Ayşe Sancak
11-17 Mart tarihleri arasında gerçekleşen TheatreISt kapsamında izlediğim “Çirkin” oyunu ilk gösterimini 2 Kasım’da İstanbul Tiyatro Festivalinde yapmış ve o tarihten bugüne her hafta Hope Alkazar’da sahnelenmeye devam ediyor. Oyunu Firüze Engin yazmış, yönetmenliğini Güray Dinçol yapıyor, Şiva karakterini Nihal Yalçın, Tavuk karakterini ise Onur Berk Arslanoğlu canlandırıyor. İki kişilik bir oyun gibi gözükse de arkada kalabalık bir teknik ekip var. Anlatı tiyatrosuyla dijital enstalasyonu birleştiren, yenilikçi bir sahneleme biçimi kullanan bu oyunda oyuncuların sahnelemeye uygun olarak fiziksel oyunculuk teknikleri kullandıklarını, rollerini hem yabancılaşmayı sağlayacak kadar grotesk ve absürd hem ses, beden, mimik kullanımıyla canlandırdığı karaktere olağanüstü benzeyecek kadar diyalektik bir yerden inşa ederek iki zıtlığı buluşturduklarını görüyoruz. İki insan/insan-dışı, grotesk itici beden aranızda dolaşarak, gözünüzün içine bakarak sevip okşanan, bağıra basılan, makbul olan ve bundan dolayı bolca teşhir edilen, alkışlanan duygularla, bastırılan, ötekileştirilen, norm dışı sayılan, patolojik, karanlık duyguları bedenlerinde görselleştirerek sizi kuşatıyor.
Umberto Eco Çirkinliğin Tarihi’nde güzelliğin kriterlerinin sınırlı olduğundan ama çirkinliğin ölçüsünün sonsuz olasılıklar içerdiğinden bahseder. Peki bu oyunda çirkine bakarken bize hangi duygumuz eşlik ediyor? Tiksinme, iğrenme, küçümseme, aşağılama, korku, acıma, huzursuzluk, tekinsizlik, tedirginlik? Eco’nun belirttiği gibi sahnedeki çirkin ikili karşısında duygularımızı sonsuz çeşitlendirebiliyoruz. “Çirkin”e bakmak birçok olumsuz duygu çağrıştırıyor. Bu çağrışımlar arasında biz de boş durmuyoruz, zihnimizde koşturarak bir an önce onları tanımlayacak görüntü ya da kavram arıyoruz. Gördüğümüzü tanımlamak, bilgisine ulaşmak, onu zararsız hale getirmek ve bütün bu sevimsiz duygulardan azat etmek istiyoruz kendimizi. Sahnede bütün çirkinliğiyle varlık bulan bir kadın ve ona yarenlik etmekle görevlendirilmiş insanı irkiltecek seviyede çirkin, insan dışı olan bir tavuk var. Bu öyle bir tavuk ki bir insanın oynayabileceği, bürünebileceği, temsil edebileceği, bir insandan olabilecek en iyi tavuk. Ve bu tavuk varlığıyla, koşturmasıyla, çıkardığı seslerle rahatsız edici, ayağımızdan çekip bizi sahnenin ortasına atacak gibi. Onlara dair, kim oldukları ya da geçmişleriyle ilgili bir bilgiye sahip değiliz, gördüğümüzden çekiniyoruz, sanki çirkinliklerini bize bulaştıracaklar gibi onlardan uzak durmaya çalışıyoruz, korunaklı değiliz, her an bir şeyler olabilir hissi hâkim. Oyunun bir çerçevesi yok çünkü, oyuncular özgür, tüm çirkinlikleriyle bize ait alanı ihlal edebilirler. Bu tekinsiz karakterlerle seyirciyi baş başa bırakan Hope Alkazar sahnesinin mekânı anlatıya dahil eden, seyirciyi içine alacak, sahnede olan bitene içeriden tanıklık edecek, oyunun bir parçası olacak şekilde tasarlanmasıyla ilgisi olduğu açık. Onları tanımadığımız için tedirginiz, sahnede ne yapacaklarını kestiremiyoruz. Oyun bu haliyle bana bir akıl hastanesinde geçen Milos Forman’ın yönettiği özgün adı One Flew Over the Cuckoo’s Nest olan ünlü Guguk Kuşu (1975) filmini hatırlatıyor. Sahnede olan biteni anlamak, bizim için tehlikesiz hale getirmek, bir sonraki hamleyi kestirebilmek, denetlemek için onları gözetleyen hemşireler gibiyiz. Henüz iç yüzünü bilmediğimiz, hakkında bilgi sahibi olmadığımız, hep başkalarından dinlediğimiz klasik anlatıların, öğretilerin dışında bir öteki anlatısı izlediğimizin farkındayız. Hinduizmde iyilikle kötülüğü bir arada barındıran, yok etme ve yaratma gücüne sahip bir tanrıyı temsil eden “Şiva” karakteri bu oyunda Anadolu ya da Doğu anlatılarındaki üvey anne, cadı, büyücü, Şahmeran, Mehmene Banu gibi çirkinlikle, ihtirasla, kötülükle özdeşleşmiş kadın rollerinin evrensel bir birleşimi olarak karşımızda.
