İyi İnsan Tek Başına Dünyayı Değiştirebilir mi?

Pinterest LinkedIn Tumblr +

Pınar Erol

22 Kasım günü, Tiyatro Kooperatifi’nin Anadolu Efes öncülüğünde başlattığı ve DasDas’ta gerçekleştirdiği “Kumbara Sende” basın buluşmasının hemen ardından Atlas Tiyatro Araştırmaları’nın “Sezuan’ın İyi İnsanı” oyununu izlemek katmanlı bir deneyimdi. Henüz toplantının etkisinden çıkamadan, oyunun etkisine girmiştim. Türkiye’de ilk defa karşılıksız destek sağladıkları için onlar benim gözümde tiyatronun iyi insanlarıydılar. Ve tiyatronun iyi insanlarının yanından ayrılıp Sezuan’ın İyi İnsanı”na karışırken doğal olarak Brecht’in sözü geldi aklıma. “Yazıklar olsun kurtarıcı bekleyenlere; kurtuluş yok tek başına, ya hep beraber; ya hiç birimiz.” Bu söz, hem Tiyatro Kooperatifi’nin gözettiği özel tiyatroların güçlenmesine hem de oyunun meseline denk düşüyordu. Ve pembe bir buluta binip uzaklaşmanın hiç sırası değildi. Bu destek programında 6 Şubat depreminin yıkıntılarını hisseden kooperatif ortağı tiyatrolar önceleniyordu. Aralık ayı itibariyle de 30 özel tiyatronun işletme giderleri karşılanmıştı. Umarım kumbara dolmaya devam ediyordur.

Kimsenin İyilik Yapmak Zorunda Kalmadığı Bir Dünya Düşü

Brecht, oyunu ikinci dünya savaşı zamanı, sürgünde yazıyor. Yazmaya 1938 yılında Danimarka’da başlıyor. 1939’da Amerika’da devam ediyor. 1940’da ise İsveç’te… Araya bir de “Cesaret Ana” giriyor. “Oyunu, kimsenin kimseye iyilik yapmak zorunda kalmadığı bir dünya düşleyerek yazıyorum” cümlesindeki burukluk, süreçle beraber oyunun aksını da anlatıyor. İyilik hiç öyle tek başıma gezeyim demiyor; kötülük illa ki onun koluna girmek istiyor. Oyundaki iyiliklerin ancak kötülükler sayesinde mümkün kılındığını düşününce, bu düş, ütopik bir dünyaya kalıyor. Brecht, bu çelişkiyi, yarattığı durumlarla gösteriyor. Yani o meşhur diyalektiği uyguluyor. İyi (olumlu) ve kötü (olumsuz), iç içe ve aynı anda meydana geliyor. Ne tuhaf değil mi? Hamlet’in deyişiyle “Öyle bir zamanda yaşıyoruz ki, namus, günahtan özür dilemek zorunda kalıyor! Eğilip izin istiyor, ona iyilik etmek için!” Keşanlı’nın deyişiyle “Bu dünyada namuslu, insaniyetli oldun mu alaya alınıyorsun. Zorba, katil oldun mu saygı itibar görüyorsun.” Nice replik, Shen Te’yi Shui Ta’ya dönüştüren bozuk düzeni yeriyor.

