Bağımsız Kamusal Entelektüel Olarak Ömer Faruk Kurhan

Pinterest LinkedIn Tumblr +

Tarih: 4 Aralık 2022

Yer: Boğaziçi Üniversitesi Demir Demirgil Salonu (ÖFB)

Düzenleyen: BGST, BÜO, BÜFK, Mimesis

Etkinlik Komisyonu: Alişan Akpınar, Aysel Yıldırım, Beyzanur İyitütüncü, Diler Özer, Maral Çankaya

SUNUŞ

2021 yılında aramızdan ayrılan tiyatrocu, yayıncı ve yazar Ömer Faruk Kurhan anısına düzenlenen ‘Ömer Faruk Kurhan Kültürel Çoğulculuk ve Sanat Günleri’nde bir araya geldik. Boğaziçi Gösteri Sanatları Topluluğu (BGST), Mimesis, Boğaziçi Üniversitesi Oyuncuları (BÜO) ve Boğaziçi Üniversitesi Folklor Kulübü (BÜFK) tarafından ortak düzenlenen etkinlik 4 Aralık 2022 tarihinde Boğaziçi Üniversitesinde gerçekleştirildi.

Tiyatrocu, yayıncı ve yazar Ömer Faruk Kurhan, ortaöğrenimini Galatasaray Lisesi’nde, lisans eğitimini Boğaziçi Üniversitesi Felsefe Bölümü’nde, yüksek lisans eğitimini İstanbul Üniversitesi Tiyatro Eleştirmenliği ve Dramaturji Bölümü’nde tamamladı. Aktif olarak sahne sanatları alanına Boğaziçi Üniversitesi Oyuncuları (BÜO) döneminde giriş yaptı. 1989’da yayın hayatına başlayan Mimesis’in kurucu kadrosu içinde yer aldı. 1995-2000 yılları arasında Boğaziçi Gösteri Sanatları Topluluğu (BGST) Genel Sanat Yönetmenliği görevini üstlendi. 2000-2005’te, Kürtçe ve Türkçe yayıncılık yapan Aram Yayınları’nda editörlük, İngilizce’den Türkçe’ye çeviri ve redaksiyon alanlarında faaliyet gösterdi. Aynı dönemde, İstanbul Eğitim-Sen bünyesinde kurulan Tiyatro Eğitim-Araştırma Birimi’nde (Eğitim-Sen TEAB) kolektif ya da açık kaynak (open source) dramaturji, oyun yazımı ve sahneleme ekseninde eğitim ve danışmanlık görevlerini üstlendi. 20 yıla yayılan tiyatro deneyimini, 2006 yılında, Tiyatroda 20 Yıl adlı çalışmasında özetleyip kitaplaştırdı.

Yaşamını özgürlükçü kültür sanat hareketlerinin oluşumuna adamış, toplumsal aydınlanma yoluna ışık tutan Ömer Faruk Kurhan, örnek bir entelektüel ve bir kültür sanat emekçisiydi.

Bu sene ilki düzenlenen bu anma etkinliğiyle onun geliştirdiği eğitim ve üretim anlayışının tanınması, yaygınlaşması ve geliştirilmesine katkıda bulunulması amaçlandı. Etkinlik kapsamında iki panel gerçekleşti. Ömer Faruk Kurhan’ın hayatı boyunca emek verdiği ‘Kolektif Oyunlaştırma’ ve ‘Kültürel Çoğulculuk’ çalışmaları, bu panellerde ayrıntılı bir şekilde ele alındı. Bu dosyada, panellerde yapılan sunumların metinleri bir araya getirilmiştir.

Açılış Konuşması:

BAĞIMSIZ KAMUSAL ENTELEKTÜEL OLARAK ÖMER FARUK KURHAN

Alişan AKPINAR

Ömer Faruk Kurhan, 20. yüzyılın önemli entelektüellerinden Bertrand Russell, Noam Chomsky, Edward Said ve Immanuel Wallerstein gibi isimlerin temsil ettiği ‘bağımsız kamusal entelektüel’ geleneğe bağlı bir entelektüel olarak görülebilir. Bağımsız kamusal entelektüel tavır, aslında sistemin ya da muhalif yapıların entelektüele dayattığı konuma karşı bir duruşu ifade eder; iki yüz yıldır entelektüellere dayatılan konumların dışına çıkmak ve yeni bir tutum almak anlamına gelir. Wallerstein bunu 21. Yüzyılda Siyaset (Wallerstein, 2004) adlı kitabında açık bir şekilde anlatır ve oldukça aydınlatıcı bir çerçeve sunar.

