Mutlak Güç İnsanı Yozlaştırır

Pinterest LinkedIn Tumblr +

Bilge Az

Tarihsel bir şahsiyet olarak Caligula, Roma imparatorları arasında en kötü şöhrete sahip olanlardan biriydi. Tiberius ve Claudius’un uzun hükümdarlıkları arasında kısa bir dönem olan MS 37’den 41’e kadar hüküm sürmüştü. Ve ahlaksızlık, zalimlik, barbarlık konusunda kötü şöhretli Nero ve Domitian’a rakip olur.1 Esas amacı ise onları da aşmak, tarihe en zalim, en barbar hükümdar olarak geçmektir.

Stephan Tsanev’in kaleminden, Kemal Aydoğan rejisi ile Moda Sahnesi’nde hayat bulan çağdaş oyun Caligula Suikasti’nde de Münircan Cindoruk tarafından canlandırılan Caligula’nın bu ve bunun gibi hırsları, zulümleri, diktaları, bitmek bilmeyen ve nihayetinde absürtleşen hayata ve dünyaya başkaldırmasının yanında mutlak güç- iktidar – ölümsüzlük isteği gibi kibirli istekleri işlenmektedir. İmparator olarak bu tükenmek bilmeyen, sonucunda da absürde kaçan isteklerinin neticesinde izleyiciye meczup gibi görünen bir diktatördür. Meczup olarak görülmesindeki diğer sebepler de bir imparator olarak emirlerini verdiği zaman ve halka zulümlerini uygularken yaşadığı hayatının akışıyla beraber yönettiği Roma İmparatorluğu’nun yönetiminin akışını da duraklatmasıdır. Ama şu var ki tüm isteklerini gerçekleştiremese hatta hiçbir zaman gerçekleştiremeyecek olsa dahi diktelerini, saldırılarını, halka zulümlerini ve bir diktatör olarak da sadece yıkıma dayalı tüm kabiliyetlerini aynı anda gerçekleştirebilecek kapasiteye sahip Antik Roma kökenli bir imparator, gerçek zamanlı bir diktatördür. Korkulan bir diktatör olmak; imparator olmaktan öte tarihe adını ön sıralarda yazdırmış bir imparator olmak için en önemli unsurdur. Çünkü halkına demokrasi, özgürlük vermek istediği zaman halkın bunu algılayabilecek kapasiteye sahip olmadığını o da bilmektedir. Eğer halkına özgürlük verirse halk afallayacak neye uğradığını şaşıracak, ne yapacağını bilemeyecek, belki de zıvanadan çıkacaktır. Bu sebeple de insanlara özgürlüklerini verememektedir. İstediğine ulaşmaya çalıştığı yol demokrasiden değil dikta yönetiminden geçmektedir. İşte tüm bunların bilincinde olması da aslında meczup olmadığının sadece absürt isteklerinden dolayı meczup gibi görüldüğünün ispatıdır.

Sonsuza ulaşmak için bitmek bilmez istekleri varken bunu sağlamak için de akıl almayacak yöntemler denemektedir. Bu yöntemler kendisini sırtından bıçaklatarak yanında çok güvendiği(veya güveniyormuş imajı verdiği) dalkavuğu ve soytarısı((Adem Yıldırım, Mehmet Tekatlı) tarafından ihanete uğramak istemesi, halkının kendinden daha da ürkmesi için halka yaptığı zulümlerini daha da arttırmak için hususi gayret göstermesi, sürekli halkla-sanatçılarla-imparatorluğa bağlı konsül ve  senatörlerle-siyasetçilerle hatta yanı başındaki dalkavuğu ve soytarısı ile bir problem halinde olması, atı Incitatus’a konsüllük vermesi (Caligula ile ilgili gerçek tarihinde de böyle olduğu iddia edilmektedir) bunun için verdiği absürt uğraşlardır. Bu uğraşlar da onun uyumsuzluğundan, psikopatlığından, sosyopatlığından veya barbarlığından değil obsesifliğinden kaynaklıdır. Obsesifliğinin devreye girdiği çizgi, tarihte ismi en önde anılan imparator olma saplantısıdır.

