Figüran Olmayan Figüranlar, Hikayenin Gidişatını Değiştirebiliriz!

Pinterest LinkedIn Tumblr +

Bir insan bulunduğu grup ile amaçlı bir şekilde hareket ettiğinde bireyselliğin toplumu beslediğini ve hikayenin gidişatını değiştirdiğini söyleyebiliriz.

İstanbul Devlet Opera ve Balesi’nden (İDOB) bir dansçı

“Evrenin, tanrının ve hatta diğer insanların desteğinin yanımızda olup olamayacağını tek bir hareketimizin belirlediğini bize aşılayan kapitalist sistem nasıl olur da bu kadar özgüvensiz ve kendini tanımaktan uzak, değişime elebaşılık edemeyecek kadar pısırık insan yetiştirir?​” İşte iş arkadaşlarım ile olan sohbetlerimizin en sık dönüp dolaşıp geldiği nokta burası. Bilmiyoruz, henüz cevabı bulamadık. Çeviride kaybolan nüanslardan biri belki de bu. Bireysel başarı ve çalışmaya dayalı olduğunu iddia eden sistemimiz, ilerlemenin materyal olduğuna ve başka hiçbir şeyin önemi olmadığına nasıl inandırdı bizi ama? İş hayatına atıldığımızda global bir kriz sonrasında sanat yapmaya çalışan ilk jenerasyon olduğumuzun farkındaydık. Sadece idealist değil aynı zamanda istekli ve gerek finansal gerek sanatsal özgürlüğü tatmayı hedeflediğimiz hayatımızın yeni bir evresine geçtiğimizi sandık. Kısa süre içerisinde bu bakış açısının ne denli yanlış algılandığını ve aslında işe girmenin sandığımız gibi bir şey olmadığını da tecrübe ettik. Sanat icra etmemiz için alındığımız işte ne güvence ne ayrıcalık sağlayan devlet kurumunun sınav sırasında yanlış bir puanlama sistemi kullanmasından başlayan benim ve arkadaşlarımın dava süreci şu anda Anayasa Mahkemesine başvurmuş olduğumuz gerçeği ile devam ediyor. Niteliklerimiz ve donanımlarımız için elle seçilen bizler, geldiğimiz bu noktada iş yerimizde eşit işten fazlasını icra ederken, eşit hakkın yanından bile geçemeyecek kadar az maaş ve ayrıcalığa sahibiz. Sahneye topluluğumuzun içerisinde hem grup danslarında hem de solist dansçı olarak çıkan bizler eserlerin sahneye konulabilmesinde elzem rol oynuyoruz. Ancak ne kadrolu arkadaşlarımız kadar maaşa ne de hakka sahibiz.

Figüran sözleşmesi ile usulsüz çalıştırıldığımız kurumda 4B sözleşmesine sahip iş arkadaşlarımız haklı olarak kadroya atandığında bizim de atanmamız için açtığımız davada asıl anlatmak istediğimiz figüran olmayışımız. Ancak hak arama çabamızda henüz bir sonuca varamadık ve davalarımız olumlu sonuçlanamadı. Sonuç olarak perdenin açılması için bizi kaybetmeyi göze alamayan ve iş gücüne ihtiyaç duyan İstanbul Devlet Opera ve Balesi tarafından sözleşmeli sanatçı olarak girdiğimiz ancak devlet kurumunun usulsüz iş yapması sebebi ile iş yerimizde günlük olarak yapılması gereken figüran sözleşmesini yıllık olarak imzalamak zorunda bırakıldık. Zira bale yapmak istiyorsak, bu operadan daha iyi veya daha yenilikçi bir yeri Türkiye’de bulmamız pek mümkün değil. Kariyerlerimizi planlamayı hedeflediğimiz İstanbul ilinden taşınsak bile, kadro sınavı açılmadığı sürece bu sıkıntıları sadece başka bir ilde yeniden yaşayacağız.

Serbest ekonomi ve talebe karşılık olduğu iddia edilen işimiz, maalesef devlet bünyesi dışında icra edilemiyor yani bizim sıkıntımız aslında Devlet Opera ve Balesi bünyesinde çalışan 150 ye yakın bale ve modern dans sanatçınsın da farklı illerde çektiği bir sıkıntı. Bu sözleşme değişikliklerine rağmen iş tanımımızın ve çalışma süremizin değişmediği gerçeğini de göz önüne alırsak, genç olmanın verdiği ve frontal loblarımızın kendi kendine daha yeni yeni kararlar verebildiği yirmili yaşlarımızın başında yapılacaklar listemiz o kadar uzadı ki sessizce bakıştığımız kedimiz bile terapiste dönüştü.