Sistemin elbette entelektüellere ihtiyacı vardır. Bu nedenle sistem entelektüeller için, liberal öncüllerin işlediği varsayılan bir alan açar. Bu alanda entelektüellerin özgür olduğu ve istedikleri gibi üretimde bulunabilecekleri söylenir. Ancak entelektüellerin görevinin ne olduğu konusu, kritik bir tartışmaya dönüşür. Son iki yüzyılda egemen kılınan bakış açısına göre; entelektüelin alanı hakikatle sınırlıdır. Entelektüel hakikati arar, bunun için alanına ait yöntemleri kullanır ve bulduğu hakikati paylaşır. Bundan sonrası ve bunun ötesindekiler onu ilgilendirmez. Bu aslında kendiliğinden bir ‘iyi’ inşa etmektir zaten.

Değerler alanı ise entelektüelin çalışma alanının dışındadır. Değerler alanı ya da kamusal meseleler siyasetin konusudur. Entelektüel ne olduğuyla ilgilenir; ne olması gerektiği kaçınılmaz olarak bir değerler tercihi sorunu doğuracaktır -ki entelektüel bundan uzak durmalı ve tarafsız konumunu ne pahasına olursa olsun korumalıdır. Bu bakış açısı entelektüellerin işlevine dair hâkim konumunu son iki yüz yıldır korumaya devam etmektedir.

Ömer Faruk Kurhan bu tartışmaya yeni bir kavramla katılır. Devlet, sistemin sürekliliği açısından akademisyenler, öğretmenler, sanatçılar, yazarlar vb. orta sınıf entelektüeller için belirli bir alan açmak durumundadır. Ömer, bu alanı ‘alt-liberal’ alan olarak isimlendirir. Ömer’e göre bu alanda entelektüellerin özgürce üretim yaptıkları bir mitten ibarettir. Şöyle der bir yazısında Ömer: “Alt-liberalizmin kapitalist sistemin asli bir örgütlenme tarzı olduğunu gözlemlemek zor değildir. Burjuva liberalizmi bir mittir; gerçekte, özgürlük vaadi içeren alanlar denetim altında tutulur ve sistem karşıtı ya da sistemi tehdit edecek bir karakter edinmemeleri için dikkatle gözlenir, gerekirse yaptırım uygulanır.” (Kurhan, 2005: 26)

Sistemin entelektüeller için açtığı alt-liberal alanın sınırları aslında nettir. Bu sınırları aşmaya kalkarsanız sonuçlarıyla karşılaşırsınız. Belki bugün baldıran zehiri içmeye zorlanmazsınız ya da engizisyon ateşinde direğe bağlanarak yakılmazsınız, ancak sistemin bu sınır aşımlarını cezalandıracak pek çok yolu ve yöntemi vardır. En başta da sunulan konfor alanının kaybı söz konusudur. Eğer entelektüelin yaşadığı ülkede liberal demokratik kurumlar zayıfsa, hapis ve benzeri ağır cezalar sıkça karşılaşılan bir durumdur.

Entelektüelin görevinin yukarıdan aşağı işçi sınıfına bilinç taşımak ve devrime hizmet etmek olduğunu vurgulayan Leninist örgütlenme anlayışından esinlenen muhalif yapılar, bunun karşısında konumlanır. İşçi sınıfı kendiliğinden bir bilince sahip değildir. Dolayısıyla devrimin gerçekleşmesi için işçi sınıfının bu bilince ulaşması gerekir ve entelektüelin görevi bu işlevi yerine getirmektir. Hatta gerekirse işçi sınıfının iyiliği gözetildiği için manipülasyon yöntemleri bile kullanılabilir. Antonio Gramsci bu bakışı eleştirerek ‘organik aydın’ (Mc Laren vd., 2011: 238) tezini geliştirmiştir.

Gramsci’ye göre her sınıf kendi organik entelektüelini üretmek durumundadır, bu nedenle işçi sınıfı da kendi organik entelektüelini üretecektir. Şöyle der Gramsci, “Halk hisseder ama bilmez, entelektüeller ise bilir ama hissedemez” (Mc Laren vd. 2011: 239) Bu nedenle, yukarıdan aşağıya halka bilinç taşınamaz. Entelektüel, halkla birlikte onunla iç içe olmalı ve kendi sınıfının bilgisini ve kavrayışını üretmelidir. Ancak Gramsci’nin bu eleştirileri de parti veya örgütle entelektüel arasındaki ilişkide karşılıklı bağımlılık beklentisini değiştirmedi. Entelektüelin hangi sınıfın yanında olduğunu seçmesi gerektiği ve eğer işçi sınıfının yanındaysa yerinin komünist partisi olduğu fikri, hakimiyetini korudu.

