“Hiç Yara Almadan Geçemezsin Aynadan”

Pinterest LinkedIn Tumblr +

Hakkı Yüksel

6 Şubat sabahı, eğer üzerinizde bir beton soğukluğu ve baskısı olmadıysa muhtemelen sıcak yataklarınızda uyandınız. O gün ne olduğunu hatırlıyor musunuz? Cevabınız “evet” olacaktır. Peki ne hissettiğinizi?

Bütün güneydoğuyu etkileyen büyük Kahramanmaraş depremi üzerinden henüz bir yıl bile geçmedi. Sabah kalktığımda alarmımı susturmak için telefonu almış, sonra da miskince sağa sola dönüp dururken twitter’ı kurcalamış, haberi görmüştüm. Ve sonraki haftalarımı, çoğu insan gibi büyük bir çaresizlik içinde debelenip durarak, ne yapabileceğimi düşünerek geçirmiştim. Sanki hayat artık eskisi gibi olmayacaktı. Olmamalıydı. Peki ne oldu? Hayat eskisi gibi… Unuttuk.

Unutmak bizi yaşatmaya devam eden bir savunma mekanizması. Ama biz bu ülkede her şeyi, üzerinde gerçek bir tartışmaya girmeden, çözüm üretmeden unutuveriyoruz. Tıpkı bir ölünün yasını cesaretle tutmak yerine onun öldüğünü yok saymak gibi… Böyle yapınca da o ölü hep bizimle kalmaya devam ediyor ve geçmişin hortlaklarıyla yaşayıp tarihi tekerrür ede ede, aynı acıları yaşaya yaşaya olduğumuz yerde dönüp duruyoruz.

Sanırım bulunduğumuz coğrafyanın en büyük trajik çıkmazı bu: Bilerek yaşayamıyoruz. Ama unutarak da yaşamayayız. “Yapamayız, çünkü yapamaz insan.” İdea Performance prodüksiyonu ile Berk Kaya’nın yenilikçi ve özgün kaleminin ürünü olan, bilmek ve unutmak çatışması üzerine kurulu Aruz Vezni adlı oyun, sahne üzerinde hem toplumumuzun hem de bireyin işte bu büyük çıkmazını hınzırca kaşıyor. Kanatırcasına değil de gıdıklayarak…

Oyun, iki taburenin ortasındaki masanın üstünde yüzüstü uzanmış Eray Karadeniz’in canlandırdığı “Aruz” ve masanın altında sırtüstü uzanmış Haluk Deniz Aydın’ın canlandırdığı “Vezni” karakterlerinin ters yüz halleri ve arkalarındaki ışıklı ayna ile açılıyor. Seyirciler yerlerine otururken salonda duyulan ses Nejat Uygur’un Zamsalak oyunundan bir kayıt. Kayıtta Nejat Uygur, Bahri Beyat ile meşhur atışmalarından birini yapıyor. Dinletilen bu kayıt, izleyicisine sahnede gördükleri kişilerin aslında modern tiyatroya uygun birer “karakter” değil de Nejat Uygur- Bahri Beyat gibi Kavuklu- Pîşekâr ve Karagöz- Hacivat geleneğine dayanan birer oyun kişisi olduklarının önsemesi niteliğinde. Aruz’un, Karagöz mukaddimesinde Hacivat’ın Karagöz’ü perdeye daveti gibi “Hay Hak!..” diyerek Vezni’yi uyandırması da bu ön bilgiyi pekiştiriyor.

Aruz ve Vezni adındaki oyun kişilerini, sadece “modern Karagöz- Hacivat” ya da “günümüz Kavuklu- Pîşekâr”ı olarak değerlendirmek hem Aruz’a hem de Vezni’ye büyük haksızlık olur. Sunuş anlamında ve biçemsel bazda geleneksel tiplerimizle benzerlikler taşısa da sahne üzerinde tanıdığımız bu yeni ikili, toplumsallık düzleminde oldukça ayrı bir noktada konumlandırılıyorlar. Kişilerin içsel, birbiri ile, yaşadıkları hayat ve oynadıkları oyun ile girdikleri çatışmalar, çok başka bir düzlemden, ustaca kurgulanıyor. Çağrıştırdıkları, sadece geleneksel tiyatro tiplerimiz değil. İkili bize açıktan veya gizil yolla bazen Brecht bazen Beckett kişilerini anımsatıyor. Hamm ve Clov’un ya da Estragon ve Vladimir’in gölgeleri oyuncularımızın yüzüne vuruyor.

Oyun ve yaşam döngüsünün içinde debelenen Aruz ve Vezni, takım elbiseleri, renkli çorapları ve belleksizlikleri ile karşımıza çıkıyor. Unuttukları, hatırlayamadıkları yaşanmışlıkları ve yaşanamamışlıkları ile yapmaları gereken bir görev bekliyor onları. Sahnenin ortasında duran aynalı kapıyı açmak. Ayna, klasik göstergesel işlevi ile oyunun içinde. Hatta oyunun tam ortasında. Kişiler, hayatta kalmak için unutmaya çalıştıklarıyla yüzleşemezlerse monoton döngü devam edecek, tekerrür eden hayat, dönüp duran bir değirmen taşı gibi hem Aruz’u hem Vezni’yi öğütüp duracaktır. Yaşamın tonu, divan edebiyatındaki aruz vezni gibi bir kısa, bir uzun; bir açık, bir kapalı; ama biteviye sürecektir. Bu tekdüzelik de varoluş gerekçelerini kaybetmiş kişileri belki bir şekilde yaşatmaya devam edecektir. Ama bu yaşamak mıdır sahiden? Peki Aruz ve Vezni’ni eylemden alıkoyan nedir? Elbette bireysel ve toplumsal korkuları. Korkularımız!..

