Bir Faşistin Elinin Değmesi ile Distopyaya Dönüşen Ütopya

Pinterest LinkedIn Tumblr +

E. Bilge Az

Şehirdeki yüksek binalar, metropol hayatı ve  kapital düzenin bizi özgürlüğümüzden, hayat içinde bizi biz yapan yaşam haklarımızdan, bizi doğayla bütünleştiren ne varsa ondan ayırmak için olduğunu çok iyi biliyoruz hepimiz. Ama bütün bu rantlar, yaban hayatı içerisinde tüfekle ve siyanürle yapılan katliamlar, suyu ve toprağı zehirlemek, orman yangınları bizi en çok doğadan koparan eylemlerdir.

Şehirde, beton ormanda, bir doğa sevgisidir, doğaya özlem, özümüze dönme tutkusudur başlıyor. “Ah bir denizi görsek, bir kırlara çıkıp koşsak, bir ormanda ağaçlardan yabani meyveler koparıp yesek, bir pikniğe gitsek, kuş sesleri altında ağaçların arasına hamağımızı kursak.” Metropolde dört duvar arasında kısılıp kalan özgür görünümlü tutukluların dilinden düşmez bunlar. Ne metropolde edinilen alışkanlıklar, ne sevilen uğraşlar, pahalı arabalar, eve alınan lüks eşyalar, şatafatlı akşam yemekleri, hatta ne de aşık olduğun sevgiliye duyduğun özlem doğaya duyulan özlemle boy ölçüşebilir. Ya da doğaya özlem çeken herkes arasında böyleydi bu.

Zülfü Livaneli‘nin kaleminden, 2009 senesinde “Orhan Kemal Roman Armağanı” na layık görülmüş, okuyanları dünyamız ve dünyamızı paylaştığımız diğer canlılar üzerinde yeniden düşünmeye çağıran sarsıcı romanı SON ADA’dan uyarlanan aynı isimdeki oyun olağanüstü temposu, seyirciyi her dakika canlı tutan oyuncuların performansları, sahne geçişleri için tasarladıkları hareket performansları, oyunu ve oyundaki anlatımı canlı kılan inanılmaz video yerleştirmeleri, oyuncuların da desteği ile uygulanan canlı müzikleri ve oyuncuların acapella performansları ile “Tiyatroadam” ekibinin bir prodüksiyonu olarak tiyatro sahnelerinde.

Tiyatroadam, ekip olarak yorumladıkları oyunlar içerisinde çoğunlukla eğlenceli ama eğlendirirken öğretici olan oyunları tercih etmiştir. Uyarladıkları oyunlarda da her zaman eğlenceli üslubu tercih etmiştir. Bu oyun da son derece eğlenceli, canlı hatta çoğu zaman da komik olsa da tıpkı romanı gibi politiktir. Sadece sert politik söylemler yerine daha eğlenceli bir üslup tercih edilmiştir. (Buna rağmen oyunun ciddi şekilde gerilim ve hüzün içeren sahneleri de vardır). Romanı da aynı bu üsluba sahiptir. Belki de orijinalinden çok koparmamak, bir uyarlama defosu yaratmamak için de sahneye uyarlanırken bu üslup kasıtlı olarak tercih edilmiş olabilir.

Hayatının geri kalanını refah içinde yaşamak için zengin bir iş adamı satın aldığı adaya, orada yalnız kaldığı için daha farklı 39 kişi-aile ye ücretsiz olarak adasından tapu dağıtmıştır. İş adamının komşusu olarak ücretsiz yerleşerek adaya evler kuran insanlar, senelerdir kurtarılmış bu son sığınakta, bu ütopik adada huzur ve barış içerisinde, doğayla bir bütün ve koylardaki martılarla komşu olarak yaşamaktadır. Birbirlerini de isimleri ile değil hane numaraları ile anmaktadırlar. Yaşamak için mecburiyet içeren her şeyi komün halinde çözmekte ve ihtiyaçlarının fazlasını istememektedirler. Hane sahiplerinden birinin vefat etmesi sonucu onun hanesini eski devlet başkanı satın alarak adaya yerleşir. İlk başta bu devlet görevlisinin gelişi kimseyi üzmez. Hatta hoşlarına bile gider. Bir kişi hariç :”Yazar”. Geldiği gün beraber fotoğraf çekilerek bu anı ölümsüzleştirirler. Yazar hariç kimse başlarına gelecek felaketten haberdar değildir henüz.

