Sorgu Oyunu ve Kızılcık Şerbeti Dizisi Üzerine

Pinterest LinkedIn Tumblr +

Söyleşi: Melek Kentmen

Kızılcık Şerbeti adlı dizinin Pembe’sinin Kosta Kortidis’in yazıp yönettiği Sorgu oyununda oynadığını biliyor muydunuz? Sibel Taşçıoğlu’nun başrollerini Özdemir Çiftçioğlu, Kosta Kortidis, Akın Kaplan ile paylaştığı oyunu ve Kızılcık Şerbeti’ni konuştuk.

Bize biraz tiyatro geçmişinizden ve birlikte hazırladığınız Sorgu oyunundan bahseder misiniz?

Sibel Taşçıoğlu: 1976 Bursa doğumluyum. İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuarı Tiyatro Bölümü’nden 2001 yılında mezun oldum. Uzun yıllar tiyatro ve televizyon ile uğraştım, uğraşmaya da devam ediyorum. Son yıllarda tiyatro özlemim ağır bastı. Ben de hazır yazar, yönetmen ve tiyatro sahibi bir arkadaşım varken bu fırsatı değerlendirmek istedim.

Kosta Kortidis: Tiyatro Rudius olarak bu sezon için aklımızda birkaç proje vardı. O sırada Rusya-Ukrayna savaşı başlamıştı ve biz Sorgu oyununda karar kıldık. Aslında Sorgu dört erkek için yazılmış bir metindi. Sibel benim konservatuardan arkadaşım. Dedik ki; “Sibel gibiiyi bir oyuncu varken elimizde, neden olmasın?” Metni yolladım, çok beğendi. Ve böyle bir oyun çıktı ortaya.

Sibel Taşçıoğlu: Güzel bir prova dönemi geçirdik. Birbirimizle güzel bir uyum içinde çalıştık. Kardeşlik duygusu, vicdan muhasebesi, annelik duygusu, kadının geçmişte asker arkadaşıyla bir aşk yaşamış olması, ast-üst ilişkisi ve ana karakterin kadın olması oyuna farklıbir boyut kazandırdı.

Kosta Kortidis: Aslında sert ve zamanlar üstü bir oyun. Sibel aramıza katılmayı kabul ettikten sonra şunu düşündüm: Oyunu kadın bir karakter üzerinden yazsaydım oyun daha derinlikli olabilirdi.

Peki, oyunun yazım sürecinde neleri sorguladınız?

Kosta Kortidis: Oyun zaten birçok şeyi sorguluyor. Kardeşliği, vatan severliği, milliyetleri sorguluyor. Oyunda kan gruplarının, milliyetlerin, bayrakların, sınırların aslında ne olmadığına dair özde insanın kendi içindeki durumlar sorgulanıyor. Tabii daha içeriden baktığımızda bu oyun aslında Samantha Androw’un etrafında dolaşan bir oyun. Yani merkezde o var. Onun yaşadıkları, kaygıları, korkuları, yüzleşmeleri var. Ben “bir dünya oyunu” diyorum Sorgu’ya… Çünkü sınırlar yok. Zaten oyunun yorumu da öyle, “Herhangi iki ülkenin, herhangi bir nedenden ötürü, herhangi bir şekilde savaşa tutulmuş, herhangi askerleri” diyor. Hizmet madalyası almış bir kahraman var, ama vatana ihanetle suçlanıyor. Doğru mu, yanlış mı bilmiyoruz. Gerçekten yaptı mı, yapmadı mı onu da bilmiyoruz. Çocukluğundan beri arkadaşı olan bir albay var ve ne olduğu tam belli olmayan manyak bir çavuş var. Aslında buradaki her bir karakter toplumun bir kesimini temsil ediyor. Yani her biri gücü, otoriteyi, faşizmi, radikal tarafları, anneliği, kadın olmayı kısacası dengeyi birçok yerden sorguluyor ve seyirci birçok soruyla karşı karşıya kalıyor. Güzel tarafı kendisi de kendi içinde birçok soru soruyor. Bu soruların bir kısmı cevaplanırken alırken bir kısmı da cevaplanmıyor. Seyirci her zaman tüm cevapları almak zorunda değil. Tiyatro cevap verme, her şeyi çözüme ulaştırma yeri değil. Bence değerli olan da budur.

Sibel Taşçıoğlu: Ama tabii sana sordurduğu için… Her defasında farklı bir şey keşfediyoruz oyuncular olarak. O da tabii ayrı bir keyif bizim için.

Sibel Hanım konservatuvar mezunu bir oyuncu olarak Tiyatro sahnesinde yer almak mı yoksa kamera karşısında olmak mı sizin içi ağır basıyor?

