

Çünkü öncelikle herkesin internet erişiminin olduğunu varsayarak belli bir kitleyi dışarıda bırakıyoruz. Ondan sonra biz dijitale koyduk diye herkes  “yaşasın sergi!” diyerek gitmeyecek. Kör insanlar, Türkçe işaret dili kullanan insanlar için de oraya koyduğun içeriğin ulaşılabilir olması lazım. Yani teknik altyapının erişilebilir olması lazım. Oraya koyduğumuz bir metni işaret dili kullanıcısı okuyamıyor. Yani o dili de ve mesajını da daha kapsayıcı ve erişilebilir yapmak lazım, onu anladık ama bunu tek başımıza anlamadık. Yani hakikaten hem Birleşik Krallık’tan hem Türkiye’de konunun muhatabı olan partnerlerle çalıştık. Yani engelli STK’ları ile, engelli sanatçılarla çalıştık. İçerik anlamında hiç engelli sanatçı ya da küratör ile çalışma fırsatımız olmadı ama en azından arka planda ne yapmamız gerektiğini öğrendiğimiz bir süreç oldu. Yani ikinci yıl biraz daha sesli betimleme gibi şeyler ekledik. Üçüncü yıldan itibaren artık işaret dili ve erişilebilirlik editörleri ile çalıştık. İşaret dili, ekran kontrastı, punto ve font seçimi gibi pekçok konuda adım attık. Beşinci sergimiz hakikaten bence teknik olarak en erişilebilir sergimizdi. Ama o da tamamen erişilebilir değildi. Çünkü engel grupları da birbiriyle çakışıyor. Yani bir renk körünün daha az gören biriyle de çakışan ihtiyaçları var.

Herkes İçin Sanat – Unlimited Forum programından bahsederken öncelikle seni de değiştiren biri olarak bahsettiğin Jess Thom, Touretteshero ile başlamak istiyorum. Festivalde bir keynote konuşması yapacak olan Touretteshero’nun Backstage in Biscuit Land adlı gösterisini biraz araştırdım. Sen de 2015’te onu mu izlemiştin?

Evet.

İzleyebildiğim kadarıyla çarpıcı buldum. Gösteri sanatları alanı doğaçlamayı kullansa bile genelde seyirciye nihai olarak aslında hep oturmuş bir akışı / skoru olan bir eser sunmaya odaklıdır. Fakat Touretteshero bunu kırdığını çünkü tikleri ve o anki durumu sebebiyle her gün başka bir şeyi seyirciye sunduğunu, spontaniteyi kullandığını söylüyor. Gösteri metninde bahsedecekleri aşağı yukarı belli olmakla beraber kendi Tourettes sendromu gereği hep değişen, ve dönüşen bir metinden bahsediyor. “Benim tiyatro salonundan çıkarılmayacağım tek yer olan sahneyi tercih ettim” diyor. Çünkü diğer yerlerden muhtemelen pekçok kez çıkarılmış, kovulmuş. Bu anlamda Touretteshero bize ne sunuyor? Bir yandan bunu yaşayan bir insana aktivist bir alan açan bir bir gösteri formu ortaya çıkıyor ama aynı zamanda gösteri sanatları alanını değiştiren, alanın bazı kurallarının da norm olmasını yıkan bir yerde duruyor. Bununla ilgili hem onun seyircisi olmuş hem onu festivale davet etmiş biri olarak ne söylemek istersin?