Bu devlet başkanı o özgür ortam içine ket vuran dikta yönetimi olacaktır, adanın olumsuz yönde dönüşüme uğramasına sebebiyet verecek hatta adadaki ekosistemi dahi bozacaktır. Onun gelmesiyle bu ütopya, distopyaya dönüşecektir. Bunun başlangıcı da geldiği gün sebepsiz yere ağaçlık yoldaki ağaçları budaması sonucu ada içerisinde yarattığı ilk kargaşa olur. İşte ada sakinlerinin mücadele etmesi gereken zaman burada başlamak zorundadır. Ama kimse gıkını çıkartamaz. Sadece Başkan’ın kapısını çalarlar ve müsait olmadığın duyup tıpış tıpış geri dönerler. Başkan, müsait olduğu zamanda ise adanın ahalisine bu yaptığının ne kadar mantıklı bir hareket olduğunu, adaya medeniyet getirdiğini, bu eyleminin adayı daha yaşanır bir yer haline getirdiğini uzun uzun nutuklarla anlatır. Ancak onca senedir kimsenin dokunmadığı, dalları birbirine karışmış ağaçları budaması sonucu hem martıların yuvalarını yok eder, hem de o güzelim patika yolun ve doğanın yapısını bozmakla da kalmaz adada yaşayan diğer tüm insanların senelerdir kullandığı gölgelik alanını gasp ederek onları güneşin bağrında bırakır.

İşte ada ahalisinin haksızlığa karşı esas mücadeleleri burada başlaması gerekmektedir. Esas mücadele ise karşında duran dikta gücü ile değil, kendi sessizlikleriyle, kendi pasifist tavırları ile, haksızlığa karşı durmamaları başlayan mücadeledir. Ama kimse mücadele etmez. Yazar hariç! O da tek başına olduğu için hiçbir şey yapamaz. Hikayenin sonunda ada yok olduğunda herkes anlar ki her şey o gün o haksızlığa itiraz etmedikleri zaman başlamıştır aslında.

Başkan, ada ahalisi ile bir toplantı düzenler. Adaya bir yönetim, idare sistemi getirmek ister. Sözüm ona demokratik bir yönetim sistemi kurar senelerdir başına buyruk ve huzurlu yaşayan ada içerisinde. Tek isteği bu değildir elbet. Ada ile ilgili planları vardır… Doğallığı bozulmadığı için o adayı son sığınak olarak gören ve o şekilde kalmasını isteyen ahalinin düzenini bozacak olan Başkan’ın hedefi adayı her türlü “anarşi”den kurtarmak ve geliştirmektir. Geliştirmekten anladığı şey ise adayı gözde bir turizm bölgesi yaparak adayı para basan bir makine haline getirmektir. Adaya oteller, siteler, kumarhaneler, alışveriş merkezleri yaptırtma hedefi vardır. Ayağına dolanan ve anarşi olarak gördüğü ilk hedefi ise adanın koylarında yaşayan ve ada ahalisinin senelerdir komşusu-dostu olan, hatta her balığa çıktıkları zaman uçarak onların yanlarına gelen ve istavrit ile sardalye başta olmak üzere onların ellerinden rüşvetlerini yiyen martı sürüleridir. Başkan’a göre de ada ahalisi para basabilecek potansiyele sahip adanın eşsiz, doğa harikası koylarını martılara terk etmişlerdir. Ada ahalisine göre de martılar asırlardır koyların asıl sahibidir. Ve gerçekten de bu böyledir. Ama Devlet Başkanı’na göre yani temsil ettiği dikta zihniyetine göre her yerin sahibi insanlar olduğu gibi o koyların sahibi de insanlardır. Bunu açıkça da belirtir toplantıda. Her yerin ve her şeyin insana ait olduğuna inanan kafatasçı zihniyete sahiptir Başkan. Martılar ise ona göre koyları gasp etmiş anarşistlerdir.