Sibel Taşçıoğlu: İkisinin de farklı ve keyif verici tarafları var. Tiyatro’da canlı olarak seyirci ile göz göze geldiğiniz için anıında bir etkileşim gerçekleşiyor ve bu da çok başka bir haz veriyor, ama sonuçta oyuncu olduğumuz için sinema, tiyatro, dizi veya seslendirmede yer almak benim için fark etmiyor. Yani hepsinde bir performans sergiliyorsunuz, ama tabii ki seçmem gerekirse tiyatroyu tercih ederim. Çok başka bir hazzı var. Çok büyük bir adrenalin, sahneye her defasında büyük bir stres ve heyecanla çıkıyorsunuz. Tabii ki dizi ve tiyatronun teknik olarak da bir sürü farklılığı var, ama her zaman tiyatro ilk tercihim olur herhalde.

Kosta Kortidis: Bir tiyatrocunun gerçekten tiyatrocu olup olmadığını buradan anlayabilirsiniz. Çünkü bu soru sorulduğunda tiyatroyu hiçbir zaman ikinci sıraya koymaz.

Metin Akpınar’ın bir röportajında dinlemiştim, aynen şöyle demişti: “Ben her akşam sahneye çıktığımda aynı heyecanı, aynı korkuyu yaşarım. Bu beni diri tutuyor.”

Akın Kaplan: Üstelik diğer oyunculuk alternatiflerine göre maddi karşılığı kıyaslanamayacak şekilde farklı olmasına rağmen, Sibel’in de dediği gibi, dizi ve sinemada yapılan işler de oyunculuktur ve son derece kıymetlidir; ama her zaman tiyatronun yeri bir oyuncu açısından farklıdır.

Kosta Kortidis: Sinema oyuncularından da bunu duyarsınız. “En çok sahneye çıkmak istemişimdir.” Türkân Şoray’dan her zaman duyduğumuz bir laftır. O heyecan, o canlılık, o anda yaşanan bir şey, anda kalmak durumu. Sinemada bunu kompanse edebilirsiniz. Doğru performansı yakalayana kadar denersiniz ya da o gün beceremediğinizde yönetmen paydos verir ve bir başka gün yine bir şansınız olur. Ama burada perdeyi açtığımızda artık geriye dönüşümüz yok. Hata da yapsak geri dönemeyiz. O hata bile gerçeğin bir parçası olmalı, hata gibi görünmemeli.

Sibel Hanım çok ses getiren bir dizinin başrol oyuncularından birisiniz. Zor olmuyor mu hem dizi hem tiyatro?

Sibel Taşçıoğlu: Her şeyden önce tabii ki çok yorucu oluyor. Bir de ben Mudanya’da yaşıyorum. O iyice zorlaştırıyor. Ağustos ayının ilk haftasından itibaren provalarımız başladı. Bununla beraber İstanbul’a gelip gitmeler başladı. Neticede burada yaşadığım bir ev var, ama bedensel yorgunluğun dışında mental olarak da çok yoruluyorum. Evden uzakta… Sekiz tane kedim var. Onların bakımını, oyun gününü, dizi gününü ayarla, oradan oraya koş. Ciddi bir koşturmacanın içerisindeyim. Eşyalarımın bir kısmı bir evde bir kısmı başka bir evde. Dağınık bir hâlde yaşamaya çalışıyorum.

Kosta Kortidis: Ama bu stres yetmiyor ona, sonra geliyor bana diyor ki: “Seneye ne yapıyoruz?”. Ben de “Rahat ol, güzel bir şey yaparız!” diyorum. Biz de uslu durmuyoruz. Bunun tam tabiri bu. Çünkü tiyatro çok büyük zorluklarla yapılıyor. Çok büyük bir maddi külfetin altına giriyoruz. Bunun karşılığında da inanın hiçbir zaman “Oh!” diyemiyoruz. Hakikaten tabiri caizse bu bir mikrop, içimize girdi, artık yapmak zorundayız. Bu aralar “Sezona nasıl bir şey yapalım?” diye konuşuyoruz. “Büyük bir şey mi yapalım?” diye soruyoruz kendimize; ama bu küçük iş yaparken niteliksiz iş yapıyoruz anlamına gelmiyor.

Bizim en küçük işimiz Sorgu… Fakat özel tiyatro içinde yapılabilecek en üst seviyede bir iş olduğunu düşünüyorum. Bunu söylemekte bir sakınca görmüyorum, biz Tiyatro Rudius’u ayakta tutmaya çalışıyoruz. Tabii, bunun büyük bir kısmını yol arkadaşım, Akın Kaplan, üstleniyor. O olmasaydı buralara kadar gelemezdik.

