“‘Geçmişle Yüzleşmek Bugünümüzden Bağımsız Değil”

Pinterest LinkedIn Tumblr +

(İsmail Afacan’ın “Büyük Zarifi Apartmanı” oyunu üzerine yaptığı ve Evrensel‘de yayımlanan söyleşinin bir bölümünü okurlarımızla paylaşıyoruz.)

Büyük Zarifi Apartmanı sezonun dikkat çeken oyunlarından… Pembe Çıkmazı’ndaki 150 yıllık bir apartman hafızasından yola çıkan oyun İstanbul Rumlarının geçmişini bugüne taşıyor. İstanbul Rumlarının hikayesine misafir eden oyun seyirciyi geçmişle yüzleşmeye davet ediyor.

H. Can Utku, İlias Maroutsis, Fulya Özlem, Sandra Penso, İlyas Özçakır ve Çağdaş Ekin Şişman’ın kaleme aldığı oyunu İlyas Özçakır yönetiyor. Çağdaş Ekin Şişman, Gafur Uzuner, Pınar Fidan, Rasmi Tsopela ve Umut Çınar’ın rol aldığı oyunun video tasarımında Ali Baran Özcan, Andreas Sarantidis, Oğulcan Arman Uslu ve Yusuf Tan Demirel rol alıyor.

Yönetmen İlyas Özçakır ve oyuncu Çağdaş Ekin Şişman ile Büyük Zarifi Apartmanı’nı konuştuk. Özçakır oyunu mekanın ruhundan ve geçmişinden aldıkları ilhamla tasarladıklarını söylerken Şişman ise “Geçmişle yüzleşmek bugünümüzden bağımsız değil. Tüm canlılara ve gezegene karşı dürüst ve adil olmamız gerekiyor” diyor.

Mekan için projelendirilmiş bir oyun… Apartmanın hikayesiyle başlayalım. Neden mekan olarak “Büyük Zarifi Apartmanı” tercih edildi? Oyun mu mekandan, mekan mı oyundan çıktı?

İlyas Özçakır: Oyun tamamen mekandan çıktı! Önce bizi mekan etkiledi. Mekana dair araştırmalar yaptığımızda tarihine dair detayları da öğrenince heyecanla çalışmaya başladık. Mekanın ruhundan ve geçmişinden aldığımız ilhamla tasarıma başladık.

Nasıl bir hazırlık süreci geçirdiniz?

İ.Ö: Mühendislik kökenli olduğum için sanırım, bir çeşit mühendislikle başlıyorum işe. Önce yapısal tasarımı yaptım. Seyirciyi nasıl konumlandıracağımıza baktım, bulunduğu konumdan üç farklı alanı izleyebileceği yer buldum, dolayısıyla oyunun üç bölümden oluşmasına bu şekilde karar verdim. Sonra, seyircinin bulunduğu konuma göre iki simetrik alan vardı birbirine benzeyen, bunları biri Türk biri Yunan yazar yazsın diye düşündüm, iki farklı “cephe”den yorumlanabilesi için anlatacağımız hafızanın. Bu arada bunun bir hafıza projesi olacağı da çoktan belli olmuştu binanın tarihine baktıktan sonra. Üçüncü alanın (Oyunda ikinci bölüm olarak izlediğiniz alanın) ise hibrit bir yapıda olmasına karar verdik. Diğer iki bölüm çoğu açıdan çok gerçekçi iken bu bölümde zaman ve mekan algısı gibi birçok şeyi kırmak istedik.

‘BİR ARADA YAŞAMANIN MÜMKÜNLÜĞÜNÜ ANLATIYOR’

Apartmandaki üç evin, üç ailenin hikayesine tanık oluyoruz. Bu üç hikayeyi birleştiren mekandan çok mekanın hafızası… Bu hafıza bugüne dair neler söylüyor?