“Sezuan’ın İyi İnsanı”nın Maceraları

İlk kez 1943’te Zürih’te sahnelenen oyun, bizde 1957’de Adalet Cimcoz tarafından çevriliyor, basılıyor ve ardından yasaklanıyor. Hepsi bir çırpıda oluyor. Bu sefer 1958’de Şehir Tiyatroları’nda Max Meinecke rejisiyle sahneleneceği söyleniyor; o da olmuyor. Nihayet “1963’de Beklan Algan rejisiyle seyircisine kavuşan oyunun maceraları ise bitmek bilmiyor. Alganlar’ın pusulalarından olan Barba’nın seminerleri, oyuncu antropolojisi üzerine. Shen Te ve Shui Ta’ya can veren Ayla Algan da, Bilsak’ta “Oyuncu, insan-oyuncudur” sözü üzerine, insan bilimlerini araştırırken kendini sokağa atıyor. İnsan ilişkilerini (tıpkı Shen Te gibi) sokaktan öğreniyor. Zira yönetmeni ve eşi olan Beklan Algan, ona gidip kerhanelerini gezmesini salık veriyor. Ayla Algan da en ucuzu o olduğu için Kuledibi’ndeki bir kerhaneye gidiyor. Biraz da endişeleniyor; ya polis basarsa, gazeteciler gelirse ve daha fenası ya bu babasının kulağına giderse. İnsanın korktuğu mu başına geliyor, kötüyü mü çağırıyor bilinmez; çıkışta karşısında gazetecileri buluyor. Sonra da kendini “Kerhaneci Ayla Algan!” manşetiyle gazetelerde. Babası, o gece evlerine gidip Beklan Algan’a hesap soruyor. “Hadi bu tiyatro delisi, araştırma yapmak için kerhaneye gidiyor ama sen kocasısın, nasıl bırakıyorsun bunu?” Ayla Algan da beni asıl gönderen o diyemediğinden için için gülüyor. Gazetelerin manipülatif haberleri yüzünden bir gün tiyatro basılıyor. Muhsin Ertuğrul, gişede yapılan toplu alımdan şüphelenince, o grubu böldürüyor. Yine de oyuncularının dayak yiyeceğini öngöremiyor. Onların da sonu, oyundaki gibi mahkemede bitiyor. Gericiler, oyunda üç Allah’ın olduğunu duyunca oyunculara saldırıyor. Beklan Algan durur mu, o da tiyatronun kuytusundan gelene geçene imzasını atıyor. Burada oyunu anlatmak farz oldu: Bu üç Allah, yarattıkları düzen içinde iyi insanı aramak için Çin’in Sezuan şehrine iniyor. Bu yoksul kentte, bu üç tanrı misafirini (!) evine alacak bir Allah’ın kulu (!) çıkmıyor. Sucu Wang’ın çabaları sonucu, onları evine buyur eden tek kişi ise seks işçisi Shen Te oluyor. Ötekileştirdiklerimizin merhametine bakın hele. Ahlak ve namus kartları baştan dağıtılmalı. İyiliği sürdürebilsin diye bu üç Tanrı, ona teşvik ve sermaye amaçlı para veriyor. Shen Te, o parayla bir tütün dükkânı kiralayınca da ondan iyilik isteyenlerin ardı arkası kesilmiyor. Shen Te, ne kadar zorlanırsa zorlansın, onları yardımsız bırakmıyor ve varoşların meleği olarak anılıyor. İyilikten maraz doğarmış ya, diğerlerine yardım ettikçe kendi yardıma muhtaç hale geliyor. Başkalarına iyilik yaptıkça kendine kötülüğü dokunuyor. Yani kelimenin tam anlamıyla iyiliğiyle sınanıyor. Bir açığı kapatmak için bulduğu para, başka bir açığa giderken sömürülen hep kendisi oluyor. İşte ne oluyorsa o zaman oluyor. Shen Te, baş edemediği noktada, siz deyin hayali kuzeni; ben diyeyim alter egosu Shui Ta’yı yaratıyor. İşin içinden çıkamadığı her an, devreye erkek kuzeni Shui Ta giriyor. E bu hikâye aşksız olmaz tabii. Kahramanımız, işsiz ve intihar etmek üzere olan Sun’a aşık oluyor. Yetmiyor, ondan hamile kalıyor. Bu hamilelik, fiziksel olarak onun rol değiştirmesini zorlaştırırken kötülüğün ve erilliğin (yani erkin) sistem tarafından nasıl beslendiğini de gösteriyor. Shui Ta, gaddarlığı sayesinde işleri büyütüyor ve dükkânı tütün fabrikasına çeviriyor. Varoşların meleği, oluyor mu size tütün kralı. Gücü arttıkça sömürüsü de artıyor. Sistem, Shui Ta’ya daha çok ihtiyaç duyarken doğaldır ki Shen Te ortadan kayboluyor. Sezuan halkı, Shui Ta’nın onu öldürdüğünden şüpheleniyorlar ve iş mahkemeye kadar varıyor. Shui Ta, yargıçların (ki aslında Tanrılar) gözü önünde kılık değiştirince onun aslında Shen Te olduğu anlaşılıyor. Yani şehrin tek iyi insanı, iyi kalabilmek için en çok gaddarlık yapan kişiye dönüşüyor. Dünyayı mı değiştirmeli yoksa insanı mı sorusu burada soruluyor. İnsan iyi kalabilir mi sorusu da peşinden geliyor.