Tarihte yaptığı reformlar ve yönetimi ile değil, en zalim imparator olarak anılacak olsa dahi onun umurunda olan tek şey eski Roma imparatorları gibi hatta onlardan daha da önde anılmaktır. Sorun şu ki tarihte onlar kadar anılamayacak olmasının birçok sebebi vardır. Bunlardan bazıları: onlar kadar fetih yapmamış, onlar kadar idam gerçekleştirmemiş, halkına onlar kadar zulüm uygulayamamış, hüküm sürdüğü dönemde onların zamanlarında gerçekleşen doğal afetler yaşanmamış en kötüsü de Julius Ceasar gibi öz oğlu tarafından sırtından hançerlenmemiştir. Bu isteğine ulaşmak için de sert bir diktatör olması dahi yetmez, onlardan daha zalim olmak zorundadır. Bu sebeple de varlığı bu dünyada dahi olmayan eski barbar Roma imparatorlarıyla olan rekabeti artık rekabetten çıkmış absürt bir çatışmaya dönmüştür. Bu çatışma tabii ki oyunun ana çatışması değil yan çatışmalarından sadece birisidir.

Caligula, insanların nasıl yaşayacaklarına karar verdiği gibi kim, ne zaman, nerede, nasıl ölecek? Bunları dahi hayatın akışına veya o dönem inandıkları Antik Yunan’dan kalma tanrılara bırakmaz, bunlara dahi kendisi karar verir. Başkalarının hayatı üzerinde karar vermenin dahi ona tahtıyla birlikte verilmiş bir lütuf olduğuna inanmaktadır. Ta ki isyana kalkışan halkını atı Incitatus’a ezdirmek ve başka yöntemlerle de susturmak zorunda kalana kadar. Sonrasında bunun bir lütuf değil imparatorluğunun (veya diktatörlüğünün) varoluşu ve isteklerinin bedeli olduğunu anlar.

Anlatılan hikâye ne kadar sert ve tarihi olsa da oyunun dili mizahi ve çok eğlencelidir. Aynı Albert Camus’nun 1944 senesinde kaleme aldığı Caligula’sı gibi Absürdizmi çağrıştırır. Caligula’nın olmayacak isteklerinden dolayı, Tsanev’in böylesi gerçekçi ve tarihi bir konuyu mizahi bir üslupla anlatmış olmasından ve Yönetmen Kemal Aydoğan’ın yaptığı yorumda oyuna antitematik yorum katmış olmasından dolayı ben de bu absürtlüğü ismini “Hayali Zincir Sistemi” koyduğum bir terimle yorumlamak istiyorum.

***

Bu “Hayali Zincir Sistemi” olarak adlandırdığım sistem üzerinden oyunun aksiyon planını incelersek “Hayali Zincir Sistemi” öncelik olarak izleyiciye hem diktatör Caligula’nın hiç sevmediği, kendisinden daha da ürkmeleri için sürekli daha fazla uğraş verdiği halkı ile çatışmasını hem de akıl almaz istekleri için gerçekleştirdiği tüm saldırılarının ve eylemlerinin sonuçlarını gösterecektir. Ardından da bu durum karşısında halkın tepkilerini gösterecektir ama bu durumdan spoiler vermemek için bahsetmeyeceğim (Çünkü benim tercihim gidip izlemenizden yana.). Nihayetinde ise bu eylemlerinin sonucu olarak bitmek bilmez sapkın ve absürt istekleri ile reel dünyadaki (reel hayat ve reel tarih olarak da düşünebilirsiniz), İmparator Caligula arasında doğan çatışmayı izleyiciye gösterecektir. Aynı zamanda bu zincir üzerinde imparatorlukla, geçmiş imparatorlarla, sanatçılar – siyasetçilerle, hatta yanındaki adamlarıyla (dalkavuk ve yaveriyle), göreceksiniz.

