Dikkat Dikkat! Bu Bir “Son Çağrı”dır!

Pinterest LinkedIn Tumblr +

                         Rumeysa Ercan

Toplum olarak en son ne zaman iyi hissetmiştik hatırlıyor musunuz? Pandemi, ekonomi, siyasi krizler, patlamalar, yangınlar, depremler derken olayların gerçekliğini sorguladığımız travmatik bir bilinç bulanıklığıyla karşı karşıyayız. Üstelik maruz kaldıklarımızın yarattığı mide bulantısı, enflasyon nedeniyle yaşadığımız tat ve koku kaybı da eşlik ediyor bu duruma. Fiziken olmasa bile ruhen hasta hissediyoruz. Aklımızın bir ucundan hep “başka bir hayat ihtimali” geçiyor. Biraz tercih biraz da zorunlu olarak göçe doğru sürükleniyoruz ya da bekliyoruz yeniden baharın gelişini, ama “ya gelmezse” sorusu her zaman çirkin bir olasılık olarak duruyor köşede. Şu an tam olarak neredeyiz? Bir baharın arifesinde mi yoksa arafta mı? İlker Yasin Keskin’in yazdığı ve oynadığı, rejisinde Cüneyt Yalaz ve Duygu Dalyanoğlu’nun yer aldığı BGST Tiyatro yapımı “Son Çağrı” oyunu bize bu soruları derin derin düşündürüyor.

Havalimanının sterilize ve soğuk atmosferini yansıtan, sade ve minimal dekorlarla tasarlanan oyunda hem bireysel hem de toplumsal dertlerin içinde sıkışıp kalan beyaz yakalı Selim Özben’in gitmek ve kalmak arasında verdiği mücadele anlatılıyor. Her ne kadar kendisi büyük bir kararlılıkla yola çıkmış olsa da yüksek ateşi, halsizliği, mide bulantısı ve bilinç bulanıklığı nedeniyle gidebilecek durumda değil. Dış hatlar yolcu salonunda uçuşunu beklerken akrabası tarafından parasının gasp edilmesi de onu tamamen çaresizliğe itiyor. Selim Özben zaten içinden çıkamadığı bir durumla karşı karşıya iken iyice çıkmaza giriyor ve ne gitmeyi ne de kalmayı seçiyor, yani havalimanında kalmaya karar veriyor. Bu seçimi onu geçmişteki anılarına, buraya nasıl geldiğine, bu kararı nasıl aldığına kadar derin bir sorgulamaya götürüyor. Selim de aslında birçoğumuz gibi tutunamayanlardan… Bir beyaz yakalı olarak çalıştığı plazadaki yurt dışı yarışından başlayıp Gezi Parkı olaylarına, hayatını etkileyen toplumsal normlara, ilişkilerindeki yapaylığa, evliliğine, aile kurumuna ve onu sıkıştıran her şeye değinerek kendi geçmişiyle hesaplaşıyor. Selim’in geçmişine olan yolculuğunu havalimanında yapması ve hayatı boyunca ondan kurtulamayıp geleceğe yönelememesi oldukça manidar. Bu bağlamda havalimanı Selim’in arafta kaldığını imgeleyen somut bir metafor. Selim’in hikayesini izlerken yukarıda bahsettiğim hastalık hissiyatımıza dair birçok sebep buluyoruz kendimizde. Çünkü üzerimize çöken toplumsal anksiyete, ruhsal olarak bu semptomları yaşatıyor bize. Yazar İlker Yasin Keskin de böylesine bir bağlam üzerinden kurmuş oyunu. Selim’in uçağa alınmaması bu belirtiler nedeniyle oluyor ve oyunda Zeynep Okan’ın seslendirmesi ile canlandırılan Tuba Hanım karakterinin yönlendirmeleri Selim’in kararlarını büyük ölçüde etkiliyor. Her şeye rağmen hayata tutunabilmek için gerçek bir mücadele veren Selim’in başına gelen tuhaf olaylar bu trajik hikâye içindeki komedi unsurunu ön plana çıkarıyor. Zaman zaman kahkahalardan kendimizi alamadığımız oyun, toplumsal ve politik bir hiciv niteliğinde. Bu açıdan oyunun güncel bir bağlam üzerine oturtulmuş olması seyircinin dikkatini canlı tutarak, sahnedeki karakter ile seyirci arasındaki özdeşleşmeyi sağlıyor.

