Kol Kırılmasın, Yen İçinde Kalmasın!

Pinterest LinkedIn Tumblr +

Pınar Erol

Birgün gazetesinden Işıl Çalışkan’ın yönlendirmesiyle kadına şiddetin tiyatroda görünürlüğünü yazmak kolay olmadı. Malum, oyuncular metnin ulakları. O metinlerse durduk yere yazılmıyor. Tiyatro, yaşamdan neyi çekip çıkarırsa, o mesel sahnede büyücek bir aynada karşımıza çıkıyor. Yüzleşmenin âlâsı böyle oluyor. İnsan düşünüyor, “kadına şiddeti” anlatan oyunları hiç de öyle köşe bucak aramak zorunda kalmayışımız mı daha hazin yoksa sahnede gördüğümüz ve hiç tanımadığımızı sandığımız kadınları izledikçe yakaladığımız benzerlik mi? Bugün “Yaralarım Aşktandır”, “Herkes Kocama Benziyor”, “Medea’ya Göre Ahlak”, “Kızlar ve Oğlanlar”, “(Karşınızda) Yalnız Kadın”, “Fazilet Yalnız Değildir”, “Toz”, “Ten Rengi”, “Hırçın Kız”, “Yan Rol”, “Kadın Ölüleri” ve burada sayamadığım oyunlardan hangisine gitseniz emsalsiz kadınlar göreceksiniz. Sahnede, şiddetin farklı türlerine maruz kalmış farklı farklı kadınlar var. İşte yaftalanmaya müstahak (!) o kadınların hem dayatılan role hem de kendilerine reva görülen sona güçlü itirazları var. Şiddetin arttığına dair kanı ise muhtemelen tanımını artık daha doğru yapmaktan, şiddetin türleri kadar “örtük” olanı da fark etmekten ve bunu dile getirebilmekten kaynaklanıyor. Kamuoyuna ifşalama cesaretinin, “kol kırılır yen içinde kalır” çirkinliğini biraz biraz alt etmesinde “Susma Bitsin” ve “Kadın Cinayetlerini Durduracağız” gibi platformların da etkisi var. Bu kız kardeşlik, dayanışmanın güzelliğini ortaya çıkarıyor. Yalnız olmadığını bilmek, insanları birbirine başka türlü bağlıyor. Cesareti elden ele dolaştırıyor.

Kat edilen yolu görmek adına oyunların sözcüsü olarak kadim “Nora-Bir Bebek Evi”ni seçelim. Bakalım az gidip uz gidip, dere tepe düz gidip bugünden 144 yıl geriye baktığımızda neler göreceğiz. Bir arpa boyu mu diyeceğiz; yürek ferahlatan bir gelişme mi göreceğiz? Onun dünyada en çok oynanan oyunlardan biri olması boşuna olmamalı. Elbette Antigone ve Medea’yı da es geçemeyiz. En başta Medea, dünyanın kendi etrafında döndüğüne tastamam inanmış ataerkil yapıyı bozguna uğratarak tarihe o sarsıcı şerhini düşüyor. Ve sonrasında nice oyun “kadına şiddet” antolojisindeki yerini alıyor. Bu antolojinin oranına baktığımızda, eti budu belli olan özel tiyatroların ödenekli tiyatrolardan fazla olması ise başka bir gösterge. İktidarın dili tanınıyor. Kullandığımız dilin tahakkümü ortada. O dilin nüanslarına dikkat kesilmekse sandığımızdan fazla sorumluluk istiyor. Önce eril dilin sızdığı yerleri fark etmek, sonra o dili düzeltmek ve yeni, temiz bir dil bulmak gerekiyor. Erkek egemen bir dünyada “kendini gerçekleştirmek” için kontrolü ele alan “evli” ve “çocuklu” “Nora”nın cesareti, tarih boyunca yankı buluyor. Bizde de Devlet Tiyatroları, Şehir Tiyatroları ve özel, bağımsız tiyatrolarda tekrar tekrar sahneleniyor.

Önce kadını, idealize edilmiş, daha doğrusu “görev tanımı” yapılmış evinden dışarı çıkarmak gerekiyor. Ne oluyorsa ilk önce ailede oluyor çünkü. Göstere göstere yapılan fiziksel şiddet kadar, oyundaki gibi tatlı dile gizlenen psikolojik, ekonomik şiddetin ayırdına varmak ve “demek ki ben de şiddete maruz kalmışım” cümlesini kurabilmek hayli bir süreç istiyor. Bir de “canım ben şaka yapmıştım” cümlesine kaçıp sizi dar görüşü olmakla suçlayabilecekleri bir taciz yöntemi var ki en sinsisi… Sırtını toplumsal kabule dayayan eril ses Torvald’a bakılırsa evdeki hayat ile dışardaki hayat bambaşka ve ev, kadının sığınağı. Ne ironi ama!

Nora’nın akıbetini son olarak Bahçe Galata’nın “Nora 2”sinde görüyoruz. Yıllar sonra (bir anlamda) zaferle çıktığı kapıdan yine zaferle giriyor. Döngü bozan bu dönüşüm hikâyesi gücünü, Ibsen kadar bu hikâyeleri yazan Ebru Nihan Celkan’dan, Alis Çalışkan’dan, Hakan Emre Ünsal’dan, Nagihan Gürkan’dan, Şebnem İşigüzel’den, Murat Mahmutyazıcıoğlu’ndan, Athena Farrockhzad’tan, Asuman Çakır’dan, Salihcan Sezer’den, Nevzat Süs’ten de alıyor. Sınıfsal olarak, bu devran dönsün ha dönsün demeye teşne, burjuvazinin göbeğindeki o kadının uyanması özellikle önemli. Peki Nora’lar aydınlanırken Torvald’lar ne yapıyor? Çünkü her Nora’nın bir Torvald’ı var. Süreyya Karacabey’in Korkmadıkları için ölüyor kadınlar, çaresizliğinizin şiddete dönüşmesi bundan, ölü kadınların lanetiyle yıkılacak düzeniniz, hiddetiniz bundan!” cümlesinin muhatabına bakmalı. Onlar ne yapabilirler? Önce kadına kalkan o ellerini indirebilirler. Seslerini alçaltabilirler. Buralardan başlayabilirler. Hem belki böylece gazetelerin 3. sayfaları yerini (kendine yeterince yer bulamayan) kültür sanat sayfalarına bırakır. Dilek bu ya, 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Mücadele günü de artık gerek kalmadığından herhangi bir güne dönüşür. Malum yol uzun…

Paylaş.

Yazarın bütün yazıları için: Pınar Erol

Yanıtla