Muhalif bir yapıya giren entelektüel aslında ikincil bir role sahiptir. Var olan muhalif yapının siyasal amacı elbette birincildir. Örneğin burası bir sendikaysa entelektüelin görevi işçilerin temel haklarının gelişmesi ve işçilerin bilinçlenmesi için mücadele etmektir. Eğer burası devrimi hedefleyen bir partiyse, entelektüel, devrim hedefi için çalışmalıdır. Entelektüelin görevi ikincildir ve bu anlamda yapının hiyerarşisi doğrultusunda yüksek siyasetle bir bağımlılık ilişkisi geliştirmek zorundadır. Ömer bu durumu himaye ya da bastırılma ikilemi olarak tarif ederdi. Ya içinde bulunduğunuz yapının hiyerarşisini kabul ederek yüksek siyaset alanıyla bir himaye ilişkisi kurarsınız ya da bunu reddederseniz ve karşılığında bastırma pratikleriyle yüzleşirsiniz. Bu durumda entelektüel nasıl bir tutum alabilir? Ya bu alanı terk ederek sistemin onun için açtığı alt-liberal alana geri döner, ya da himaye ilişkisini kabul eder ama yaramaz/haşarı çocuk rolünü oynamaya devam eder -ki özellikle muhalif yapılarda entelektüelin haşarılığı müsamaha ile karşılanan bir durumdur. Wallerstein bu durumu “yağmurdan kaçarken doluya tutulmak” olarak tarif eder. Ömer ise bu durum için, “tuzak içinde tuzak, oyun içinde oyun var” derdi ve bu iki bakış açısını da reddederdi.

Peki bu iki seçeneğin dışında üçüncü bir yol var mıdır? Üçüncü yol, bağımsız kamusal entelektüel tavrı ve pratiğidir. Bu tavır hiyerarşik yapıların belirlediği üretim ilişkisini reddettiği için bağımsız olmayı tercih eder. Pierre Bourdieu buna “entelektüel alanın özerkliğini savunmak” (Swartz, 2002: 288) der. Kamusal alanın entelektüelle ilgisi olmadığı savını kabul etmez ve değer-tarafsızlığı reddeder. Entelektüel, çok küçük bir azınlığın çıkarına hizmet eden sistemi karşısına alarak ahlâki bir tercihte bulunur ve daha özgürlükçü, daha demokratik ve daha eşitlikçi bir dünya tasavvurunu ahlâki olarak savunur.

Ancak bu konum bağımsız kamusal entelektüele bazı sorumluluklar yükler. Bu sorumlulukların en önemlisi, bireyci ya da grup merkezli bir anlayışa saplanmamak için bağımsız kurumlar yaratma zorunluluğudur. Aslında Ömer’in tüm hayatı boyunca bu sorumlulukla hareket ettiğini söylemek abartı olmaz. Bir kültür sanat emekçisi olarak, her zaman bağımsız kültür-sanat örgütlenmeleri kurmanın zorunluluğundan söz etmiş ve bunun için mücadele etmiştir. Bir yazısında konuyla ilgili şunları söyler: “Yüksek siyasetin egemenlik talebine karşı direniş nasıl gerçekleştirilebilir? Kültür- sanat faaliyetlerinin sorunu politik olması, ama işlevsel ve örgütsel olarak yüksek siyasetin damgasını vurduğu iktidar mekanizmalarının dışında konumlanamamasıdır. Dolayısıyla kültür-sanat aktivistleri genelde bir ikilemle karşı karşıya kalırlar: Ya himaye edilmenin bir yolunu bulacaksın ya da susacaksın. Bu ikilemin üstesinden gelecek üçüncü bir seçenek vardır elbette: Yüksek siyaset kurumlarının denetimi karşısında kültür-sanat faaliyetlerinin öz gücü eksen alan bir örgütlülüğe kavuşturulması. Bundan kasıt ‘sanat sanat içindir’ şeklinde özetlenebilecek ve kamusal alanın ötesinde de-politik bir faaliyet evreninin ve kültür politikasının inşası değildir. Amaç, kültür-sanat faaliyetlerinin politik fonksiyonunu hesaba katarak iş gören ve himaye/bastırılma ikilemini aşma çabasında demokratik bir kültür-sanat evreninin inşasıdır” (Kurhan 2004: 15). Bu örgütlenmenin hiyerarşi üretmeyen, öz yönetimi esas alan demokratik yapılar olarak davranması gerektiğini savunur Ömer. Bu yapılar farklılıkları barındıracak hukuksal bir çerçeveye sahip olmalı ve eğitim-araştırma perspektifiyle kamusal açılımı temel alan aydınlanmacı bir tavrı benimsemelidir.