Sibel Taşçıoğlu: Seyircinin de bunu fark etmesi lâzım. Bir tiyatro için çok saygı duyulan bir şey bu. Seyircinin de bu duruma hassas davranıp burada ne oluyormuş ne yapılıyormuş diye bir gelip görmesi lâzım. Bu oyunu izledikten sonra yüzde yüz çok başka bir duygu ile buradan ayrılacaklarına eminim. Çok büyük bir haz alarak çıkacaklar.

Kosta Kortidis: Nitelikli bir iş yaptığımızdan hiç kuşkum yok. Metin için bir şey söylemeyeceğim; ama ben, Akın, Özdemir Ağabey, Sibel çok büyük bir uyum içerisinde, çok severek ve elimizden gelenin belki de en iyisini yapmaya çalışıyoruz. İşte o zaman yönetmen ve yazar olarak “İyi ki bu işi yapmışım!” diyorum.

Özdemir Çiftçioğlu: Biz bu mesleği yapan insanlar olarak bunu yapmaktan keyif alıyoruz. Yoksa mental olarak bakıldığında bu mesleği yapmamamız lâzım; yani getirisiyle, götürüsüyle, çektirdiği acılarla, ama işte karşılığında iyi bir şey yaptığınızda edindiğiniz o mutluluk duygusu bütün bunların üstüne geçiyor ve gerçekten iyi ki bu işi yapıyorum noktasına geliyorsunuz. Tabii işin esprisi bir yana, her oyun bizim hayatımızda yeni bir pencere açıyor. Yeni bir şeyler öğretiyoruz, öğreniyoruz ve insanın ömrü boyunca bir şeyler öğreniyor olması çok değerli. Yetinmiyoruz hem oyunculuk anlamında hem de oynadığımız oyun anlamında… Oynadığımız oyundaki karakterler hakkında sürekli yeni şeyler öğrenmenin, onları gerçekten seyirciye nasıl anlatabileceğimizin peşindeyiz. Dediğim gibi dünyanın en güzel işlerinden birini yapıyoruz. Öğrenme bitmediği zaman insan kendini çok daha zengin hissediyor. İyi ki bu işi yapıyorum. Gerçekten sorarsanız: “Bu iş insan hayatını geçindirmeye yeter mi?”. Yetmez! Ustalarım bana gençken “Herhangi bir mesleğe taç giydirirseniz, o meslek de bir gün size taç giydirir.” demişti. Siz bu işi ne kadar özenerek, emek harcayarak, severek yaparsanız, bir gün mutlaka bir şekilde karşılığını alırsınız. Karşılıkilla ekonomik olmak zorunda değil; ama işte alkışlarla, size gösterilen itibarla, ilgiyle bunun karşılığını zaten alıyorsunuz.

Sibel Taşçıoğlu: Şimdiki gençler çok sabırsız. “Hemen dizilerde oynayayım!” düşünceleri var. Mesela ilk defa dizide ya da bir oyunda oynuyor, hemen karşılığında bir şey bekliyor. Halbuki senin yıllar boyunca çalışmandan dolayı bir başarı geliyorsa, o başarı, popülerlik ya da şöhret gelecektir. Önce başarılı olmak zorundasın. Çalışacaksın! Gençler bunun farkında değil.

Özdemir Çiftçioğlu: Starlık sadece tanınmışlıkla ilgisi olan bir şey değil. Devamlılıkla ilgili.

Sibel hanım, Kızılcık Şerbeti’ne dönmek istiyorum. Size böyle bir rol teklifi geldiğinde ne düşündünüz? Nasıl karşıladınız? Tereddüt ettiniz mi?

Sibel Taşçıoğlu: Senaryoyu ilk okuduğumda, ülkemizde yaşanan gerçekleri yansıttığını, iki uç ailenin birbirlerini anlama süreçlerini gösterdiğini ve aslında bunun propoganda amaçlı yapılmış bir iş olmadığını görünce hiç tereddüt etmedim. Oyuncu olduğum için gerekirse türbanlıyı, düşmanı, hafif bir kadını oynayabilirim elbette. O yüzden hiçbir tedirginlik, korku duymadan böyle bir işin içinde var olmak istedim.

Peki, tepkiler nasıl?