Çağdaş Ekin Şişman: Benim için en basit haliyle bir arada yaşamanın mümkünlüğünü ve kıymetini anlatıyor Büyük Zarifi’nin hafızası. Üç farklı hikayede de mekanın hafızası kendini farklı biçimlerde ortaya koyuyor. İlk hikayede birbirine yabancı iki insan, iki dil karşılaşıyor ve bir şekilde ortak hafızada buluşuyorlar; üçüncü hikayede de birbirine yabancı iki kuşak, iki sosyal statü karşı karşıya geliyor ve ortaklaşmanın bir yolunu buluyorlar. Benim oynadığım ikinci kısımda diğer iki bölüme göre net bir karşılaşma yok gibi görünüyor ama bu sefer bugün için yabancı sanılan bir zaman dilimi ile karşılaşıyoruz. Doğrudan 64 Sürgünü’nde yaşanan bir ayrılığı anlatan bu kısımda geçmiş ile bugün karşılaşıyor aslında. Yaşları ve dilleri farklı olanların karşılaşmasının ortak bir yol sunabildiği gibi geçmiş ile bugünün de birbirine yabancı iki tarihten ibaret olmadığını anlamamız gerekiyor sanırım.

İ.Ö: Bugüne dair söylediği en önemli şeylerden biri üçüncü bölümde saklı aslında. Oyunun merak unsurunu gidermeden anlatmaya çalışayım… Üçüncü bölümde bu mekanın tanıklık ettiği zor geçmişlere şahit olmuş, kırılgan bir azınlık grubun mensubu olduğu için geçmişte (Görece olarak azalsa da günümüzde de) acılar yaşamış orta yaş üstü birinin (Leandros) günümüzde başka bir kırılgan gruba mensup biriyle (Aslan) karşılaşmasını izliyoruz. Ve Leandros Aslan’ı birçok açıdan anlamıyor (Ya da anlamak istemiyor!).  Ionna Kuçuradi’nin bir sözü var: “Marifet, sevmediğimiz insanların da insan haklarını korumaktır” diyor. Sanırım bu cümlede çok şey gizli. Gerçi ben insanları (Özellikle bir topluluktan bahsediyorsak) sevmeme nedenimizin çoğunlukla tesadüfi olduğunu düşünüyorum! Tesadüfen içine doğduğumuz millet, ümmet, parti, takım, mezhep, vatan, memleket vb. hiçbir şeyin nefret ya da aşırı sevgi sebebi olmaması gerektiğine inanıyorum.

Oyunda teknolojik unsurlar ve atıflar var. Birinci bölümde Yunan ve Türk iki kadının yapay zeka çeviri yöntemiyle iletişim kurmasında, üçüncü bölümde GSM operatörlerinden başka arayanı olmayan yaşlı bir adamın bugüne olan mesafesinde bu atıfları görüyoruz… Oyun, iletişim çağında diyalogsuzluğa dikkat çekiyor, aynı zamanda anıların içine hapsolma duygusunu pekiştiriyor…

İ.Ö: Bu durum ironik tabi! Yazarlarımızın bunları seçmesi zekice. Anlaşılmak isteyen birinin iletişim kanallarının tıkalı olması ve bunu aşmak için mücadele etmesi dramatik bakımdan etkili. Öte yandan, birinci oyun özelinde konuşacak olursam, anlaşmak, sevmek, sevilmek, paylaşmak vb. için aynı dili konuşmanın şart olmaması çok güçlü bir metafor.

‘BU ÇATIŞMAYI YARATANLAR UTANSIN!’

Beni en çok etkileyen ikinci bölümdü. Gidememe halinin yarattığı travma oldukça sarsıcıydı. Video tasarımıyla dün ile bugün iç içe geçiyor ve sahne zaman tüneline dönüşüyor. Hafızaya, anılara ve toplumsal travmalara dair güçlü göndermeleri var. Gidememe ve kalamama çatışmasına dair neler söylersiniz?

İ.Ö: Bu çatışmayı yaratanlar utansın derim! 64 Sürgünü öyle bir olay ki birçok Rum aile bu çatışmayı yaşıyor. Çünkü T.C. vatandaşlığı olmayan bütün Rumlar koşulsuz gönderiliyor. Yalnız şöyle bir durum var ki aynı aile içinde bile vatandaşlığa sahip olanlar ve olamayanlar var. Eşler arasında bile bu durumu yaşayanlar var. Dolayısıyla bu son sürgün birçok aile içinde bu çatışmanın çıkmasına sebep oluyor, birçok aile bir süre ilişkilerini uzaktan sürdürmek zorunda kalıyor, birçok çift ayrılıyor, birçok aile bu şekilde dağılıyor. Kaldı ki bu insanlar (vVatandaşlığı olmayanlar) yüzyıllardır bu topraklarda yaşayan insanlar!

