Yedi Yahudi Çocuk: Dil ve Şiddet

Pinterest LinkedIn Tumblr +

Zehra İpşiroğlu

“Acının evi yoktur. Acı acıdır ve evrenseldir”.

Samieh Jabbarin

Dilin şiddeti ehlileştirmesi

“Ona bunun bir oyun olduğunu söyleyin, bu bir oyun. Ama onu korkutmayın. Ona onu öldüreceklerini söylemeyin… Ona sessiz olmasını söyleyin ona iyi bir kız olursa kek yiyebileceğini söyleyin … Ona ortada görünmemesini söyleyin… Ama onu korkutmayın”

Bir çocuğa şiddet nasıl anlatılır, ona onu ürkütmeden, korkutmadan her an öldürülme tehlikesiyle burun buruna olduğu nasıl anlatılır?

Yedi Yahudi Çocuk’ta Yahudilerin Nazi döneminde başlayan sancılı öyküsünün kısa tarihçesi iç içe geçen ve farklı zaman ve mekanlara gönderme yapan yedi küçük sahneyle küçük bir çocukla konuşulacakmış gibi sergilenir.

Yahudileri Nazi döneminde çektikleri, İsrail’e göç edişleri ve yerleşmeleri, Filistinleri yerlerin yurtlarından etmeleri hep “Küçük kıza şunu söyleyin bunu söylemeyin” komutuyla anlatılır. Şiddetin bastırılması, anlatılamaması, dilin şiddet karşısındaki çaresizliği ve sınırları izleği oyunun sonuna doğru şiddetle özdeşleşme, şiddetin bir parçası olmaya dönüşür.

Dilin şiddete dönüşmesi ve şiddet dili

Oyunun sonuna doğru “Ona bebekleri yanlışlıkla öldürdüğümüzü söyleyin, ama ordudan söz etmeyin” yönlendirmesi “Ona ordudan söz edin, ona ordu ile gurur duymasını söyleyin. Ona ölen kızların ailelerinden söz edin…Ona utanacak hiçbir şeyi olmadığını söyleyin. Ona ötekilerin bunu kendilerine kendilerinin yaptığını söyleyin. Ona ötekilerin kendi çocuklarının öldürülmesini, böylelikle insanların onlara acımasını istediklerini söyleyin, ona benim onlara acımadığımı söyleyin, ona ötekilere acımamasını söyleyin, ona asıl bizlere acınması gerektiğini söyleyin, ona ötekiler bize acı çekmekten söz edemezler deyin. Ona artık bizim demir yumruk olduğumuzu söyleyin…” gibi karşı tarafı bütünüyle yok sayan faşizan bir söylemle sona erer…Böylece şiddeti ve acıyı yaşamış olanlar, yani mağdurların, faillere dönüşmesi söylemlerle anlatılır.

Caryl Churchill bu on dakikalık kısa oyunu 2009 da İsrail ordusu Gazze’ye girdiğinde kaleme almış. Bugünkü politik gelişmeler Hamas’ın İsrail’e saldırısı, İsrail’in Gazze’yi işgali bu kısa oyunun yeniden sahnelenmesine yol açıyor. Oyunu tiyatrocu ve öğretim üyesi olan Metin Balay sahnelemiş, dramaturjisini ise öğretim üyesi Fakiye Özsoysal yapmış.

Deniz Türkali’nin yorumuyla önce çocuklara ne söylenip ne söylenmemesi gerektiğini şaşkın, ürkek bir biçimde dile getiren, şiddeti dilin gücüyle neredeyse ehlileştirmeye çalışan bir söylem oyunun sonunda büyük bir öfke patlamasıyla tam bir şiddet diline dönüşüyor.

Söylemler üstüne çok çarpıcı ve vurucu bir deneme.

Mağdurların dili yok, faillerin var mı?