“Çirkin” oyunu yukarıdaki duyguların bize eşlik edebileceği kadar çirkinliğin, çirkin olarak tanımlanmanın, çirkin olma halinin altını görsel, bedensel ve imgesel çağrışımlarla dolduran ve içselleştirdiğimiz normlarla bizi yüzleştiren bir oyun. “Çirkin” anlatısına öyle anlamlar ekiyor ki onları biçerken acımayla korku, sevgiyle nefret, güzellikle çirkinlik, masumiyetle suçluluk, merhametle intikam hissi birbirine giriyor. Çirkine yaklaşıyoruz, dinliyoruz, anlamaya çalışıyoruz. Çirkin olma hali yanılsamayı engellese de onu çirkin, kötü ve ölümsüz yapan şeyin sadece onun suçu olmadığına ikna oluyoruz. Oyun daha baştan anlatının odak noktasını belirliyor aslında. “Şiva” çirkin olduğu için mi kötü olmayı seçmiş yoksa çirkinlik gibi kötülük de onun seçimi değil mi? Cevabı hemen ardından beliriyor zaten. Şiva’nın çirkin doğması, annesi tarafından bile sevilmemesi, dışlanması, ötekileştirilmesi, çocukken terkedilmesi, bir güç tarafından sahiplenilmesi, çok istediği güzellik için bedel ödemesi hatta ölümsüz olması bile onun tercihi değil. O, masaldaki yeri binlerce yıl önceden belirlenmiş bir kahraman. Bizim şimdi burada tanıklık ettiğimiz şey, anlatının bize şimdiye kadar anlatılmayan bu anti-kahramanın kendisine ait olan kısmı.
Daha önce hikayesini hep karşıtının zihninde ve dilinde kurulan şekliyle bildiğimiz bir “öteki” karakter olan “Çirkin”in bu oyunda kendini başkalarının gözünde ya da hiyerarşik bir yapı içerisinde değil bizzat kendi varlığını merkeze koyarak kurduğuna tanık oluyoruz. Karakterin bu şekilde merkeze çekilmesi ve ona kendini anlatma fırsatı verilmesi farklı olanın, öteki olanın bilgisine ulaşma çabası gibi görülse de bu aynı zamanda onu ehlileştirme, uysallaştırma kısaca onun genel olanın içinde erimesi, sömürülmesi, yok olma tehlikesiyle karşı karşıya olması anlamına da gelebilir. Fakat anlatı düzlemi çoğullaşarak bu tehlikeyi bertaraf ediyor “Şiva” anlatısıyla üstünlük kurmaya başladığında, kendini arzu nesnesi haline getirdiğinde tavuk araya girerek, oyunu bölerek, müdahale ederek onun anlatısını kırıyor, anlatıyı dengeliyor ve farklı bir bakış açısı getiriyor. Keza immersive diye nitelenen çevreleyici anlatım tekniklerinin de işin içine girmesiyle duvardaki ışıklar hem Şiva’nın zihnini dışa vurarak hem seyircideki imgelemi görselleştirerek anlatıyı zenginleştiriyor. Bir yandan bol imgeli, bol çağrışımlı, tılsımlı, efsunlu görsel bir şölen izlemeye hazırlanırken bir yandan farklılıklarımızı inşa eden, norm üreten düşünme biçimlerimizi muazzam oyunculuk eşliğinde sorgulamaya hazır olun.