Tiyatronun Yaşlı Ahretlikleri: İki Maskenin Hikayesi

Pinterest LinkedIn Tumblr +

Günsu Özkarar

İçine düştüğümüz hayatı nasıl daha iyi ve anlamlı yaşarız diye düşündüğümüzde, yardımımıza koşan disiplinlerden biri de her daim tiyatro. İnsanı insana anlatma sanatı olan tiyatro; kuşaktan kuşağa bir hikayeyi aktarırken nasıl bir teknik kullanır, insanları daha iyi anlamamızı nasıl sağlar diye sorguladığımızda  “Günümüzde Nasıl Bir Tiyatro?” sorusunu da cevaplamak zorunda hissederiz. Böyle bir yerden de bir metni ya da anlatımı nasıl güçlendirebileceğimizin derdine düşmek kaçınılmaz olur. Tüm bu süreci meselesi tam da bu sorularda dolanan bir Yolo Production oyunu olan Ahretlik’in yönetmeni Candan Seda Balaban ve oyuncuları Gamze Güzel ile Hazal Şahin’e soruyoruz. “Nasıl bir tiyatro?” sorusunu kendi nasıl’larıyla anlatıyorlar. Üstelik sözsüz bir oyun üstünden… Nasıl’ı, dil ve kelime olmadan nasıl kavrarız şeklinde tartışıyoruz.

OKULDAN BAŞLAYAN BİR YARATICILIK SERÜVENİ

Bu ekiple bir araya nasıl geldiniz?

Hazal Şahin: Biz Gamze ile aynı okuldan mezunuz. Fiziksel Tiyatro ve Komedi eğitimi aldık. Gamze benim bir üst dönemimdi. Ben onu sahnede mezuniyet oyununda izlediğimde projesini çok beğendim ve üzerine çalışmayı çok istedim. Bu heyecanım üstüne konuştuk ve ben kafamdaki oyundan bahsettim. Başta nedense cesaret edemedim ama sonra harekete geçip, Candan Hoca’ya gitmeyi teklif ettim. O da çok heyecanlandı. Böylece süreç başlamış oldu.

Candan Seda Balaban: Ben 17-18 yıldır tasarımcı olarak hayatıma devam ediyordum. Tiyatrodaki üretimlerim daha çok oyunculuk ve tasarım üzerine idi. İlk defa bu sene yönetmenlik deneyimi yaşamak istedim. Bunu sürekli içsel olarak dile getirirsiniz ya ben de bu duygular içindeydim ama tam olarak ne yapacağım hususunda karar vermiş değildim. Daha çok kukla performansı üzerine düşüncelerim dolaşırken Gamze ve Hazal böyle bir teklifle gelince “Benim aklıma neden böyle bir şey gelmedi?” diye kendime sormadan edemedim. Öncelikle çok mutlu oldum. İkisini de tanıyordum, oyuncu olarak da biliyordum, malzemelerine çok yabancı olduğum isimler değillerdi. Gamze’yi de Hazal’ı da çeşitli oyunlarda ve performanslarda izlemiştim. Hatta Hazal’la sahne arkadaşlığımız da var “Yalınayak Müzikhol”den; o yüzden birlikte çalışabileceğimize de inandım. Akabinde birlikte araştırmaya başladık ve aslında süreç, içinde yol alırken şekillenmeye başladı. Gamze’nin yaşlı kadın maskesiyle önceden yapmış olduğu performans bize biraz ilham verdi. Birçok şey denedik ama en sonunda iki yaşlı ahretlikte karar kıldık. Bu iki oyuncunun kendi yoldaşlığı da bizi oraya götürdü biraz. Onların gerçek hayatta da çok yakın arkadaş olması, birlikte çok iyi çalışmaları da oyunun konusuna yansımadı değil ve bence hareket dilini de şekillendirdi. Daha çok doğaçlamalarla bulduk diyebilirim. İşin tasarım kısmı da onlar karakterleri bulduktan sonra gerçekleşti. Ben onlara bu oluşum sonrasında bir yüz verdim diyelim. Aslında onlar her şeyi bulmuşlardı. Maskeler en son geldi, tamamlayıcısı oldu. Süreçte çok değişik maskelerle çalıştık.

Hangi maskeleri kullanacağınıza nasıl karar verdiniz?

B.: Evet, nasıl bir maske kullanmamız gerektiği de başlı başına düşünülmesi gereken bir durumdu. Comeddia dell’arte tekniğine yakın maskeler var, konuşmasalar bile yarım masklar var. Biz ise böyle biraz daha arada bir dil tercih ettik. Larva masklara yakın ama biraz daha karikatürize iki maskemiz oldu. Maskeler de projeyi bize iyice sahiplendirdi bence.