Kişisel hayatımızda sıkıntı yaşama lüksü olmayan bizler ve iş arkadaşlarımız bu konuyu tabii ki sadece kedilerimiz ile konuşmuyoruz. Her ilin sanatçılarının kendi müdürlükleri, genel müdürleri ve il müdürleri ile durumu konuştu, yardım istedi. Yaptığımız toplantılarda kimsenin yapabileceği bir şey olmadığını ve istiyorsak bu işi yapmayabileceğimizi arka arkaya duymak zorunda kaldık, üzerine de ‘Neden motivasyonunuz yok?​’ diye bir soru duymak zorunda kaldık. Halbuki motivasyonumuz hiç gitmedi, sadece odağımızı hakkımızı aramaya çevirdik. Müdürlük ve yargı tarafından yalnız bırakıldığımız hissi yüzünden maalesef şu an umutsuzluklarımızdan umut yeşertmeye çalışıyoruz. Sanatçılar olarak bizler mizaç gereği yılmayan ve pes etmeyen insanlarız. Mükemmeliyete, ideaya ve gerçeğe duyduğumuz saygı ile her gün iş yerimizde işimizin başındayız, sıkıntımızı eserleri daha anlamlı kılabilecek ancak onları dejenere etmeyecek şekilde ifade etmeye çalışıyoruz. Nitekim bu konudan bahsetmek bile insanın hayatından zaman alıyor ve zamanımızın zaten en değerli şey olduğunu düşünürsek yepyeni bir saygısızlık ile karşı karşıya kalıyoruz.

Balede “corps de ballet” olarak tanımlanan terimin kötü ancak kelimesi kelimesine çevirisi balenin müfrezesi de olabilir. Topluluk kelimesinin benzer anlamlı bir başka kelime ile değiştirilmesi ilk saflarda sıkıntılar ile çarpışan bizlerin aslında ne kadar elzem olduğunu hatırlatmaya yetiyor. Yani bir insan bulunduğu grup ile amaçlı bir şekilde yanındakiler ile hareket ettiğinde bireyselliğin toplumu beslediğini ve hikâyenin gidişatını değiştirdiğini söyleyebiliriz. Bir arada kalmaya çalışan azalmış ama tükenmemiş biz bale sanatçılarının toplum bazında bir değişikliğe öncülük etmesi işte bu bilinci yayması ile sağlanabilir. Peki toplu danslarda yakaladığımız içten dışarıya doğru açılan bu bilinci stüdyo dışında toplum boyutuna taşımak niçin bu kadar zor? Bizi temsil ettiğini düşündüğümüz insanlarında eli kolu bağlı olduğunu o kadar sık duyduk ki bu noktada ne yaparsak yapalım sesimiz duyulmuyor, onu anladık. Onlar da mı bu birliktelik bilincini unuttu? Yoksa insan özünde kendinden başkasını temsil etmesi gerektiğinde temsil ettiklerini kendi gibi sanmaktan başkalarının ihtiyaçlarını unutur mu?

Bu sırada sanata, baleye ve işimize olan saygımızdan ötürü sabah 10.30 da işe geldik, akşam 7 de işten on beş dakika ara yapmış ve yemek yememiş şekilde çıktık. Yemek kartımızın olmadığı gerçeğini de düşünürsek eve vardığımızda yaşadığımız yorgunluğu nasıl tarif edelim, bilmiyorum.

Müdür ve iş verenlerimizin de her ne kadar iyi niyet ve yardım gayeleri ile yola çıktığını bilsek bile sistemi içinden çürümüş bir yerde maalesef artık bizim de tahammül noktamıza dayanıldı. Açtığımız eşit işe eşit hak davasının ilk kazananları kadroya atanmıştı ancak, istinaf a giden kurumun yanında konumlanan yargı atanan arkadaşlarımızın, ‘Sözleşmelerinizin yeniden figürana düşmesi uzun sürmez ama gelin bir imza atın.’ kelimeleri ile karşı karşıya kaldı. Hem sendikanın avukatı hem kişisel avukatlarımız bu davaya kazanılmış gözü ile bakarken yaşamaya değer olamayacak ancak kesinlikle hayatı kolaylaştırabilecek bir meblağ ve on beş yıl içerisinde bir yeşil pasaporta ulaşma ihtimalimizin git gide arttığını sandığımız bir an böylece patlamış bir balon gibi ani ama tasasız bir şekilde tamamen değişti. Zira yan yana dans ettiğimiz insanlardan tek farkımız yıllık figüran sözleşmesi ile çalışıyor oluşumuz. Ancak gerçek işimiz zaman zaman bu mental ve duygusal yükü kaldırmak ve yönetmek olduğu aşikar. İşte o yüzden, arkadaşlarımız ile bir daha 4B sözleşme sınavı açılırsa bu sınava girmenin değer olup olmadığını sorguluyoruz. Bu sınavın da Opera ve balenin paydos ettiği ve sezon kapattığı döneme geleceğini düşünürsek, biz aylarca mağdur çalıştıran kurumun biraz mental ve fiziksel dinlenmeyi biz yine çok gördüğünü çok net anladık. Gerçek şu ki ‘hak etmek’ ile uğraştığımız ayrıcalıklarımızdan arta kalan zaman sanat için pek de bir şey bırakmıyor. Daha da zoru sendikamız ile aramızda ki iletişimsizlik bizim kendi bireysel davalarımızda emsal teşkil edebilecek verilere veya haklarımız hakkında bilinçlenmemize olanak sağlamadığı için bireysel çabalarımız ile sürekli telefon konuşmaları yaparak zaman geçirmemize sebep oluyor. Dahası şu an yıllık figüran sözleşmesi eksikliği sebebi ile aylık olarak günlük figüran statüsünde çalışan arkadaşlarımız da var 11k maaş alıyor ve sanatlarını optimal olarak icra etmeleri bekleniyor.