Ömer’in bu noktada üstünde durduğu başka bir şeyse kolektif üretimin teşvik edilmesidir. Çünkü zamanımız artık büyük entelektüellerin zamanı değildir. Entelektüel üretimin kolektif olarak yapılması gerekmektedir. Bourdieu bunu ‘müşterek entelektüeller’ kavramıyla tanımlar ve şöyle açıklar: “Eleştirel düşüncenin bütün görkemli yapısı bu yüzden eleştirel yeniden inşaya ihtiyaç duymaktadır. Bu yeniden inşa işi, geçmişte bazılarının düşündükleri gibi, tek bir büyük entelektüel, kendi tekil düşüncesinin biricik kaynaklarıyla donatılmış usta bir düşünür veya bir grup ya da kurumun sesi, sendikası, partisi vb. olmayanlar adına konuşacağı varsayılan resmi sözcüsü tarafından yapılamaz. Burası müşterek entelektüelin, gerçekçi ütopyaların ortak üretimi için toplumsal koşulları yaratarak kendi değiştirilemez rolünü oynayabileceği andır” (Swartz, 2022: 243)

Peki neydi Ömer’in gerçekçi ütopyası? Bana kalırsa Tiyatroda 20 Yıl kitabında bunu açıkça söylüyor: “Öncü ve alternatif nitelikte bir ilişkiler ağı ve üretici süreçler örgütlemek gerçekten mümkün mü, yoksa bir hayalin peşinde koşarak kendimizi mi aldatıyoruz? Bu soruyu sorduğumuzda, 1980’lerde tartışmaya başladığımız meselelerin, aradan yaklaşık yirmi yıl geçtikten sonra tekrar karşımıza çıktığını anlıyoruz. Kestirmeden ve kolaycı bir şekilde vaat edilmiş topraklara ulaşmak için yola çıkanlar, zaten aldanmaya ve aldatmaya mahkumdular. Buna karşılık, gerçek dram sanatçılarından, çatışmalı dünya kurgularından el çekmeleri ya da problem inşa etmeyi bırakmaları nasıl beklenebilir ki?” (Kurhan, 2007: 141)

Bağımsız, öz yönetime dayalı ve kolektif üretimi temel alan kültür-sanat ve bilgi yapıları kurmanın, yıllardır entelektüellere dayatılan ikilemin dışına çıkmak için tek çıkış yolu olduğunu düşünürdü Ömer. Bu nedenle de tiyatroya başladığı günden itibaren yönetmen tiyatrosu anlayışına sıcak bakmamıştır. Bunun yerine her aşamasında kolektif üretimin gerçekleştiği bir tiyatro anlayışını savunmuştur. Bugün ilk panelimizde Ömer’in ‘kolektif oyunlaştırma’ olarak adlandırabileceğimiz bu anlayışını tartışacağız. Neredeyse kırk yılı bulan tiyatro serüveninde, yönetmen tiyatrosunu reddeden bu anlayışın nasıl geliştiğini, ne tür sorunlarla karşılaştığını ve bu deneyimlerin bugün bize ne söylediğini konuşacağız.

Edward Said, Şarkiyatçılık kitabının yeni baskılarından birine yazdığı önsözde şunları söyler: “Dahası, hümanizm diğer yaşamlarla, diğer toplumlarla ve dönemlerle bir cemaat ruhu içerisinde sürdürülebilir. O halde, kesin olarak ifade etmek gerekirse yalıtılmış bir hümanist diye bir şeyden söz edilemez. O halde Ortadoğu ve başka yerlerde uzun zamandan beri hüküm süren karşılıklı düşmanlığa dayalı basitleştirici ve sınırlandırıcı modellere alternatif modeller önermek, bağımsız entelektüeller için her zaman yaşamsal bir ihtiyaç olarak görünmektedir” (Said, 2005: 70). Ömer Faruk Kurhan, İstanbul’a yerleşmiş Kürt bir aileden geliyordu. Önce Galatasaray Lisesinde sonra da Boğaziçi Üniversitesi Felsefe bölümünde eğitim gördü. Evrensel entelektüel perspektife her zaman büyük saygı duydu. Ancak Ortadoğulu bir entelektüel olarak Kürt kimliğini hayatının merkezinde tuttu. Peki Kürt kimliğini merkeze alan evrensel bir entelektüel duruş geliştirmek mümkün müydü? Bana kalırsa Ömer, bunun mümkün olduğunu gösteren çok önemli bir örnek olarak karşımızda duruyor.