Maskeler çok büyük. Seyirci maskelere ve yaratılan karakterlere o kadar adapte oluyor ki, oyun sonunda, sahneye selam vermeye çıktığınızda maskelerin içinden sizin gibi iki narin kadın çıkınca seyirci şaşırıyor. Hatta sizi bilenler için bile sürpriz oluyor; zorlanıyor musunuz taşırken? Çünkü maskelerin kuşanılması da başlı başına bir iş. Bu süreci de anlatır mısınız?

Gamze Güzel: Aslında Candan Abla provaların belirli bir aşamasına geldiğimizde maskeleri çoktan tasarlamış olduğu için, son kertede, provalarımızı bu maskelerle yaparak oyunumuzu bu noktaya getirdik. Onun için provada bunun zorluklarını deneyimleyebileceğimiz zamanlar oldu. Kaldı ki öncesinde de deneyimlediğimiz başka maskeler de vardı ve bir maske içinde olmanın zorluklarını bu akışta deneyimlemiş olduk. Maskenin içinde nefes alıp vermek mesela… Başka bir dünyanın içine girmiş gibi oluyorsunuz ve gerçekten çok küçük bir noktadan görebiliyorsunuz dış dünyayı.

ÇIKIŞSIZLIĞI SEÇMEYEN BİR YAŞLILIK

Bir nevi yaşlılığı hissetmeye de yardımcı olmuş mudur acaba? Nasıl bir duygu yaşlılık?

G.: Kesinlikle oldu. Candan Abla’nın amaçladığı bazı şeyler de vardı. Maskenin büyüklüğünün oyunumuzu kendiliğinden büyüten de bir etkisi oluyordu. Küçük bir delikten gördüğümüz için etrafı hem en ufak bir bakışı sergilemek için daha büyük bir hareket yapmamız gerekiyordu hem de gerçekten o kısıtlılık da farklı bir hareketlilik, farklı bir sahne duruşu yarattı. Oyun ilk sahnelendiği zamanlarda kendi nefesinizi duyarak oynamak heyecanımızın katmerlenmesine neden olsa da sonraları, alıştıkça, maskenin içindeki ortam daha rahat ve huzurlu bir hal almaya başlıyor.

H.: Değişik, gerçekten çok değişik bir deneyimdi.

B.: Gamze her şeyi çok güzel anlattı aslında ama bir ekleme yapayım; maskelerde küçük göz delikleri olduğundan oyuncunun gözünü dahi göremediğimiz için seyirci olarak bizi bambaşka bir anlayışa zorluyor. Seyircinin, oyuncunun gözünü görmemesi, görmesine nazaran metne dair değişik anlama farkları oluşturuyor. Oyuncunun gözlerini gören seyircinin oyuncunun varlığıyla buluşmasını tercih etmedik, sadece maskeyle baş başa bırakmak istedik. Ayrıca, Gamze’nin de dediği gibi maskelerdeki gözün görme alanının kısıtlı oluşu oyuncuların deneye deneye yeni bir hareket dili oluşturulmasına zemin hazırladı.

İsme nasıl karar verdiniz?

B.: Israrcı olmuş olabilirim biraz isimde. Çünkü kızların gerçek hayatlarında da çok yakın arkadaş olmaları beni biraz etkiledi.

G.G.: Evet, yavaş yavaş kullanmaya başlamıştık konuşma arasında, bu benim ahretliğim diye… Benim de aklımdan geçmeye başlamıştı haliyle.

Ahretlik…Bu iki kadın birbirinin ahretliği de olabilirler, belki iki kuzen, iki kardeş, iki sevgili olabilir. Birbirine yoldaş iki kadının öyküdeki çıkışsızlığını nasıl yazdınız?

B.: Birkaç şeyi bir arada düşündük aslında. Sadece kadın olmanın tarafından bakmadık. Yaşlı olmanın getirdiği birtakım çıkışsızlıklar var. Bir de tiyatroda gençlerin hayatlarına daha çok bakıldığı için, tiyatroya da yaşlıları taşımak istedik. Çünkü yaşlılığın içinde biraz korku da var. Sokak değişim demek ve bu değişim istenen bir şey değil. Tanıdığımız yaşlıları mecbur bıraktığımız, “Çıkmasın düşer.”, “Yediği önünde yemediği arkasında, evinde otursun işte.” , “Daha ne istiyor?” şeklinde kurguladığımız ve bu insan sabahtan akşama ne yapıyor diye merak etmediğimiz birçok durum var. Bizim çıkışsızlık olarak kurguladığımız öykü de böyle bir yerden…

ÇİÇEK VE BALON

Peki değişime direnerek hayatı nasıl canlı tutuyorlar?

