Craft Bomontiada´ın Bu Sezondaki Oyunları

Pinterest LinkedIn Tumblr +

Erdoğan Mitrani

Bu yazımda yerleşik mekânını Yapı Kredi sponsorluğunda Bomontiada´ya taşıyan Craft´ın, geçen sezondan devam eden ´Dalgakıran´la birlikte sahnelediği iki yeni oyundan söz edeceğim. İstanbul´un biletleri en hızlı tükenen, en zor yer bulunan tiyatrosu olduğundan, en yakın oyun tarihlerini belirtmiyorum; yer bulur bulmaz üçünü de mutlaka izleyin diyorum.

Craft Bomontiada´ın bu sezondaki oyunları

 ‘84 90 62 74 / Old Fools’

 “Birini sevmek, onu her zaman, her koşulda seveceğin anlamına gelmiyor. Hatta bazen bunu yapmak o kadar zorlaşıyor ki… Ama birini gerçekten seviyorsan, üstesinden geliyorsun. Bir şekilde bir yolunu bulup atlatıyorsun ve bu seni daha iyi biri.”

Son yılların en başarılı genç İngiliz yazarlarından Tristan Bernays’ın, 2018’de Southwark Playhouse’da prömiyer yapan, ödüller ve adaylıklar kazandıran ‘Old Fools’u metni Şimal Yalçın ile birlikte çeviren Çağ Çalışkur yönetmiş, ışık tasarımını Kemal Yiğitcanhareket tasarımını Salih Ustadekor tasarımını Melisa İncikostüm tasarımını Aslı Jackson üstlenmiş.

‘84 90 62 74 / Old Fools’ yıllar önce danslı bir eğlencede karşılaşan Tom’la (Olgu Baran Kubilay) Vivian’ın (İdil Sivritepe) yıllara yayılan birlikteliklerinin hikâyesi. Viv, yetenekli piyanist Tom’un biraz küstah, bir o kadar sevimli ve çekici cazibesinden anında etkilenir. İlk karşılaşmanın ardından görüşmeyi sürdüren ikili, birbirlerini yapbozun iç içe geçen parçaları gibi tamamladıklarını, birbirleri olmadan yapamayacaklarını anlar. Tom, Viv’i sıkışmış olduğu dünyasından çıkarırken Viv, Tom’un hayallerini gerçeğe dönüştürmeye ihtiyaç duyduğu güce, sığınabileceği eve dönüşür. Sevgilerinden aldıkları güçle, iyi ve kötü günlerinde engelleri aşmaya, birlikte kurdukları hayatı, hayalleri ayakta tutmaya çalışırlar. Avrupa’da yaşarlar, kızları Alice doğar, Tom Alice’e her yaşında müthiş iyi babalık yapar, zamanla Alice büyüyüp ailesini kurar.

Viv endişeyle, Tom’un bir ara dikkatinin dağıldığını, kafasının karıştığını, kaybolduğunu fark eder. Tom, hızla normale döner ama bir süre sonra bazı nesneleri tanımamaya, baktığında saatin kaç olduğunu anlamamaya başlar. Testler yapılır, tanı Alzheimer’dır. Tom, kendi beyniyle savaşırken Viv, sevdiği kişi müşterek anılarıyla birlikte yok olurken, bir sonraki anın hatırlanmama olasılığına karşın onu sevmeye devam etmenin mücadelesini verir.

Öykü, iç içe geçmiş flashback ve flashforward’larla zamanda ileri geri gidişlerle gelişir.

Zamansal doğrusallıktan uzak, kronolojisinin kırılmış anlardan oluşması, tüm bilinci şimdiki zamanla sınırlanmış, geçmişin anılarını ve yüzlerini kimi zaman pırıl pırıl, kimi zaman aşırı bulanık anımsayan Alzheimer’lının belleğini yansıtır.  İdil Sivritepe arada bir Viv olmayı bırakıp Alice’i de canlandırdığından izleyici, sevgi dolu üçlünün mücadelesini, hastalığın ağırlaşmasını, Viv’in artık gitmiş Tom’a bakıcılık yapmasını fiilen onlarla birlikte yaşar.

Çalışkur, yönetmenlik dersi olabilecek sahnelemesinde, bu mahrem hikâyeyi seyircilerin arasında var eder. İzleyici önce, içkisini satın alıp yudumlayacağı, birlikte laflayabileceği, içeceğini salona götürebileceği piyano bara alınır. Oyun başlarken piyanonun başına oturan Tom, kusursuz İngilizce ve nefis bir sesle baladını söyler, peşinden hep birlikte oyun alanına geçilir. Üçer sıradan oluşmuş iki karşılıklı amfiye oturulur. Oyun iki amfinin sıralarının geniş aralarında, bazen iki amfi arasındaki dar koridorda oynanır. Viv ile Tom seyirciyle doğrudan iletişime geçmeseler de tüm olayların onların arasında iç içe yaşanması, izlenceyi interaktif konuma getirir.

Zamansal atlamaların sadece ışık tasarımıyla verildiği oyunda, Olgu Baran Kubilay ile İdil Sivritepe, ikilinin gençliklerinden yaşlılıklarına yaşadıklarını, giysi ve makyaj değiştirmeden yansıtırlar. Eş, evlat, doktor arasında gidip gelen İdil, bedeni, nefes alması, sevecenliği, kızgınlıkları, tokatlamaları ağlamaları ve benzersiz gülümsemesiyle olağanüstüdür. Karizmatik Tom’dan, olgun ‘cool’ babaya, kaybolmaktan ve anılarıyla birlikte sevdiklerini kaybetmekten korkan adamdan, neredeyse bitkisel hayattaki Tom’a ustalıkla, nefes alır gibi rahatlıkla gidip gelen Olgu Baran müthiştir.