“Hayali Zincir Sistemi” sekiz halkadan oluşmaktadır. Zincir üzerindeki halkalarının birinci halkasından sonra tamamı birinci halka ters düşmektedir. Bu da oyundaki ana ve yan çatışmaları yaratır. İlk halkasında: absürt istekleri, hırsları, diktaları, zulümleri ve kibriyle Caligula, ikinci halkasında: Roma İmparatorluğu (Senatör ve konsüller), üçüncü halkasında sanatçılar ve siyasetçiler, dördüncü halkasında güvendiği veya güveniyormuş gibi gözükmeye çalıştığı yanındaki adamları (dalkavuğu ve soytarısı), beşinci halkasında halk, altıncı halkasında konsül ve senatörler, yedinci halkasında eski Roma imparatorları vardır. Zincirdeki tüm halkalar birbiri ile ters düşse de sekizinci ve son halkası zincirin ilk halkası ile en sert şekilde ters düşen halkadır. Oyundaki ana çatışma ekseni de işte bu birinci ve sekizinci halka arasındaki çatışmada yatar. Sekizinci halkasında Caligula’nın absürt isteklerine karşı yaşadığı reel dünya vardır.

Özetle “Hayali Zincir Sistemi” olarak adlandırdığım sistem: Caligula’nın kendi kibirleri ve hırsıyla olan, sonucunda da absürt bir durum yaratan ana çatışmasının, ardından da oyundaki yan çatışmaların oyun ekseninde düzgün ilerleyişini aktardığı tarafımca yaratılmış bir terimdir. Fakat oyun içerisindeki ana çatışmanın ve yan çatışmaların da aksiyon planının da gerçek gidişatını etkileyen faktörler: Caligula üzerindeki zayıf sinerji, Caligula’nın motivasyonunun sürekli bozulması, Caligula’nın isteklerine ulaşamaması, durum rahatsızlıkları ve diğer koşullar nedeniyle azalan doğruluk payıdır. Ama en önemlisi Caligula’nın sürekli yanılıyor olmasıdır.

***

Tsanev’in yarattığı Caligulayı, Jacques Marie Emile Lacan’ın yabancılaşma kavramına göre değerlendirmeliyiz. Lacan’ın yabancılaşma kavramına uygun olarak geçmiş Roma imparatorlarından koparak kendisi bir özne haline gelerek kendi varoluşunu gerçekleştirme girişimindedir. Aslında Lacan’ın yabancılaşma kavramı üzerinden değerlendirirsek Caligula’nın absürt istekleri için kendisini var etmeye çalışırken kaybolmasıdır diyebiliriz. Bu da karizmatik imparatoru yabancılaşmaya iten izlektir. Caligula sadece nesnelerden veya ötekinden değil başkaldırdığı dünyadan, hayattan da bir kopuş yaşar. Yaptığı eylemleri de kendisi istediği için değil gelecek nesillerde tarihçiler onun adına karar verecek olduğu için yapmaktadır. İşte Caligula’nın seyirciye meczup gibi tasvir edildiği nokta da tam olarak burasıdır. Zulümlerine boyun eğen ve demokrasi, özgürlük gibi kavramlara tamamen yabancı olan halkı bu kelimelere yabancı olsa da öncelikle bu kelimelere kendisine de yabancıdır. Yine de kendisine yabancı olan, uygulamaya geçirmeyeceği bu kelimeleri sıklıkla kullanarak kendisini bir simge haline getirir. Atı Incitatus’a konsüllük vererek birey olmayan hayvana insani görevler vermekle yetinmez, yerden kaldırmaya gücü yetmediği kılıcına dahi özerklik verir. Yani ötekilere ve nesnelere kişilik kazandırır. Hayatında olan her şeyin kişileştirilmesi, üzerine yakıştırdığım bu yabancılaşma kavramıyla beraber “Hayali Zincir Sistemi” üzerinden anlattığım sekiz halkadan oluşan çatışmalarını güçlendirir.

Adeta putlaştırılmış bir simge olarak gelecek tüm nesillerin benliğinde taptığı bir lider olma arzusu içindedir. Bu bitmek bilmez mutlak güç hırsısı ve absürt istekleri sonucu yabancılaşmakla kalmaz yozlaşmaya da başlar. Bir liderin yozlaşması ile verilmek istenen mesaj ile gidilen izlek de liderlerin (veya yöneticilerin) kibirleri ve iktidar hırsları sonucunda bireysel olarak yozlaşmalarından daha ötededir. Buradan varılmak istenen mesaj liderlerin yozlaşmaları akabinde halkı da yozlaştırmaları olacaktır oyunun gelişiminde. İşte mutlak gücün insanı yozlaştırdığı çizgi de tam olarak buradadır.