Devlet başkanının çözümü martıları avlayarak yok etmek, yumurtalarını ezerek kırmaktır. Ada ahalisi ilk başta karşı çıkar. Zaten oraya uzlaşmaya değil. Başkan’a karşı çıkmaya gelmişlerdir. Çünkü bu martı konusu Başkan’ın ilk sorunu değildir (Hikayenin buraya kadar anlatılan kısımlarında ada ahalisi ile başka sorunlar da yaşamıştır.). Başkan geldiği günden beri Ada ahalisi ile devamlı uyumsuzluk yaşamaktadır. Ancak gelecek para akışını, yapılacak otel, site ve kumarhane gibi tamamen materyale dayalı projeleri duydukları zaman hepsi sevinçten deliye dönerler. Bir hane hariç! Hikayeyi anlatan adsız anlatıcı ve karısı Lara. Ve tabii bir de hikayenin sonunda anarşist olarak adlandırılacak, adada kimsenin nereden geldiğini, geçmişte ne yaptığını bilmediği, aykırı ruhlu, muhalif karakterli Yazar.

Bir stadyum dolusu insanın içi boş tezahüratları içinde, dünyanın en iyi aryasını en başarılı şekilde yorumlasan da Anadolu’nun en yanık türküsünü en yanık şekilde çığırsan da orada seni kimse duyamaz. Duysa bile anlayamaz. Aynı bu mantıkla da o anda aldıkları zenginlik vaadiyle gözü dönmüş bir dolu insanın aç gözlüğü içerisinde ve tam zengin olacaklarını umdukları anda onlara Atatürk’ün Nutuk’unu veya Karl Marx’ın Das Kapital’ini hatta inandıkları kadim bir kitaptan ayetler okusanız dahi hiçbir şey duymayacak, duysalar da hiçbir şey anlamayacak, anlasalar bile kulak arkası edeceklerdir. İşte aynen bu mantıkla da komşularının hiçbiri onların uyarılarını dinlemezler. Çünkü para hırsıyla gözleri dönmüştür bir defa. Ama yine de Başkan’ın düzenlediği martıları imha etmek üzere tasarlanan av partisine katılmazlar. Çünkü ne kadar zenginlik vaadine kapılarak adada yaşadıkları huzur dolu günleri unutmuş olsalar da hiçbiri Başkan kadar acımasız değildir ve olamaz da. Daha önemlisi de martılar onların senelerdir komşularıdır. Romanda martılar ile ada ahalisi arasındaki komşuluk ilişkisi daha içten daha derinlemesine anlatılırken tiyatronun anlatımının edebiyata nazaran daha kısıtlı olmasından kaynaklı olarak bu dostluk ilişkisi romandaki kadar derinlemesine verilememiştir. Ancak tamamen de yok sayılmamış izleyiciye aktarılmıştır.

Tabii yumurtalarını yok etmeleri ve sebepsiz yere yüzlercesini avlamaları sonucu martılar da senelerdir dost olduğu bu ahaliye düşman olacak, karşı saldırıda bulunacaktır. Eyvah! Huzur dolu adada savaş başladı!

Tiyatro oyunu uyarlamasında da orijinali olan romanda da anlatıcı rolündeki bu erkeğin hatta hane sahiplerinin hiçbirinin adı yoktur (zaten başta söylediğim gibi hikayede anlatıldığına göre de adada kimse birbirine ismi ile hitap etmemektedir. Herkes birbirine oturduğu hane numarası ile hitap etmektedir.). Sadece anlatıcı rolündeki erkeğin karısının ismi vardır. Ama oyun uyarlamasında şöyle bir değişiklik yapma yoluna gidilmiştir; hikayeyi sadece isimsiz erkek anlatmaz, burada anlatım görevi karısı Lara ile ikisine birden verilmiştir. Tabii ki de tiyatro oyunu olduğu için romandaki gibi sürekli birinin anlatımı ile değil eylemler, jestler, oyuncuların performansları, müzikler, acapellalar, sahne tasarımı, video yerleştirmeler, ışık tasarımı gibi aksiyonlar ile görürüz anlatımı. Ancak zaman zaman oyun durur ve adsız anlatıcı rolündeki erkek ile karısı Lara sahnenin ön tarafına konumlandırılmış iki mikrofona geçerek üstlerine lokal olarak verilen spot ışıklarının altında oyunun hikayesini hiçbir manipülasyona uğratmadan aynı uyarlandığı romanda yazıldığı şekilde didaktik bir şekilde anlatırlar.