Yaşanılan güzel anların içindeyken, bir daha yaşanmaları mümkün olmayabileceklerinden, onları kutlayarak coşkuyla yaşamamız gerektiğini hatırlatan sağlam bir metinden yola çıkan görkemli bir görsel işitsel gösteri. Sezonun kesinlikle en iyilerinden.

‘Sanctuary City / Sığınak’

“Sığınak aidiyet üzerine bir oyun. Bir şehir, bencilik, ötekiler, yalnızlık, ayrılık, çaresizlik, çok yalnızlık, vatandaşlık, çok ama çok yalnızlık… Belki ilk aşk, belki fazlası.”

‘Cost of Living’ oyunuyla Pulitzer Drama Ödülü kazanmış Polonya doğumlu Amerikalı oyun yazarı Martyana Majok, ABD’ye çocukken göç etmiş, göçmenlerin çok dilli, kültürlü işçileri arasında büyümüş. Yapıtlarında göçmenlerin, mültecilerin, arzularıyla dürtüleri kısıtlanmış bireylerin, işçi sınıfının, engellilerin sesini duyurur, sınıfsal sorunlarını, özlemlerini, yalnızlıklarını, iletişim kuramayışlarını yansıtır.

İlk 2020’de sahnelenen ‘Sanctuary City / Sığınak’, yurttaşlığa yeni kabul edilmiş yeniyetme bir kızın, yasal statüsü olmayan yakın arkadaşıyla evlenmeye niyetlenmesi üzerinden kişiselle toplumsalı ustalıkla harmanlar.

Hira Tekindor’un çevirdiği, sahne ve kostüm tasarımlarını Ceyda Balaban’ın, müzik, ses ve efekt tasarımını Ömer Sarıgedik’in üstlendiği oyunu yöneten İbrahim Çiçek, ışık tasarımını da Ceyda Balaban’la birlikte yapmış.

2001-2006 arasında geçen ‘Sığınak’, ara verilmeden, birbirinden kısa bir karartma ile ayrılan iki bölümden oluşur. Enstantane fotoğraf gibi kısacık sekanslardan oluşan, kesik ‘staccato’ diyalogların tekrarlandığı, zamanda ileri geri giden ilk bölüm, 17-21 yaşlarındaki iki kankanın özellikle lise yıllarına odaklanır, sağlam ve derin arkadaşlıklarını yansıtır. İkilinin yasal kimliksizliğini belirtmek amacıyla kadına G (Selin Şekerci), erkeğe de B (Uğur Uzunel) adları verilmiş.

G’nin yaralı elinin pansumanından, B’nin işinin elemanlarına, duvarlardan mobilyalara, tamamen iplerden oluşan benzersiz dekor, kaçak göçmenler B ile annesinin yaşadığı, G’nin, annesine ve kendisine şiddet gösteren üvey babadan kaçıp neredeyse devamlı kaldığı bir sığınaktır. Bütün sığınaklar gibi sığınanları dış dünyaya karşı koruyan, ancak dışarıda tehlikeye atılmamaları için onları bağlayan, sarıp sarmalayan bir hapishanedir.

9/11’den sonra sıkılaşan göçmen karşıtı ortamda yakalanmaktan, lise sondaki oğlunun da sınır dışı edilmesinden korkan B’nin annesi ülkesine geri döner. G yalnız kalan B’nin yanına taşınarak tüm maddi ve manevi desteği vermeye çalışır. Daha yakınlaştıkları, karşılıklı sevgiye dayanan mahrem ilişkileri, aynı yatağı paylaşsalar bile kesinlikle cinsel değildir.

Annesi kocasından gizli Amerikan vatandaşı olmayı başararak adamı terk ettiğinde reşit olmayan G, otomatik olarak vatandaş olur ve Boston’da üniversiteye kaydolur. Gitmeden önce, notlarına karşın kimliksizliği sebebiyle üniversite şansı olmayan B’yle, ilk tatilinde dönerek kâğıt üzerinde evlilik yapacağını söyler.

Kısa bir karanlık… İkinci bölüme geçilir.

G döner ama dönmesi B’yi memnun etmek bir yana, huzurunu bozar. Çünkü birkaç ay değil 3,5 yıl geçmiş, G arada B’yi arayarak, yakalanırlarsa beş yıl hapis ve 250 bin dolar ceza korkusuyla evlilikten vazgeçtiğini belirtmiştir.

G fikir değiştirdiğini, evliliği gerçekleştireceğini söyler ama B’de önemli bir değişiklik vardır. Hayatında göçmen bir ailenin Amerika’da doğmuş oğlu, yasal birinci kuşak Amerikalı Henry (Ulvi Kahyaoğlu) vardır. B ve kendisinden birkaç yaş büyük Henry, birbirlerine âşıktırlar; Henry, B ile evlenmek istese de eşcinsel evliliği henüz ABD’de yasalaşmış değildir. Kabul edildiği tek eyalet Massachusetts vatandaşlık vermemektedir.

İlişkinin ikiliden ayrıksı bir üçlüye döndüğü durumda B’nin gelecek umudu var mıdır? G ihtiyaç duyduğu resmi belgeyi verebilecek midir?

Ötekileştirmeye karşı kesin tavır alan, göçmenlik, farklı cinsel kimlik gibi iki tabuyu birlikte irdeleyen ‘Sığınak’, çok sağlam metni, parlak oyuncu yönetimi, görsel ve işitsel çarpıcılığıyla sezonun bir diğer ‘kaçırılmaz’ı…

Mutlu ve huzurlu bir bahar dilerim.

Şalom

Paylaş.

Yazarın bütün yazıları için: Erdoğan Mitrani

Yanıtla