Caligula’nın mutlak güç hırsının devreye girdiği nokta ise ilk başta düşünüleceği gibi yazımın başından beri bahsettiğim “yaşadığı reel dünyaya, hayata ve tarihe başkaldırısını, diktelerini ve halkına uyguladığı zulmü saçmaya düşmek suretiyle ortaya koymuş sıra dışı bir imparator olması” değildir. Caligula, “ölümlü dünyaya başkaldırmak ve tarih çizelgesinde kendisine önemli yer bulmak adına kendisine sıra dışı hedefler koymuştur”. İşte burada yani halkına uyguladığı zulümde veya başkaldırılarında değil kendisine koyduğu hedeflerde mutlak güç hırsı devreye girer. Ve Caligula’nın aradığı bu mutlak güç, onu yozlaştıran ilk cümlenin öznesidir. Bahsettiğim sırtından bıçaklanmak, halkının ondan ürkmesi, atına konsüllük vermesi, eski Roma imparatorları ile rekabet halinde olması” gibi istekleri ve eylemleri ilk bakışta yaşamın hakikatine uzak olmak gibi görülse de aksine hakikatle (veya onun hakikatiyle) birebir ilişkilidir. Dolayısıyla Caligula, kesinlikle oyunda tasvir edildiği gibi meczup değildir. O, içine atıldığı dünyanın hakikatine ermiş, bu nedenle de acı çeken, varoluşsal kriz yaşayan bir diktatördür. Hakikate göre yaşamayı reddeden, kendi istek ve seçimiyle yaşadığı reel dünyadan kopmuş Caligula’nın trajedisi, başkaldırı için belirlediği hedefine ulaşabileceğine olan bitmek bilmez inadı ile hiçbir zaman o hedefine ulaşamayacağını bilmesi arasındaki çatışmada yatar. İşte bu izlek de imparatorun ürkütücülükten çıkarak saçmalamaya başladığı noktaya gitmektedir. Aynı saçmalamamın daha abartılısı bu dünyadan olmayan bir şeye, “Ay” a sahip olmak isteyen Albert Camus’nun Caligula’sında mevcuttur. Meczup olmayan ama seyirciye meczupmuş gibi tasvir edilen bir karakter de oyunun yazarı ve yönetmeninin başarısıdır (Bir nevi sağ gösterip sol vurmak gibi).

***

Tarihin en büyük diktatörlerinden biri olan Roma İmparatoru Caligula üzerine yazılan iki oyun birbirinden tamamen farklı olsa da Camus’nun yazdığı Caligua oyununda bolca işlenen absürt-saçma-uyumsuz ve başkaldırı gibi kavramlar, Tsanev’in bu eserinde de bolca işlenmektedir. Ancak Albert Camus’nun 1944 yılında tamamlayarak yayımladığı Caligula ’sı ile hem felsefe alanında hem edebiyatın da alanına giren varoluşçuluğun izi bu oyunda görülmez. Camus‘nun yarattığı Caligula karakteri bir tarihsel çizgiyi takip etmektedir. Onun Caligula‘sının davranışları, düşünce yapısı birinci yüzyılın (M.S. 37-41’de yaşadığını düşünürsek) felsefi bakış açılarından daha ötededir. Onun varoluşçu üslupla yazdığı oyununun içerisinde tasvir ettiği Caligula karakterini düşünce yapısı üzerinden tanımlayacak olursak yaşadığı dönemin felsefi bakış açılarına değil daha çok 20. yüzyıl nihilizmine veya absürdizmine yakındır. Tsanev’in çağdaş üslupla yazdığı Caligula Suikasti’nde tasvir ettiği Caligula ise absürtlük açısından Camus’nun Caligula’sına yakınlık gösterse de nihilist yapısına tamamen zıttır. Bu zıtlığı yaratan yan etmenler ise çağdaş Caligula’nın her şeyi anlamlandırma, her şeye bir değer verme çabasında olmasıdır. Tsanev’in Caligula’sının, Camus’nun Caligua’sının nihilist yapısına tamamen zıt yapan esas etmen ise onun gibi “hiççilik” e kapılmaması, hırslarından dolayı aksattığı yaşamını ve imparatorluğunun yönetimi bir şekilde değerlendirme çabası içinde olmasıdır. Hiçbir şeyi reddetmediği gibi hiçbir şeyi de şüpheyle karşılamamaktadır. Bu yönüyle çağdaş Caligula daha optimist ve eskisine oranla meczupluktan daha uzak, günümüzde basmakalıp olmuş toplumsal normlara daha yatkın bir Caligula’dır. Ancak esas olarak pragmatiktir. Onu pragmatik yapan etmenler ise doğruluğundan emin olduğu düşüncelerini evrensel veya ahlaki anlamda doğru olduğu yönünde bir onaya gerek duymadan kendince onaylaması, teoriden uzak durup sürekli eylem halindeki tutumları, yaptığı her eylemi de tamamen yararcılık ilkesiyle yapmasıdır.