Bu, güneşli bir öğleden sonra metalik yeşil dükkan kepenklerinin önünde tekerlekli sandalyesinde oturan kıvırcık kahverengi saçlı beyaz bir kadın olan Jess Thom’un fotoğrafı. Jess kameraya gülümsüyor ve ellerini kucağında birleştirmiş. Üzerinde renkli kırmızı kiraz desenli siyah bir eşofman ve siyah spor ayakkabılar var.
Fotoğraf: Ro Murphy

Bence özellikle seyircinin sahneyle olan ilişkisini tamamen kırıyor ve baştan  değerlendirmesini sağlıyor. Hakikaten tamam sahne kutsal olabilir ama o da sahneyi farklı kullanıyor ve orada sana bir şey anlatıyor. Ama seyirciyle arasındaki ilişkide seyircinin de aslında  rahat olabileceği, kendi olabileceği bir alan açıyor gibi de hissediyorum. Yani o da bana güçlü gelmişti, o zaten bütün performansları relaxed performance diye geçiyor. Yani girip çıkabileceğin, dolayısıyla kimsenin seni gelip atmayacağı, rahat olabileceğin, kendin olabileceğin bir alan açıyor. Kendi teknik ihtiyaçları sayesinde alan baştan tasarlanabiliyor ve o seyirci için bence çok biricik bir şey şu aşamada. Ama gelecekte arada bir yerde de buluşacağız herhalde diye düşünüyorum. Yani seyirci deneyimi açısından… Çünkü birlikte var olduğumuz bir yerse sahne, seyirci ve sahnedekiler birlikte dönüşeceğiz. Zaten sahneyi dönüştürdüğüne göre seyirciyi de bence yavaş yavaş dönüştürecek.

Festival içeriğine baktığımızda aslında çeşitli düzeyde etkinlikler mevcut. Bu keynote konuşmasının ve performansının ardından bir performans tiyatrosu içeriği var. Atölyeler ve kültür profesyonellerinin hem Türkiye’den hem yurtdışından örnekleri tartışacağı paneller var. Hem kariyerinin başında hem de hali hazırda üreten engelli sanatçılara alan açılmış. Bu çeşitlilik nasıl oluştu? Festivalde neden bu tarz farklı yöntemleri ve türleri bir araya getirmek istediniz?

British Council olarak mümkün olduğunca farklı insanla, farklı ve yeni paydaşla çalışmak istiyoruz. Hep böyle aynı kurumla işbirliği yapmak istemiyoruz. Mümkün olduğunca hem sektörden öğrenmek, hem de sektöre kendi elimizdeki imkanları sunmak istiyoruz. Dolayısıyla burada da tabii ki daha evvelden tanıştığımız, yıllardır dirsek temasında olduğumuz partnerlerimiz var. Sahada da bize destek olan partnerlerimiz var. Sahnede ya da konuşmacı olarak da birlikte işbirliği yaptığımız insanlar var. Ama şu an aşağı yukarı programın yarısı hiç tanımadığımız ya da işte bu vesileyle yeni tanıştığımız insanlardan oluşuyor. Çünkü bizim de onları dinlemek ve onlardan öğrenmek gibi bir amacımız var. Başta içerik biraz daha gösteri sanatları, yani sahne üstü dans ve performans gibiydi. Ama özellikle konuşmacılarda ve ekleyebileceğimiz noktalarda mümkün olduğunca farklı sanat formlarını geliştirmek istedik. Çünkü bu sadece bir sahne üstü sorunu değil. Bu kapsayıcılık ve erişilebilirlik müzikte de, plastik sanatta da, sinemada da bir sorun. Festivalde prömiyer yapacak olan Arada Company’nin Serkan Bozkurt koreografisi ile sunacağı Acil bir çok açıdan ilk olacak. Sanatçı olmak için yola çıkmış engelli genç oyuncuların ve dansçıların ilk kez bir arada olacağı ve ilk kez sahneye çıkacakları bir performans olacak. Ortaya çıkan sonuç iyi de olabilir kötü de olabilir. Ama bu icracılar engelli olduğu için kötü olduğu anlamına gelmiyor. Yani engelli sanatçılar da kötü bir performans çıkartabilir. Engeli olmayan sanatçı da kötü performans çıkabilir. Ama o alanı açmadığın müddetçe bunu bilemezsin.