B.: Nasıl sorusunun cevabı tatlı bir yerde gizli. Birbirleri ile pozitif anlamda rekabet ederek içlerindeki hayatı canlı tutuyorlar. Ayakta kalabilmek için sorun üretip, onları çözüyorlar, eleştiriyorlar, iletişimi canlı tutuyorlar.

…ve çiçeğin gelmesi ile istekleri de artıyor değil mi?

B.: Evet işte o zaman daha çok istemeye başlıyorlar ve bunu nasıl yapacaklarının sorgusu başlıyor. Çünkü anılar böyledir, bir obje sizi alıp eski ve çok iyi hissettiğiniz bir anınıza, en taze anılarınızla götürebilir.

Ben finalden çok etkilendim. İzlemeyenler için detay vermek istemem. Ama şu kadarını söyleyebilirim. İki karakter barışarak birbirlerini ve dahası kendilerini de kabul ediyorlar. O kabulleniş bir dostluğa, ahretliğe yürüyüşlerini kanıtlıyor. Birkaç farklı ya da negatif bir son da var mıydı? Bu finali nasıl seçtiniz?

B.: Negatif bir son düşüncemiz hiç olmadı. Onları hep sokağa çıkarmak üzerineydi düşüncelerimiz ama bunu nasıl yapacağımız hususu araştırmalarımızın yoğunlaştığı noktaydı. Geldiğimiz yer de bu oldu.

Gezi’ye nasıl bir gönderme ya da selam var?

Oyunun sürprizini bozmamak adına detay vermek istemem. Geziden sonra artık neredeyse tüm aktivist eylemler aynı direnç ve baskıyla karşılaşıyor. Sokak artık hep öyle. Onur yürüyüşü, kadın hareketi eylemleri her sey yasak olsa da sokakta hareket devam ediyor.

Ş.: Hatta bizim prömiyer günümüzde de bir eylem vardı. Kadıköy’de sahneye geçmeden polislerin arasından geçtik. Yani dışarı çıktığımızda çeşitli eylemlerin içinde buluyoruz kendimizi.

Çalışmalar ne kadar sürdü? Belirli bir sahneniz var mıydı yoksa göçebe miydiniz çalışmalarınız esnasında?

H.Ş.: Çalışma mekânımız sabitti. İki ay sürdü.

B.: Sahne olarak göçebeyiz ama.

Sahneye alışma süreci nasıl geçiyor? Farklı sahnelerde oynamak nasıl bir duygu?

G.G.: Prova yaptığımız yer daha aydınlık ve genişti. Ama sahnenin daha karanlık ve dar yapısı olduğundan bu duruma alışmamız ister istemez belli bir zaman aldı. İlk sahne provamızda o maskelerle kör olduk gibi hissettik mesela.

H.Ş.: Bence, hep aynı yerde oynasak daha iyi hissedebiliriz. Çünkü biz Gamze ile birbirimizi bazı yerlerde ezberledik, dolayısıyla çok daha rahat olabilirdik.

B.:Burada oyuna katkı veren tasarımcılarımızın da adlarını anmak isterim. Dekorumuzu Cihan Aşar tasarladı. Bu tasarım sayesinde başka sahnelere gitsek de kendi oyun alanı ölçümüzü çok değiştirmeden mekanımızı oluşturabiliyoruz. Işık tasarımımızı da İsmail Sağır yaptı. Oyunumuzun özgün müziklerini de eşim Savaş Balaban besteledi.

ZORLAMADAN ANLATAN BİR OYUN

Genelde tepkiler nasıl? Seyirciyle buluşmanız nasıl oldu?

H.Ş.: Ben tanımadığım insanların yorumunu daha çok seviyorum. Oyun sözsüz bir oyun olduğu için seyircinin zihninde tamamlanıyor cümleler.  En sevdiğim yorumlardan biri “Bu oyun hiç üstümüze gelmeden anlattı.” oldu.

B.: Aynen Hazal’ın dediği gibi metinde konuşma olmadığı için araları her bir seyirci kendisi tek tek, kendine iyi gelen cümlelerle doldurarak yeni bir deneyim yaşıyor. Seyirci ancak bu oyunu aktif bir hayal gücüyle seyredebiliyor. Benim en çok duyduğum ikinci şey de “İlk üç dört dakika bocaladık” söylemi oldu. “Biz bu oyunu nasıl seyredeceğiz şimdi” diye düşünerek başladıklarını ifade ettiler “sonra nasıl bittiğini anlamadık” oldu devamı. Bu çok güzel.