Geçirdiğimiz süreçte istinaftan danıştaya gidemeyecek şekilde kesin ret alan davaların haberini aldık. Anayasa mahkemesine taşınan bu davalar, gelecekte insan hakları mahkemesine gider mi gitmez mi kestiremiyoruz. Bizlerden sonraki jenerasyonlara ders verirken onları neye hazırlıyoruz? O da muallakta. Ancak umudumuz şu ki onlar gelene kadar bizler bir değişikliğin parçası olmuş olacağız. Kim için ve kime karşı ya da kimler ile birlikte hareket ediyoruz bazen karışıyor gibi gelse de akıntının yanından usulca gitmesini beklediğimiz hayat kayığımız maalesef setlere çarpıyor. Umarım gelecekte bir anlamı vardı bütün bunların diyebiliriz.

Eğer insanın her hareketinin politik olduğu gerçeği ile yüzleşmeyi reddediyorsanız, aynaya bakıp neden bu kadar uğraşmama rağmen huzura eremiyorum diye sorun. Cevabınız “Kendimi özgün, gerçekçi ve anlamlı olduğunu düşündüğüm bir şekilde anlatamıyorum. İşin kötüsü duyduğum özgüvenin aslında yalancı bir korku olduğu gerçeğinden kaçmak bacaklarımı yordu.” İse o zaman lütfen harekete geçin.

Kordo bale olarak adlandırdığımız grup danslarında benim ile birlikte dans ederken beni geren her şeyin hassas dengemizi nasıl yorduğunu görebiliyorum. Kendinizi tanıtmadığınızda, fikir sahibi olmadığınızda, en kötüsü fikir beyan etmediğinizde bulunduğunuz yerin çok daha kötü olduğunu anlayacaksınız. Toplumumuz için de geçerli bu. O yüzden bizi temsil edenlerin bizi temsil edememesi sebebi ile iletişimi birinci ağızdan biz figüranlar sağlamak istedik. Zamane orta şekerli ailelerinin artık olmadığı gerçeği ile yoksulluk, fakirlik, yakası olacak işleri olanlar ve zenginler olarak hiç olmadığımız kadar yakın, hiç olmadığımız kadar uzağız.

Bir yandan da stabil bir ekonomi de serbest bir şekilde varlığını sürdürebilen insanların aslında apolitik olacağına dair de bir düşünce var. Peki o zaman her şeyin daha iyisini istediğini iddia eden ihtiyaç üçgeninde her şeyi karşılamayı başarmış insanlar stres anında verdikleri kendini baltalama tekniklerini topluma yansıttığında ne olacak? Geniş bir yelpazeden mantık çevresinde bakarken aslında düşüncelerin ayrı hisleri olduğunu ancak duyguların evrenselliğini nedense hep göz ardı ediyoruz. Buluşmamız gereken payda evlerin boyutu veya kimin en güzel arabaya sahip olduğu değil, yağmurdan sonraki kokuyu din, dil, ırk ayırmadan sevişimiz bile olabilir. Gerçekten apolitik ve ılıman olduğunu iddia eden modern kesim bu noktada kendisine bakıp bir düşünmeli. Gerçekten apolitik olacak kadar rahat mısınız? Yoksa başkalarının hayatını derinden etkileyen konulardan haberiniz mi yok? ‘Ötekiye’ duyduğumuz açlık ve itildiğimiz bu uzak köşelerin insaniyeti ve siniri yanlış yere çekiyor. Eğer mutlu değilse insan şu dönemde, belki de verdiği stres tepkisinin doğruluğunu da tartıya koymalı. Tartıya koyduğunda da kimin onun öfkesinin işlevsiz bir yalnızlık ile sonuçlanmasından haz duyduğunu araştırmalı. Çünkü hayata karşı duyduğu bu tepkiyi içselleştirip problemi kendinde arayan birey, kendini ifade edemeyen ve algısı kapanmış bir varlığa dönüşüyor. İşte tam da bu yüzden hala bizden sonraki nesilleri eğitiyor, işimizin başında durmaya ve layığı ile yapmaya gayret ediyoruz. Çünkü günümüz de bir işe sahip olmak lükstür. Ancak bu lükse olan bağlılığımızdan değil, kendimize olan saygımızdan, dünya için kurduğumuz hayallerimizden dolayı umutsuzluğa kapılmadan ve adım atmayı kesmeden hakkımızı aramayı kesmiyoruz.

Hayırlı işler, iyi günler,

Figüran olmayan figüranlar.

EVRENSEL

Paylaş.

Yanıtla