‘Kültürel çoğulculuk’ kavramı onun hayatı boyunca giriştiği çalışmalarda kilit bir rol oynadı. Burjuva liberalizminin bir mit olduğunu düşündüğü gibi, dünyanın bağımsız ulus devletlerden oluştuğu fikrini de bir mit olarak görüyordu. Bugünkü dünyada sistemi elinde tutan büyük imparatorluklar ve bu imparatorluklara şu ya da bu şekilde bağımlı olan devletler mevcuttur. Hâkim kapitalist dünya sistemi zaten yukarıdan aşağı küreselleşme ile dünyadaki tüm farklılıkları asimile etme işine girişmiştir ve ulus devlet formları bu anlayışın ajanlıklarını üstlenmişlerdir. Dolayısıyla Ömer’e göre, ulus devletçi bir paradigmanın insanlık açısından daha özgür, daha demokratik ve daha eşitlikçi bir dünya yaratma ihtimali yoktur. Bunun yerine, kültürel çoğulcu bir toplum tasavvurunu öne çıkarır Ömer. Neo-liberal çok kültürlülüğün sunduğu gettolaşma ya da asimilasyon ikilemini reddeder. Bunun yerine farklı toplumların sadece yan yana değil, iç içe ve etkileşim halinde yaşamalarını öngören kültürel çoğulcu perspektifi geliştirmek ve uygulamak için emek sarf edilmesi gerektiğini vurgular. Bugün ikinci panelimizde Ömer’in kültürel çoğulcu perspektiften kastının ne olduğu ve daha önemlisi hayatı boyunca bu konuda geliştirdiği deneyim alanlarını konuşacağız. Bu kapsamda ‘Kültürel Çoğulcu Tiyatro Günleri,’ ‘Kardeş Türküler Projesi’ ve Aram yayınları çevresinde emek verdiği ‘Demokratik Aydınlanma’ çalışmalarına dair sunumlar yer alacak.

Ömer’in bütün hayatı boyunca üstüne düşündüğü ve çalıştığı bazı sorularla bitirmek istiyorum: “Öncü ve alternatif nitelikte bir ilişkiler ağı ve üretici süreçler örgütlemek gerçekten mümkün mü?” “Öz yönetime dayanan, öncü, bağımsız, demokratik ve alternatif okullaşmayı hedef alan aydınlanmacı üretim yapıları kurabilir miyiz?” Ömer her zaman bunun bir olasılık olduğunu düşündü ve gerçekleşmesi için emek harcadı. Bu sorulara evet ya da hayır şeklinde spekülatif cevaplar vermenin bir anlamı yok. Burada asıl mesele, bu olasılığın gerçekleşmesi için emek sarf edip etmeyeceğimizdir.

Amacımız bu anma etkinliğini her yıl gerçekleştirmek. Sadece çok sevdiğimiz bir dostumuzu, arkadaşımızı hatırlamak değil niyetimiz. Ömer Faruk Kurhan’ın tüm hayatı boyunca geliştirmeye çalıştığı bağımsız kamusal entelektüel tavrı, geliştirdiği kavramları, çalışma ve üretim biçimlerini tartışmaya açmayı ve gündemleştirmeyi hedefliyoruz.

KAYNAKÇA

Kurhan, Ömer Faruk, Tiyatroda 20 Yıl, Bgst Yayınları, İstanbul 2007.

……………………, ‘Kürt Aydınlanması ve Alt-Liberalizmin Tükenişi’, Vesta Dergisi, sayı: 6, İstanbul 2005, s. 26- 32.

……………………, ‘Alternatif Okullaşma İhtiyacı’, Vesta Dergisi, sayı: 3-4, İstanbul 2004, s. 15- 25.

McLaren Peter-Gustavo Fischman-Silvia Serra- Estanislao Sntelo, ‘Gramsci Hayaleti: Devrimci Praksis ve Adanmış Aydın’, Gramsci ve Eğitim içinde Ed: Carmel Borg-Joseph Buttigieg- Peter Mayo, Kalkedon Yayınları, İstanbul 2011.

Said, Edward, ‘Şarkiyatçılığa Önsöz’, Vesta Dergisi, sayı: 6, İstanbul 2005, s. 67- 73.

Swartz David L., Simgesel İktidar Siyaset ve Entelektüeller-Pierre Bourdieu’nün Siyaset Sosyolojisi, Fol Yayınları, İstanbul 2022.

Wallerstein, Immanuel, 21. Yüzyılda Siyaset, Aram Yayınları, İstanbul 2004.

Paylaş.

Yanıtla