Türkiye izleyicisinin sözsüz tiyatroyla tanışması yeni sayılır. Bu tiyatroyla seyircinin buluşmasını nasıl yorumluyorsunuz ya da Türkiye’de neden bu kadar az yer veriliyor? Biraz daha yaygınlaştırılması için bir şey yapılmalı mı? Sizce ne kadar ihtiyaç var?

G.: İlk olarak, maskelerle bezeli sözsüz tiyatronun içerdiği şiirsellik beni çok etkilemişti. Ama bazı çekincelerim de vardı. “Seyirci için bu sessizlik ne ifade edecek?” sorusunu soruyordum kendime. Ama seyirciyle olan bu karşılaşma yaşandığında gelen tepkiler beni çok mutlu etti.

B.: Çünkü çok zor! Bir kere gerçekten çalışması çok zor. Sözü ortadan kaldırınca sahnedeki her hareketiniz bir anlama dönüşüyor. Zor ama bir o kadar da yüzülmesi gereken engin bir deniz gibi. Ülkedeki birçok sanatçı böyle bir oluşumda yer almadığı, deneyimlemediği ya da seyretmediği için böyle işlere çok alışık değiliz. Kaldı ki seyirci hiç değil. Bu nedenle fiziksel tiyatro araştırmalarının da çok sayıda öğrenci yetiştiriyor olması, bundan sonra, bu konuda oluşacak üretimlere çok büyük katkı sağlayacaktır diye düşünüyorum.

G.G: Bizim Hazal’la eğitimini aldığımız Fiziksel Tiyatro ve Komedi Okulu’nu bu anlamda örnek gösterebiliriz.

B.: Aslında tüm disiplinler de birbirine bağlı. Mesela kuklaalanı da son birkaç yılda çok iş üretilen bir alan haline gelmeye başladı. Çünkü kuklanın da sözsüz bir alanı var kendi içinde. Mesela Devlet Tiyatroları’nın yaptığı Sersemler Evi epey dikkat çekmişti. Ahretlik’in de bu anlamda iştah açacağını düşünüyoruz.

Nasıl bir eğitimdi bu bahsettiğiniz?

G.G.: Biz Lecoq Pedagojisi üzerine eğitim aldık. Oyunumuzda ise bunun yanı sıra birçok farklı eğitim araçlarından beslenerek bunların farklı bir mozaiğini oluşturmaya çalıştık. Bizim maskelerle aldığımız Lecoq Pedagojisi eğitimi, ilk olarak, oyuncunun nötr maske aracılığıyla bedensel olarak kendisine dair zaman içinde geliştirdiği psikosomatik etkilerle bezenmiş, ruhun ve vücudun aldığı o şekli sıfırlayıp daha sonra bu temiz sayfaya yeni bir şey katabilmek üzerineydi. Nötr maske, oyunu büyütmek, oyunu açmak üzerineydi ve bir yandan da yaratıcı birçok egzersiz ve çalışmamız vardı. Daha sonra üstüne birçok maske ekledik. Sessiz maskeler, larva maskeler, yarım maskeler ki onlar tam maskelerden bambaşka bir dünyaya sahip. Çok daha arsız, konuşkan ve yırtıcı halleri var. Daha sonra groteski katarak karakterler yarattık ve en sonunda da clown çalıştık.

SANATÇIYI BAŞKA BİR YERDEN DÜŞÜNMEYE ZORLAYAN TİYATRO

Acaba bir tiyatro öğrencisine biraz daha evrensel hissettiriyor olabilir mi?

G.G.: Kesinlikle olabilir çünkü üniversitede okurken oyuncu bazen hocalarından aldığı eğitimi formüle etmeye çalışırken bulabiliyor kendisini. Ama aslında hem üzerine okuyabileceği hem de gerçekten daha uluslararası bir şekilde dirsek temasında olabileceği belirli teknikler olması benim çok hoşuma gitti. Önceden oyunculuk çalışırken bazı şeyler gözümü korkuturdu. “Hepsini nasıl hissedebilirim?” diye düşünürdüm. Hâlbuki bedenimizde aslında bunların hepsini taşıyoruz ve onların fiziksel eylem yoluyla doğalından gelmesi neticede beni çok rahatlatmıştı.