“Sezuan’ın İyi İnsanı, İstanbul’un Kötü İnsanını Susturdu”

Parantezi kapatıp konuya geri dönersek; oyun bir süre durduruluyor. Basının basın, seyircinin seyirci olduğu zamanlar. Dram Sahnesi’ndeki seyirci koltukları “Sezuan’ın İyi İnsanı” İstanbul’un kötü insanını susturdu yazan çiçeklerle donatılıyor. 60 yıl sonra bu sefer DasDas’ın koltuklarında bulduğumuz “Shen TeTobacca” yazılı kibritler bana o çiçekleri hatırlatıyor. Peki oyun niye durduruluyor? Sucu Wang’ın sağ elimi sakatladım, sol elimle satıyorum repliği yüzünden. Haldun Taner’i anmanın tam sırası; do re mi fa sağ (!) la si do… Daha sonra 1976’da Vasıf Öngören’in rejisiyle Birlik Sahnesi’nde oynanıyor. Kimseyi rahatsız etmeyecek kadar bir süre geçtikten sonra oyun yine akıllara geliyor. 2005’te Ali Taygun rejisiyle Bakırköy Belediye Tiyatroları’nda, 2012’de Yücel Erten’in rejisiyle Devlet Tiyatroları’nda macera sürüyor. Yıllar içerisinde amatör ve üniversite tiyatroları tarafından da sahnelenmeye devam ediyor. Şimdi de Atlas Tiyatro Araştırmaları’nın elinden çıkma bir yorumu izliyoruz. Onlar da Alganlar gibi Grotowski’yi, Meyerhold’u, Barba’yı çalışıyorlar, araştırıyorlar, öğretiyorlar. Farklı zamanlarda, devinim içindeki inanı, bir temanın fiziksel ifadesini ele alıyorlar. Bu kesişmenin sonucundan da damıtılmış bir akıl çıkıyor. Böylece “Sezuan’ın İyi İnsanı” konuşulduğunda adı geçecek tiyatrolar arasına Atlas Tiyatro da ekleniyor.

Atlas Tiyatro Araştırmaları’nın Yorumu

Belki de Çinli oyuncu Mei Lang Fan sayesinde etkilendiği Çin tiyatrosuna bir selam çakmak için Brecht, oyunu Çin’de geçiriyor. Karşımızdaki derme çatma kumaşlar, bizi hem o varoşluğa hem de bahsi geçen coğrafyaya götürüyor. Tanrı’ların masklarındaki çekik gözler de öyle. Yazı fontu, kostümlerdeki Uzakdoğu esintisi gereken havayı veriyor. Demek ki oranın seks işçileri de tayt giyiyor. Masklar, kişilerin kimliklerini saklarken, bizimle oyuncular arasında bir mesafe görevi de üstleniyor. Bu da oyunun türüne çok uyuyor. Gerçekliğin çokluğunu ve düzenin ikiyüzlülüğünü yine onların temsiliyetinde görüyoruz. Fakir halkın toprak renklerindeki kostümleriyle, işçilerin yeşil tonlarındaki kostümleri, biraz parası olanlarda renkleniyor. Son sahnede yargıçların kostümü Tanrı’ların kostümünü anımsatırken aslında o güzel ip ucunu da veriyor.