Yazar Berk Kaya, ders niteliğinde incelenebilecek bir meta-tiyatro örneğine imza atmış. Bir oyun kişisi olduklarının bilincinde olan Aruz ve Vezni arasında geçen diyaloglar, hem Brechtyen bir yabancılaştırma sağlıyor hem sanat olarak tiyatroyu farklı bir bağlamda tartışmaya açıyor hem de geçmiş uyumsuz tiyatro örneklerimizde gözlemlenebilen biçim ve içerik arasındaki amorf yapıyı törpüleyerek pürüzsüz bir hâlde bütünleştirip seyirciye sunabiliyor.  Kâğıt üzerinde başarılı duran bu absürt işi sahne diline aktarmak hayli zor. Yönetmen Musa Can Pekcan, bu zor işin üstesinden başarıyla gelmiş. Oyunun alımlayıcıyı yer yer zorlayan absürt hâlleri, doğru ayarlanmış sahne ritmi ile hiçbir zaman sıkmıyor. Tabii bu ritimde payı büyük olan diğer kişiler de Eray Karadeniz ve Haluk Deniz Aydın. İki oyuncu da ayrı ayrı performanslarıyla göz doldururken aralarındaki uyum ve enerji de seyircinin dikkatini her zaman sahne üzerinde tutmayı sağlıyor.

Günümüz Türkiye’sinden ve mevcut politik konjonktürden baktığımızda oyunun işlediği konu hayli politik. Ancak oyun bu konuyu o kadar da politik bir yerden tartışmayı tercih etmemiş. Konuya daha birey odağından ve daha evrensel bir noktadan ışık tutulmuş. Oysa geleneksel referanslarla sunulan Aruz ve Vezni, Beckett karakterleri kadar köksüz değil. Oyun kişilerinin korkularıyla ilgili mizah, çoğunlukla popüler göndermelerle beslenmiş. Bunun yerine daha politik imalar oyunu farklı bir yere taşıyabilir ve oyuna başka bir boyut ekleyebilirdi.

Oyunu izlerken çoğu iyi esprinin seyircide karşılık bulmadığını gözlemledim. Ritmin yüksek olduğu bir oyunda oyunun mizah gücünün boşa düşmesi beklenmedik bir durum. Bunun sebebi esprilerin dar bir çevreyi hedef alan göndermelerle oluşturulmuş olması. Bir konservatuvar öğrencisinin, dramaturgun, oyun yazarının, yönetmenin, oyuncunun ya da tiyatro üzerine kuramsal bir şeyler okumuş olanların bu oyunun kendine özgü mizahından oldukça keyif alacaklarına eminim. Ancak tiyatroyla ilişkisini seyirci düzeyinde tutanlar esprilerin birçoğunu gülmeyle karşılamayı bırakalım, anlamayacaklardır bile. Böylesi bir absürt oyunun elbette kendine has dili bulunmalı. Ancak bu dil, absürt değil de çoğunlukla kuramsal bir düzlem üzerine inşa edilmiş. Oyun, işlediği temayı büyük kitleler içinde tartıştırmayı hedefliyorsa diyaloglarındaki tiyatro jargonunu biraz törpüleyebilmeli. Metindeki kuramsal üslubun yoğunluğu, aralardaki popüler kültür göndermelerini de görünmez kılmakta.

Aruz ve Vezni, bir meta-kurmacaya uygun olarak birer oyuncu olduklarının farkında. Bu yüzden de seyirci bazen anlamasa da bir oyuncu üslubu takınıyor, tiyatronun açmazları üzerine tartışıp espri yapabiliyorlar. Bitirmeleri gereken bir oyun var. Ancak yüzleşemedikleri ve bir türlü aynaya bakamadıkları için ilerleme katedemiyorlar. Aynaya bakmak, travmalarını depreştirecek diye korkuyorlar. Oysa travmalar ancak yüzleşip kabullendikten sonra iyileşmeye başlar. Yaralar üzerine merhem sürüldüğünde belki daha çok yanar, can acıtır. Ama merhem sürmeden de kapanmaz.

Aruz ve Vezni gibi olmadığımız, kendimizle ve korkularımızla yüzleşmekten korkmadığımız, unuttuklarımızı tekrar tekrar yaşamamak için hatırlamaya çalıştığımız ve hayatı aruz vezni tekdüzeliğinden kurtarabileceğimiz yarınlar mevcut. Hepsi aynanın ardında!

Paylaş.

Yazarın bütün yazıları için: Hakkı Yüksel

Yanıtla