Oyundaki anlatımın en büyük destekleyicisi ise tiyatro sahnelerinde son yıllarda en büyük gelişmelerden, anlatımı en çok desteklediğini düşündüğüm öğe olan video yerleştirmeler ve video yerleştirmelerin içerisine konumlandırılmış animasyonlar, görsel efektlerdir. Video yerleştirmeler içerisinde Başkan nutuklar atarken anlattıklarını özetleyen görseller, animasyonlar gösterilirken, Başkan’ın martı katliamı yaptığı zaman martı katliamını görsel bir dille anlatan görsel efekt ve benzeri öğeler vardır. Aynı şekilde de son sığınak olarak kabul gören ütopik adadan bahsederken de adayı anlatan, zaman zaman adanın yollarını, zaman zaman da adanın koylarını ve manzarasını izleyiciye görseller yoluyla anlatan  animasyon ve videolar görürüz. Oyunun gelişiminde adada olan olumsuz değişimleri, adanın yaşadığı problemleri, oyunun finalinde adanın nasıl yok olduğunu oyuncuların diyalogları, performansları ile anlayabilsek de burada yapılmış video yerleştirmeler, videolar içindeki görsel efektler de bu anlatımları çok efektif şekilde desteklemektedir. Oyunun video ve görsel efekt tasarımı Erdal Devrim Aydın’a aittir.

Bununla beraber ışık tasarımı da oyundaki anlatımı son derece destekleyici nitelikte başka bir öğedir. Gelişigüzel yakılıp söndürülen bir ışık tasarımı değil, oyunda anlatılanı daha canlı kılacak, izleyene oyunun coşkusunu daha da verecek, anlatımdaki eğlenceli yapıyı ve sahnede anlatılana göre ürkme, irite olma, çığlık atma ve gibi eylemleri aynı zamanda bu eylemlere ait ses efektlerini, oyunun anlatımının eğlenceliden hüzünlüye dönmesini destekleyebilen başarılı bir ışık tasarımı yapılmıştır. Tepeden verilen spotlar haricinde sahne içerisine de çeşitli renklerde ışıklar yerleştirilmiştir. Işık tasarımcısı da oyunu uyarlayan ve rejisini üstlenen Deniz Özmen’dir.

Oyunu daha canlı kılan bir faktör de oyuncuların performanslarının yanı sıra sahne geçişlerinde uyguladıkları hareket performanslarıdır. Bu sayede geçişler tekdüzelikten, basitlikten çıkarak daha eğlenceli, daha keyif alarak izlenir bir hale geliyor. Ve oyuncular sahneye göre de hareket performansları ile dekoru canlı olarak değiştiriyor, sahnede bulunan bankları oynatarak ve farklı konumlarda yerleştirerek sahnenin anlattığı konuya göre iskele, kürsü, hapishane, vapur, duvar, altına sığındıkları bir platform, çit, hanenin bahçe duvarı, mezarlık haline getiriyorlar. Sırf bu hareket performansı için de bir koreograf ile çalışılmış. Utku Demirkaya oyunun hareket performansları için hareket tasarımcısıdır.

Oyunun teknik yapısı ile ilgili konuşmak gerekirse oyunu canlı tutan tek şey video yerleştirmeler ve oyuncuların performansları değildir elbette. Oyunun müzikleri de çok dinamiktir. Müzik kolonlardan playback şeklinde verilmez. Tiyatroadam‘ın birçok oyununda olduğu gibi tüm müzikler canlıdır. Ve canlı müziği yapan müzisyenler de , müzik direktörlüğünü üstelenenler de aynı zamanda sahnedeki oyunculardan olan Emir Baran Sezginer  ve Vakur Pehlivan’dır. Oyundan çıkarak sahnenin arka tarafına, dekormuşçasına bir tahta konsol üzerine sabitlediği elektro gitarla müzik yapar veya elektro gitarla oyunun gidişatına yönelik ses efektleri verirler. Sahnenin arkasında daha farklı enstrümanlar da vardır. Aynı zamanda tüm oyuncular üstlerine oturdukları tahtadan yapılmış, tabure benzeri ekipmanları enstrümana dönüştürürler. Tahtalara aynı anda, aynı ritimde vurarak hep birlikte canlı müzik yaparlar. Zaman zaman da acapella olarak şarkılarını söylerler. Hatta oyun “Bu son ada” şeklinde söyledikleri acapella ile başlar.