Brecht, başta bunu müzikal olarak yazmayı planlasa da bir türlü istediği müzikler bestelenemeyince vazgeçmiş. Kurt Weill ile başlayan yolculuk, oyun çıktıktan yıllar sonra tanıştığı Paul Dessau ile biçimlenmiş. İşte o müziği, müzik direktörü Metin Bahtiyar, ona ayrılan yerden canlı icra ediyor. Oyuncunun onunla atışması, seyir keyfi verirken yabancılaşma en matrak halini alıyor. Oyunun akışını şarkılarla kesmek de seyirciye oyunun dışına çıkıp düşünme fırsatı vermek için kasıtlı ve keyifli bir uygulamaya dönüşüyor. Gestus ve bedenin, metnin içindeki salınımı öyle yerinde ve etkili ki. Ezen-ezilen modelinin gösterildiği, kraldan çok kralcıların uğradığı/uyguladığı zulüm, işçilerin makineleşerek çalıştığı sahne hele oyunun üst düzey ifadelerinden. Kapitalizm, oyuncuların bedenlerinden okunuyor. Arada oyundan yabancılaşmak gerekiyor ya ben tam burada “fabrikada tütün sarar sanki kendi içer gibi/sararken de hayal kurar bütün insanlar gibi” şarkısını içimden mırıldanırken buluyorum. Yine oyuncuların birden fazla rol üstlenmesi, epik tiyatronun isteğini karşılıyor.  Performatif rollerde kimse geride kalmıyor. Gelelim tiyatro tarihinde “kâbus rol” diye anılan Shen Te/Shui Ta ikiliğine. Oyunculuk yelpazesinin iki uzak ucunu aynı anda sahnelemek, birinden diğerine saniyeler içinde geçmek ne denli zorsa, rolün cazibesi de o kadar fazla. İyi bir kadını canlandırırken kötü bir erkeğe dönüşmek, yani rolün içindeki rolü canlandırırken göstermeci tiyatronun normları devreye sokmak bilinçli bir oyunculuk istiyor. Bunu yaparken Brecht’in istediği gerçekçi oyunculuk da unutulmuyor. Bu oyun, bıçak sırtı bir dramaturji, yokmuş gibi bir reji istiyor. Bu kadar iyi oyuncu da her zaman bir araya gelmiyor. Sık sık bizimle konuşan, bize olayları anlatan oyuncular, bu sayede bize seyircilik görevimizi hatırlatıyor. Ve bize güzel bir son bulma görevi veriyor. Madem elimizde “Shen Te Tobacca” kibritleri var. Shen Te’nin bebeği iyi bir dünyaya doğabilsin diye, kötülüğün köküne kibrit suyu o zaman!

Yazar: Bertolt Brecht
Çeviri: Özdemir Nutku
Yönetmen: Sercan Özinan
Dramaturg – Yardımcı Yönetmen: Çınar Taşdemir
Yardımcı Yönetmen: Zivan Arya Çelik
Müzik: Paul Dessau
Müzik Direktörü: Metin Bahtiyar
Vokal Koçu: Adnan Ata Yiğit
Kostüm ve Sahne Tasarımı: Polat Canpolat
Işık Tasarımı: İlayda Erdinç
Hareket Düzeni: Köksal Ünal
Afiş Tasarımı: Ethem Onur Bilgiç
Oyuncular: Abdurrahman Merallı, Burcu Tokuç, Ece Çelikçapa Özinan, Enes Yavuz, Gülçin Yiğit, Kutay Karagülle, Lütfi Can Bulut, Zivan Arya Çelik

Paylaş.

Yazarın bütün yazıları için: Pınar Erol

Yanıtla