Ç.E.Ş: Hrisoula karakterinin yıllar önce çok zor verdiği bir kararın ardından bitmeyen çatışmasını, acısını, özlemini ve totalde yaşamının aldığı şekli görüyoruz ikinci bölümde. 64 Sürgünü’nün açtığı bir gedik var ve o gedikten 60 yıldır çıkamamış. Karakterin gitmek/kalmak arasındaki çatışmasının ötesinde, zorla gönderilmenin, sürgünün hem gidende hem kalanda askıya aldığı zaman ve hafızaya vurgu yapıyor.  Çatışma daha çok belleğiyle mücadelesinden şekilleniyor diyebilirim. Mekanların, insanların hafızasında yer etmesi gibi. Hrisoula’nın çatışması da askıda geçmiş 60 seneyi tamamlayamamanın, yarım kalmanın çatışması biraz.

‘MİSAFİRLERİMİZ DE PAYLAŞMAYA GÖNÜLLÜ’

Seyirci mekanın içinde oyunu seyrediyor. Oyunun içinde değil ama mekanın içinde. Bir yanıyla oyunun da parçası aslında… Seyircinin pozisyonuna dair neler söylersiniz?

İ.Ö: Seyircilerden aldığımız geri bildirimlere baktığımızda amacımıza ulaştığımızı görüyorum. Çünkü bizim amacımız apartmanda oyun yaparken seyirciye tiyatro sahnesinin ötesinde bir deneyim yaşatmaktı. Deyim yerindeyse seyirciyi apartmanın sakinlerine misafir etmekti. Bu hissi yaşatmayı büyük ölçüde başardık sanıyorum. Aslında ben seyircinin oturduğu platformun pozisyon olarak daha da içeride olmasını, salonun tam ortasında bulunmasını hayal etmiştim. Seyirci tam ortada olacak ve sırası gelen bölümün oynandığı alana bakacak şekilde oturdukları platform dönecekti! Teknik ve maddi açıdan mümkün olmadı.

Ç.E.Ş: Benim oynadığım kısımda seyirciyle aramızda bir tül perde var diğer bölümlerin daha açık ve geniş yapısından farklı olarak. Seyirciyle çok daha uzak bir yerden ilişkilenmeye çalışıyorum. Bu anlamda Hrisoula’nın bölümü (dairesi), misafir olduğunuz evde kapısı kilitli olan bir odaya, kullanılmayan kesme cam bardakların sürahilerin olduğu bir büfeye ya da bir kilere de benziyor. Kimse bunları açıp göstermez durduk yere misafire. Biz gösteriyoruz sanırım. Durduk yere de değil üstelik. Hafızamızı, geçmişimizi, kıymet verdiğimiz şeyleri paylaşalım, unuttuklarımızı hatırlayalım diye. Misafirlerimiz de paylaşmaya gönüllü. Bu zaten hikayeye hizmet etmesi için kurulmuş olan perdenin bir engelden ziyade çengel haline gelmesini sağlıyor sanırım. Mavi Çiçekler hikayesinin seyirciyle bağlantısını kuvvetlendiriyor.

‘DÜRÜST VE ADİL OLMAMIZ GEREKİYOR’

Oyun seyirciyi yüzleşmeye davet ediyor. Peki bu nasıl olacak? Geçmişin ortak mirası nasıl paylaşılmalı?

İ.Ö: Sorumluluk alarak. Geçmişle, hatalarımızla yüzleşerek. Kaçmadan, kıvırmadan, korkmadan konuşarak, tartışarak. Okuyarak, izleyerek. Benim tuzum kuru demeden. Benim başıma gelmez hissini bırakarak. Çoğunlukta olduğumuzu; herkesin bir gün bir yerde, bir zamanda, sadece küçük bir ortamda bile azınlıkta kalabileceği gerçeğini hatırlayarak. Empati kurarak, yerine koyarak… Uzar gider… En başta, bunu isteyerek!

Devamı için tıklayın.

Paylaş.

Yanıtla