Oyunun sahne tasarımından bahsedecek olursak da ilk başta çok karışık görünen bir tasarım gibi gelmişti gözüme. Elektro gitarın sahnede görülecek şekilde sahneye yerleştirilmesi gözüme hoş gelmemişti. Sahne ışıklarının bile sahne içerisinde konumlandırılmasını anlayamamıştım.  Ama oyun açıldıkça gördüm ki başta karışık gelen yapı oyunun her sahnesinde kullanılıyor ve kullanıldıkça daha ekonomik, daha sade bir hale geliyor. Yani karışık olmak zorundaymış diyebilirim. Kaldı ki ilerleyen zamanlarda da bu karışıklıktan eser kalmıyor. Bunları uygulamak için oyunun dekorları çok ergonomik olarak tasarlanmış. Mesela hikayenin baş öğesi olan martılar, altlarına demir kazık yapılarak sahneye farklı yerlere yerleştirilmiş. Ve martı uçuşunun, martıların intikam aldığı sahnelerin canlandırıldığı anlarda da oyuncular tarafından uçuruluyor. İşleri bittiği zamansa sahneden uzaklaştırılıyor. Başkanın kostümü değişken ve her kostümü de portatif.  Kostümü oluşturan şapka, ceket, gömlek içeriden çelik ve gibi malzemeler ile birbirine tutturulmuş. Oyuncu kuliste değişmeye gerek duymadan sahnede tek seferde hızlıca giyip çıkartabiliyor. Ayrıca video yerleştirmeleri oynatmak için de perde kullanmak yerine oyuna ait çok fonksiyonlu, parçalanabilir dekorlardan birisi üzerine yansıtmak tercih edilmiş. Videoların yansıtıldığı tahtadan yapılmış oval formdaki dekor sadece perde görevi görmüyor oyunun ilerleyen sahnelerinde adadaki haneler, hapishane ve benzeri başka görevler de görüyor. Hatta kenarları çıkartılarak kürek dahi oluyor. Bu bakımdan oyundaki dekorlar için çok harika ve çok fonksiyonel bir yapıya sahip diyebilirim. Sahne tasarımı yine Deniz Özmen’e aitken sahnedeki dekorların uygulanması, yaratılması Atölyeadam isimli ekip tarafından yapılmış.

Yazar, anlatıcı rolündeki isimsiz erkek ve karısı Lara, hariç tüm oyuncular Ada ahalisini yani figüranları oynamaktadır. Zaman zaman karakter düzeyindeki rollere sahip oyuncular: Berk Yaygın, Deniz Özmen, Pelin Abay rollerinden çıkarak ada ahalisi arasına karışırlar. Zaten uyarlandığı romanda da bu karakterler dışında hiçbir ada ahalisi tasvir edilmemiştir. Romanda tasvir edilen bakkalın oğluna ait çok az sahne olsa da o sahneler çok kilit sahnelerdir. Bu yüzden bu tip de es geçilmemiştir. Emir Baran Sezginer, ada ahalisi- figüran rolünden çıkarak bakkalın oğlu tipini canlandırır. Başkan’ın eşi rolünü ve Başkan’ın torunu rolünü Rüya Erdoğan canlandırır. Bu tiplerin hikaye içerisinde çok fazla sahnesi yoktur. Bu yüzden Rüya Erdoğan da harici sahnelerde ada ahalisini oynamaya devam eder.