Sibel Taşçıoğlu: Öncelikle çok seyredilen bir dizi. Bizim ülkemizde genelde Türk dizilerinin aşağılanma durumu vardır. Bu duruma hiç yer bırakmadan her kesim seyrediyor. Tabii, durum böyle olunca çok fazla tanınmanızı da sağlıyor. Bunun yanında çok da güzel eleştiriler alıyorum. Seyirci uzun yıllardır ülkemizde devam eden bu çatışmanın aslında çözümsüz olmadığını da görüyor. Sokakta karşılaştığım ya da sosyal medyada yazıştığım seyircilerimizden olumsuz bir tepki almadım; ama dışarıda başka neler konuşuluyor bilmiyorum. Ben, bana geldiği kadarıyla biliyorum. Oynadığım karakter ailesine ve çocuklarına baskı uygulayan bir kadın gibi görünse de aslında ailelerimizin içinde veya komşularımız arasında, çevremizde şahit olduğumuz tipik bir Anadolu kadını. Herkesin evinde mutlaka bir Pembe vardır. İnsanların kapalı olması hiç bir şeyi değiştirmiyor. Tek bir şey var, o da huzur. Pembe huzurun bozulmasını istemiyor. Dışarıda bilmediği şeyler var ve Pembe geleneklerle büyümüş bir kadın. Hayatında ezberlediklerinin bozulmasını istemiyor. Dışarıdaki hayattan da korktuğu için çocuklarını ve ailesini korumak istiyor.

Söyleşimizi bitirmeden önce eklemek istediğiniz bir şey var mı?

Sibel Taşçıoğlu: Aslında başından beri benzer şeyleri konuştuk; ama ben burada arkadaşlarımla birlikte olmaktan, hakikaten elit ve nitelikli bir şeyin içinde var olmaktan bir oyuncu ve bir kadın olarak çok büyük haz alıyorum. Çok mutluyum. Gerçekten böyle donanımlı bir arkadaşım olduğu için de çok gurur duyuyorum. Ben de bu vesileyle böyle güzel bir projenin içinde var oluyorum. O yüzden Kosta’ya çok teşekkür ederim. Son olarak sanatta sansür olmaz. Sanat eleştirir. Özgür olmak zorundasın sanat yaparken. Yoksa nasıl anlatabilirsin gerçekleri.

Kosta Kortidis: Buradan mesaj vermek çok sevdiğim bir şey değil; ama yaptığımız işe inanıyoruz, güveniyoruz. Gerekli bir iş. Seyirciden de bunun geri dönüşlerini alıyoruz. Fakat daha çok teveccüh görmek istiyoruz. Sadece biz değil, bütün nitelikli iş yapan tiyatrolar da bunu hak ediyor. Seyircilere “Çıkın çıkın gelin anacım!” denir ya buyrun, gelin bekliyoruz. 27Nisan, 9 ve 25 Mayıs’ta Tatavla Sahne’de Sorgu’yu oynamaya devam edeceğiz. Muhtemelen Mayıs sonunda da sezonu Sorgu ile kapatacağız, ama önümüzdeki sezon da devam edecek.

Akın Kaplan: Sorgu oyunu milliyetçilik, vatan, ulus, devlet gibi kavramları sorguluyor; ama aslen en büyük vatanseverlik her ne olursa olsun yaptığı mesleği iyi yapmak için çaba harcamaktır. Biz de bunu yapmaya çalışıyoruz. Bu yüzden ısrarla nitelikli tiyatro diye çabalıyoruz.

Özdemir Çiftçioğlu: Sinema, tiyatro, resim, müzik, heykel, edebiyat aklınıza sanatla ilgili hangi dal geliyorsa hepsi sanatın sizde bıraktığı iz düşümleridir. O iz düşümler sayesinde hayatımızı renklendiririz. Geleceğimize karar verebiliriz. Kendimize ait bir yol çizebiliriz. Türkiye’de maalesef en çok konuşulanlar politika, futbol ve gündelik şeyler. Ben insanların maç bittikten sonra saatlerce o pozisyonları izleyip tartışmalarını anlamıyorum. Yani olmuş bir şeyin tekrarını izlemeyi anlamıyorum. Bunların insana hiçbir zenginlik getirmeyeceğini bile bile o programları seyrediyorlar; ama bir an baktığınız bir resim, doğada gördüğünüz bir gün batımı, güzel bir erkek, kadın ya da bebek bunların bizde bıraktığı iz düşümleri bizleri zenginleştiren şeyler aslında. Ruhumuzu zenginleştirmek yerine kendimizi kullandığımız teknolojik aletlerle, bindiğimiz arabalarla ya da evimizde kullandığımız eşyalarla zengin göstermeye çalışıyoruz. Aslında insanı asıl zengin eden şey ruhunun zenginliğidir. Beyninin zenginliğidir. O yüzden sanatın her zaman insan hayatını az da olsa değiştirebileceğini, ona yeni bir kapı, yeni bir yol açacağını düşünüyorum. İnsanlar kendileri için sanatın bir dalıyla uğraşsınlar diyorum, bunlar yaşamı kaliteli ve güzel hale getiren şeyler.

 

Paylaş.

Yanıtla