Söylemler üstüne bu deneysel oyun sadece bir çocuğa ne söylenip ne söylenmeyeceğini değil, bizim içimizdeki çelişkileri, çatışmaları ve çaresizliğimizi de gündeme getiriyor. Şiddet karşısında sözcüklerin tükendiği noktada, ne diyeceğimizi, kendimizi hangi sözcüklerle yatıştıracağımızı, kısaca sorunları nasıl bastıracağımızı bilemiyoruz. O an yaşadıklarımızı olabildiğince olumlu okumaya çalışıyoruz. Şiddeti bastırma, güzelleştirme, yok sayma biraz da ölüm karşısındaki çaresizliğimize benziyor. Bir sevdiğimiz öldüğünde o acıyı hafifletmek için başvurduğumuz törensi eylemler ya da “mekânı cennet olsun”, “ışıklar içinde uyusun” vb. klişe söylemler gibi. Şiddeti ve acıyı dile getirmede dilin sınırları çok net bir biçimde ortaya çıkıyor. Ama şiddeti dil aracılığıyla dizginleştirmeye çalıştığımızda şiddet yok olmuyor ki tam tersine giderek daha vurucu bir güç kazanıyor. Çünkü bastırılan şiddet, dili öyle bir ele geçiriyor ki dil bir iktidar ve güç aracına dönüşüyor.

Bir silaha dönüşen dil

Bundan şiddet karşısında mağdurların dilinin olmadığı, faillerin ise olduğu sonucu mu çıkıyor? Mağdurlar, yani şiddeti yaşayanlar çaresizliklerini ve korkularını anlatacak sözcükleri bulmakta zorlanıyorlar, failler, yani şiddeti yaşatanlar ise şiddetle öylesine bütünleşmişler ki dili bir silah olarak kullanıyorlar.

Gerçekten de günümüzde savaşın yarattığı acılar en korkunç biçimde yaşanırken her tür diyaloğu ve uzlaşmayı yok sayan şiddet dili etkisini tüm gücüyle sürdürüyor. İdeolojilerin, manipülasyonun, yalanın ve toplum baskısının dili olan şiddet dili insanı insanlıktan çıkarıyor…

Oyunun evrensel bir değeri var. Çünkü her toplum kendi tarihinde yaşananları böyle bir çerçeve içinde anlatarak resmi tarihin söylemediği ya da sansürlediği noktaları sergileyebilir.

Oyunda art alan bilgisi

Oyunu Deniz Türkali’nin sade yorumuyla çok beğendim. Öte yandan art alan bilgisi yeterli olmayan bir izleyici bu kadar kısa bir deneysel performansı bu kadar baş döndürücü bir hızla izlediğinde anlamakta zorlanabilir. Oyunla ilgili kısa bir önbilginin, sözgelimi bundan on beş yıl önce yazılmış olan bu oyunun bugün hangi bağlamda yeniden ele alındığının ve neden çok güncel olduğunu içeren bir açıklama konunun dışında olanlara da önemli ipuçları verecektir. Tabii bu bağlamda Hamas’ın İsrail’e saldırısından da söz etmek gerekiyor. Dahası belki de İsrail Filistin çatışmasında yönlendirici olan karmaşık politik bağlantılara kısa bir gönderme de anlamlı olabilir. Böylesi bir art alan bilgisi oyunu farklı bir pencereden görmemizi sağlayacaktır.

Yedi Yahudi Çocuk Tel Aviv’de

Bu oyun ilk kez Avrupa ülkelerinde sahnelendiğinde Yahudi düşmanlığı ile suçlanmış. Oysa burada bir taraf tutma söz konusu değil, odak noktası olan sadece söylemler ve dilin ve ideolojilerin bizleri nasıl yönlendirdiği. Bu nedenle de bizden olmayanları, ötekileri yok sayan faşist söylemlere karşı olan herkes hangi milletten olsun bu oyundan çok etkilenecektir.

Nitekim Yedi Yahudi Çocuk İsrail’in Gazze politikasına karşı olan bir solcu tiyatro grubu tarafından Tel Aviv’de sahnelendiğinde çok ilgi uyandırmış. Yönetmen Samieh Jabbarin “Acının evi yoktur” diyor. “Acı acıdır ve evrenseldir”.

Paylaş.

Yazarın bütün yazıları için: Zehra İpşiroğlu

Yanıtla