Arada Company

Zaten bir sahne üstü eserinin niteliğini değerlendirmek için kriterler var ve bu sadece oyuncuların icrası ile ilgili değil. Ama belki o kriterlerin de bu bağlamda yeniden düşünülmesi  de gerekiyordur. Tıpkı az önce Touretteshero üzerinden skor kavramında konuştuğumuz gibi. Belki bu tarz örneklerin artması ona da bir vesile olur. Peki, festival programında dansın daha ağırlıklı olmasının kapsayıcılık ile ilgili özel bir sebebi var mı?

Dans ağırlığı biraz British Council’in genel olarak globalde dansa odaklanması ile ilgili. Yani  özel bir tercih olduğundan ya da dansın daha kapsayıcı olduğu üstünden değil sadece. Mesela ‘Erişilebilir Sanat’ bir efsane mi? başlıklı panelde konuşacak Kimberly Harvey’in yer aldığı Candoco Dans Kumpanyası, British Council’in çok uzun soluklu bir partneri.

Tiyatro ve sinema açısından ne düşünüyorsun? Engelli oyuncuların sahnede veya ekranda daha çok yer alması nasıl sağlanabilir?

Mesela Acil’de yer alan kör bir performansçımız var. Kamera önü oyunculuğu yapmak istiyor ama kimse rol vermiyor. Çünkü “nasıl okuyacaksın senaryoyu” diyorlar. Oyunculuğuna bakmadan direkt “okuyamaz” diyorlar. Telefonundan her şeyi okuyor eğer yollarsan senaryosunu da okur. Ya da bir rolün illa bir engelli için yazılmış olmasına gerek yok ki. O dramaturjik bir karar yani mesela altyapısını sağlarsanız çok iyi bir oyuncu da olabilir. Yani denemeden sadece “bana iş çıkarma” ya da “biz bunu karşılayamayız” diye reddediliyor. Nedir Bu Kültüre Erişim? başlıklı panelde Erişilebilir Her Şey’den Zeynep Çölen Yıldız, Tiyatro Kooperatifi  ile yaptıkları bir ortak projeden bahsedecek. Kooperatif üyesi birkaç tiyatro mekanının öncülüğünü yaptığı “mekanları nasıl dönüştürebiliriz” üzerine bir çalışma. Diyelim ben kör bir oyuncuyum ama tiyatro mekanın kör bir bireyi misafir edemeyecek bir altyapıdaysa o zaman fiziki bir değişim gerekiyor.

Festivalin hedef kitlesi kim peki? Benim gördüğüm kadarıyla bu festival bir çok farklı kitleye içerik vadediyor.

Bizim öncelikli hedefimiz şu an kültür sanat kurumları ve sanatçılar. Yani erişilebilirliğin mümkün olduğunu, bunun bir problem değil, acil bir çözüme ulaşması gereken bir konu olduğunu vurgulamak istiyoruz. Kültür sanat sektörü olarak tekerleği tekrar tekrar keşfetmeyelim istiyoruz. Çünkü Ankara’da bir şey yapılıyor, İstanbul’da da onun çok benzeri yapılıyor ama ikisi de sıfırdan başlıyor. Mesela işaret diline kültür sanat içeriği ekleme konusunda herkes kendi dilini yaratıyor gibi oluyor. Oturmuş bir Türkçe işaret dili var ama “enstalasyon” gibi kelimeleri kurumlar kendileri “uyduruyor”, geliştiriyor. Bu festivalde böyle insanlar ve kurumlar bir araya gelsin, birbirini tanısın istiyoruz.

Festivali alanda çalışan kurumların birbiriyle ilişkiye geçtiği, ortak hareket etmesi için bir buluşma alanı gibi anlıyorum.