B.:Sözsüz oyunların kukla olsun maske olsun veya hiç bunlar olmadan da sözsüz oyun yapılabilir, şöyle bir standardı var diyeyim; oyunu performe eden kişilerin araştırması ve öğrenmesi gerekiyor bu işi nasıl performe edeceklerini. Ama seyirci zaten bu işi yüzde yüz biliyor. İşin aslında zor ve güzel tarafı da bu. Her birimiz, seyirci olarak, karşımıza birisi sözsüz performans için geçtiği anda anlatmak istediği her şeyi yüzlerce olasılık dâhil olmak üzere biliyor oluruz. Her hareketin bizde seyirci olarak inanılmaz anlamları var. Elbette kültürel kodlara göre değişiyor olabilir ama çoğunlukla çok büyük bir kısmı evrensel ve herkes o sessiz dili biliyor. Ve dolayısıyla sanatçıyı başka bir yerden düşünmeye zorluyor bu performansı yapmaya , anlatmaya aday olmak. Biz de çalışırken sadece Türkiye’de oynamayacağımızı düşünerek hareket dilimizi, kodlarımızı böyle kurmaya çalıştık. Tabii içinde elbette yerel dokunun özelliklerini taşıyan detaylar da var. Ama onun dışında genel olarak evrensel bir iş.

Anlıyorum, kültürleri de birbirine yakınlaştıracak bir dil… Peki genelde nelerden besleniyorsunuz?

H.Ş.: Ben oyunculuk dışında her şeyi yapıyorum. Bizim oyumuzun da yapımcısı olan Melis
İşiten’in yanında Yolo Entertainment şirketinde çalışıyorum. Bizim ülkede hemen hemen kimsenin sponsorluğu olan bir sanatçı hayatı yaşadığını söyleyemem. Daha çok nefes almak için oyun oynuyoruz, yani oyun olduğu günler nefes alıyoruz.

G.G.: Kendi adıma konuşacak olursam şu an yüksek lisans tezimi yazıyor olmam beni aktif tutuyor. Ulusal ya da uluslararası literatürü iyi kötü takip ediyorsunuz tabii. Bir yandan da teorik kısımdan da besleniyorum, bundan da keyif alıyorum. Onun haricinde motivasyonumuzu yüksek tutarak birlikte oluşturduğumuz yeni fikirler doğrultusunda yeni adımlar atmayı hedefleyerek beslediğimizi düşünüyorum hayatımızı.

B.:Ben üretme oburu bir insanım. Bir şeyler yapmazsam kendini rahatsız hisseden bir yapım var. Son bir yıldır ise kendimi verimli kullanmaya çalışıyorum. Bir süre de Türkiye’den uzaktaydım ve epey bir külliyat biriktirdim. Yani çok okudum, kendi alanım olan kukla ve maske alanında çeviriler yaptım. Bunlar üzerinde çalışıyorum son zamanlarda ve eksik olduğunu düşündüğüm Türkçe kaynak oluşturma konusunda bir idealim var. Değişik kültürlerdeki değişik teknikler ve bunların hem yapımı hem kullanımına dair yöntem ve pratikleri yayına çevirmeye dair bir idealim var. Bunun dışında da oyunumuz “Ahretlik” ve Gamze ve Hazal’ın daveti sayesinde yönetmenliğe bir adım atmış oldum. Şimdi yeni bir proje oluşumu var ve onun için de heyecan taşıyorum. Sabah kalkıyorum akşama kadar kukladır, maskedir; bende olay budur (Gülüyor).

Son olarak da bağımsız tiyatroların ayakta kalabilmesi için sizce ne yapmak lazım?

B.:Bunun için sanatçılar aslında yeterince uğraş veriyorlar, yeterince özveride bulunuyorlar. Bana kalırsa artık devletin bir şeyler yapması lazım. Devletin de bunu günü kurtarayım bakışıyla değil de çok sistematik, uzun vadeli bir yaklaşımla ele alması gerekiyor. Bizim bireysel olarak çözebileceğimiz durumu aşmış halde sorun sarmalı.

Oyunun Künyesi:

Yönetmen: Candan Seda Balaban

Oyuncular: Hazal Şahin, Gamze Güzel

Yapımcı: Melis İşiten / Yolo

Yapım Asistanı: Hazal Erdal

Yapım Koordinasyon: Ceren Sevinç / Berk Bekar

Asistan: Ebru Sayar

Reji Asistanı/ Ses Operatörü: Lena Seren Yeniyorgan

Kostüm Tasarım: Candan Seda Balaban

Dekor Tasarım: Cihan Aşar

Işık Tasarım: İsmail Sağır

Müzik: Savaş Balaban

Teaser / Afiş Fotoğrafları: Tolga Bayraklı

Sahne Amiri: Mesut Kaya

Paylaş.

Yazarın bütün yazıları için: Günsu Özkarar

Yanıtla