Ama romanda da oyunda da karakter düzeyinde olan ve hikayede çok ciddi yeri olan Başkan karakterini bir oyuncu değil tüm oyuncular sırayla canlandırırlar. Başkan rolü kasıtlı olarak değişken tutulmuştur. Hemen hemen her oyuncu portatif olduğundan bahsettiğim başkan kostümlerini bir veya birkaç defa giyerek başkan rolünü oynar. Hatta hem erkek hem de kadın oyuncular can verirler başkana. Bu yönüyle de romandan farklılık gösteriyor gibi durmaktadır. Çünkü romanda tasvir edilen Başkan erkek ve bir kişidir. Aslında farklıymış gibi gözükse de Başkan’ın romandaki Başkan’dan hiçbir farkı yoktur. Sadece burada oyuncu olarak bir kişiyi seçip ona Başkan rolünü oynatarak bir kişi, bir birey, bir karakter olarak Başkan’ı canlandırmak yerine Başkan’ın ideolojisi olan dikta yönetimini, faşizmi imgelemek istemiştir romanı sahneye uyarlayan Deniz Özmen ve Berk Yaygın. Ne kadar farklı oyuncular sırayla Başkan karakterine tek tek hayat verse de romanda var olan karakter Başkan oyunda yoktur, onun yerine onu temsil eden ideolojinin imgesi vardır diyebilirim bu tercihlerine dayanarak. Ayrıca uyarlandığı romandan farklı olarak Başkan, kimi zaman romanda olduğu gibi aşırı sert, aşırı otoriter tasvir edilirken, kimi zaman da The Great Dictator filminde Charlie Chaplin tarafından yaratılan Hitler karakterine benzetilmiştir. Yani oradaki diktatör Hitler benzeri şekilde kendini otoriter sanarak uyanık geçinen avanak diktatör olarak hayat bulmuştur sahnede. Oysa ki romanda böyle bir tasvir yoktur. Bu canlandırma romanın oyun yorumuna özeldir.

Romanının dili çok ağır değilken oyunu da gayet anlaşılır ve eğlencelidir. Ama buna rağmen anlattığı hikaye olarak politik ve toplumsal olarak çok ciddi ve sert mesaja sahip bir yapıdadır. Kitap olarak ilk basımı 2008 senesinde olsa da eleştirmenler 2013 sonrasında bu romanla ilgili yaptıkları değerlendirmelerde romanın konusu ile Gezi Eylemleri’ne sebep olan ağaç kesimi ve parkın yağmasının yakınlığından bahsetmişler; 2013de Doğan Kitap tarafından yeni basımı yapılan kitabın sonunda Zülfü Livaneli ile romanına dair yapılan söyleşide de kendisine

 “ ‘Gezi Ruhundan’ söz etmeye başladığımız bugünlerde, umudunuz biraz olsun arttı mı”1 şeklinde soru yöneltilmiştir.

Çünkü romandaki tema gerçekten de Gezi Eylemleri’ nin sebebi ile çok yakındır. Sadece birinde kimse sesini çıkartmazken diğerinde büyük bir kitle ayağa kalkmıştır.

Hikaye özet olarak dikta zihniyetiyle senelerce ülkeye hizmet etmiş ve halka kök söktürmüş bir devlet başkanının son derece mutlu mesut yaşayan, şehrin gürültüsünden ve kapital düzenden kopmuş, kendi yağında kavrulan, para pulla ve kapital düzenin diğer nimetleri ile hiçbir işi olmayan, komünal yaşayan bir avuç insanın arasına gelmesinden sonra aralarında yaşanan çatışmayı ve akabinde ahalinin çoğunluğunu da kandırarak kendi tarafına çekmesini, çekemediğini ise politik yollarla korkutmasını ama baş karakterleri kandıramaması sonucu aralarında var olan gerilim üzerinden ilerliyor. Başkanın gelmesinden sonra son sığınak olarak tasvir edilen bu Son Ada ve ahalisi art arda felaketlere ardından da olumsuz yönde değişikliklere uğrayacaktır. Yani en net haliyle özetlersek bir faşistin elinin değmesi sonucu bir ütopya bir distopyaya dönüşecektir.

Herkese hem romanı hem oyun uyarlamasını tavsiye ediyorum. İzleyeceklere şimdiden iyi seyirler, okuyacaklara da keyifli okumalar diliyorum.

  • Oyunu 24 Şubat 2024’te Moda Sahnesi’nde seyrettim

1 Doğan Kitap 2013 senesinde yeni baskısı yapılmış Son Ada romanı sonunda yer alan Zülfü Livaneli ile yapılan söyleşiden.

 

 

 

 

 

 

Paylaş.

Yazarın bütün yazıları için: Bilge Az

Yanıtla