Evet yani bu festival biraz da aksiyon almasını istediğimiz insanlar ve kurumlar için öncelikli olarak ama tabiki aynı zamanda genel izleyici için de… Yani her içerik genel izleyiciye de hitap ediyor bence. Mesela 3 Şubat Cuma akşamı olacak Farklı Bedenlerle Dans’ın yeni Bedenleşen Kesitler gösterisi  böyle bir içerik. Onu takiben 4 Şubat Cumartesi günü aynı ekip, bir atölye sunuyor. Tuğçe Ulugün Tuna yirmi küsür yıldır bu proje kapsamında, çocuklar ve yetişkinler için özel tasarladığı düzenli atölyeler yapıyor. Ayrıca illüstratör ve tasarımcı Hatiye Garip illüstratörlere hitap eden bir deneme atölye geliştirdi: Erişilebilir Çizgiler – İllüstrasyondan Görsel Betimlemeye Deneme Bir İki Üç. O da Cumartesi gerçekleşiyor. 

Farklı Bedenlerle Dans

Peki yerel yönetimlerin, hali hazırda kültür sanat üzerine çalışan kurumların festivale olan ilgisi nasıl? Gelecekler mi? Destekliyorlar mı? Festival Bomontiada’da gerçekleşecek orası eminim erişilebilirlik anlamında düzenlenecektir ama oraya gelen bir engelli birey mekana nasıl ulaşacak? Burada yerel politikalar da çok kritik bir yerde duruyor mu?

Yerel yönetimler bunu acilen gündemlerine almadıkları müddetçe tabii ki çok kalıcı çözümler olmuyor. Ben ne kadar erişilebilir bir festival yapsam da biri fiziken oraya ulaşamıyorsa tabii ki amacına ulaşmış olmuyor. Ama şunu da savunuyorum: Erişilebilirlik gündeme ne kadar çok gelirse, ne kadar görünür olursa talep de o kadar artacak. Talep arttığında da aslında bir lobi faaliyeti gibi baskı olacak. Yani birileri “ben bu etkinliğe gitmek istiyorum belediyem bu yolu yap” demeye başlayacak. Ama biz kültür sanat sektörü olarak bir şey önermiyorsak, onların ulaşabilecekleri bir içerik vaad etmiyorsak onlar da o talebi yapmıyorlar. Dolayısıyla biraz böyle platformlar çoğaldıkça talebin artacağını, talep arttıkça da uygulamaların artacağını umuyorum. Yani benim kültür sanat alanından yapabileceğim etki bu gibi görüyorum. Biz ayrıca festival mekanına ulaşım için de bir erişilebilirlik notu hazırladık.. Kullanıcıların desteğiyle toplu taşımayla nasıl gelinebilir, mekanda neleri sunuyoruz, tuvalet hangi katta, nerede rampa var,  asansör genişlikleri nedir gibi pekçok detayın yer aldığı; Bomontiada için de kalıcı olacak bir belge geliştirdik. Çünkü şu an herhangi bir fiziki engeli olmayan biri olarak benim için düz olan bir yol, tekerlekli sandalye kullanıcısı için düz olmayabilir. Dolayısıyla kullanıcıların desteğiyle yaptık. En önemli şey o bence. Yani kimin gelmesini istiyorsan onunla birlikte yapman gerekiyor.

Son olarak senin eklemek istediğin bir şey var mı?

Önemli bir iş birliğimiz oldu. Sektör dışında bir etki yaratmak ve iş gücüne önümüzde yıllarda dahil olacak nesle etki edebilmek için Yücel Kültür Vakfı ile ortaklaşa bir gönüllü programına geliştirdik. 15 tane üniversite öğrencisiyle Erişilebilir Her Şey ve Farklı Bedenlerle Dans ekiplerinin desteğiyle iki günlük engellilik algısı, erişilebilirlik ve beden farkındalığı üzerine eğitim tasarladık. Eğitimleri geçtiğimiz hafta düzenledik, öğrenciler şimdi Unlimited Forum’da sahada gönüllü olarak etkinliğe destek verecek ve hem öğrendiklerini pratiğe dökme hem de yeni ilişkiler kurma fırsatı yakalayacaklar. Heyecanlıyız!

Paylaş.

Yanıtla