Oyuncu İlker Yasin Keskin oyun boyunca temposunu bir an bile düşürmeden oldukça dinamik ve enerjik bir şekilde sergiliyor bu performansı. Sadece Selim Özben’i de değil, iş arkadaşlarını, parasını gasp eden amcasını, kayınbabasını, aile üyelerini de birer birer canlandırıyor. Komik ve trajik unsurların bir araya geldiği performansta Selim’in hayat hikayesini ve onu göç etmeye zorlayan olayları izlerken kendisinin de bu düzenin içinde savrulduğuna şahit oluyoruz. Bir süre sonra onun da insani zaafları ortaya çıkmaya başlıyor ve eşini, işini, sosyal statüsünü bir anda kaybediyor. Bu sırada denemek istediği stand-up gösterisini anlatırken, seyirciye de interaktif bir alan açıyor. Ancak oyunun bu kısmına kadar hiç interaktif bir durum olmadığı ya da seyirciyle doğrudan bağlantı kuran yerler bulunmadığı için bu alan tepkisiz kalabilir, belki de oyunun tamamının içine interaktif alanlar serpiştirmek bu bölümü çok daha etkin kılabilir diye düşünüyorum. Selim Özben bu stand-up gösterisini “Biz bu kadarını hak etmedik!” söylemiyle bitiriyor. Bu cümle bir anda çınlıyor kulaklarımda, tam da bunca felaketin ardından olanları düşünüyorum, Selim karakterinin yaşadıklarından kendi hayatımı süzüyorum, e hadi çıkalım artık buradan diye haykırmak geliyor içimden! Ama her birimizin içindeki bu dur durak bilmeyen göç isteği de bizi başka yerlere sürüklemez mi diye düşünmeden edemiyorum. Göçün de bambaşka bir politik ve toplumsal sorumluluğu var elbette. Hala sahip çıkmamız gereken bereketli ve nice güzelliklerle dolu topraklarımız varken neden gitmek zorunda kalıyoruz diye sormadan edemiyorum. Selim’in olduğu havalimanında uçuş için son çağrılar yapılırken, önümüzdeki seçimler uyanıyor zihnimde hemen ve evet diyorum bu bir “Son Çağrı”!

BGST Tiyatro, politik duruşuyla hiçbir zaman çizgisini bozmayan ve tiyatroya sunduğu katkılarla birçok kişiye alan açan bir ekip. Pandemiden sonra sahnelenmeye başlayan Son Çağrı oyununun zamanlaması, düşündürdükleri ve sorgulattığı alanlar da yine seyircideki soru işaretlerinin altını çiziyor. Metinsel olarak yer yer fazla didaktik ve bazı bağlamların eksik kaldığını düşünsem de hem sahneleme hem de performans bakımından rengarenk bir iş çıkmış ortaya. İlke Hatipoğlu, Berke Hatipoğlu ve Günkut Güven’in yapmış olduğu ışık ve efekt uygulamaları da mekânsal bağlamda oyunun atmosferine katkı sağlıyor. Özellikle sahne tasarımında kullanılan dekorlar ve arkada yer alan çapraz ışıklandırmalar sterilize, soğuk, bol ışıklı ve ciddi görünen havalimanlarında hissetmemize yardımcı oluyor. Selim Özben bu havalimanında kendi geçmişine yolculuk yaparken, Tuba Hanım dışında dış uyaranlara da maruz kalıp, arada bir o ana dönse, çok daha etkileyici bir atmosferin oluşabileceğini düşünüyorum.

Oyundan çıkarken yine “biz bu kadarını hak etmedik!” repliği çınlıyor kulaklarımda toplumsal meseleleri ve kolektif geleceğimizi düşünürken, bütün bunların nasıl değişebileceğini de sorguluyorum. Yeniden seçimler geliyor aklıma ve düşünüyorum: Bu bir “Son Çağrı” ve bu kez sadece Selim için değil hepimiz için!

 

Paylaş.

Yazarın bütün yazıları için: Rumeysa Ercan

1 Yorum

Yanıtla