 Albert Camus’nun varoluşçu üslupla ölüm temasını işlediği içerisinde bolca absürt öğelerin de bulunduğu halde daha ciddi bir dille yazılan Caligula’sına karşın Tsanev’in çağdaş bir üslupla yazdığı Caligula Suikasti tamamen mizahidir. Camus’nun varoluşçu Caligula’sı şiirsel-lirikal bir dile sahipken Tsanev’in pragmatist Caligula’sının dili çok mizahi hatta kaba tabirle (halk ağzıyla) gevşektir.

 Camus, söylemek istediğini açıkça söylerken, Tsanev yoğurdu üfleyerek yemiş vermek istediği tüm politik mesajları alt metinde ve izleyicinin yorumlamasına daha açık biçimde vermiştir. Tsanev’in metninde anlatı açık değildir. Oyun çerisinde çok fazla metafor barındırmaktadır ve Caligula’nın hemen hemen yaptığı her eylemine ait bir alt metin vardır. Bunun sonucunda da oyunun yönetmeni Kemal Aydoğan’a ait başka çağdaş oyunların yorumlarını izlerken gördüğüm gibi bu yorumunu izlerken de gördüğüm şey izleyicilerin farklı sahnelerde farklı konular veya farklı replikler için attıkları kahkahalardır. Çünkü her izleyici farklı anlam bulmuş, oyunu farklı yorumlamıştır.

***

Oyun mizahi olsa da yapısı politik olarak değerlendirilebilir. Repliklerindeki politik taşlamalar da çok fazla olduğu halde, Caligula’nın sahnedeki karikatürize varlığını oyunun politik çizgisi üzerinde değil sadece mizahi çizgisi üzerinde göreceğiz. Oyunun politik çizgisi üzerinde göreceğimiz ise Caligula’nın varlığı değil çatışmalarıdır. Politik ve mizahi çizgiler üzerinden geçerken mecbur olarak üzerinden geçilmek zorunda olunan çizgi ise oyunun psikolojik ve sosyolojik yapısıdır. Psikolojik yapısı Caligula’nın yabancılaşması (demin Lacan’ın yabancılaşma kavramı ile örneklendirerek bahsettiğim gibi kendisini var etmeye çalışırken yok etmesidir.) ve meczup gibi görünmesidir. Sosyolojik yapısının cevabını oyun içerisinde bulabilecek olsanız da bunun esas cevabı oyunun sürprizinde yani finalinde gizli (spoiler vermemek için söylemiyorum).

Tsanev’in çağdaş Caligula Suikasti, mizahi dille yazılmış olmasına rağmen Camus’nun varoluşçu Caligulası’na kıyasla çok daha sert, çok daha kinayeli politik alt metinler barındırmaktadır. Bu alt metinlerden bazıları, hikâyenin geçtiği Roma İmparatorluğu’nda yaşayan toplumdaki bireylerin adalet, eşitlik, demokrasi, özgürlük gibi kavramlara verdikleri değerlere karşılık olarak aynı kavramlara günümüz toplumlarında yaşayan insanların (özellikle de tiyatro izleyicilerinin veya sanatseverlerin) verdikleri değerlerdir.

Bana göre oyunu politik olarak değerlendirebileceğim esas etmen ise o çağda hikâyenin geçtiği imparatorluğun bu politik ve sosyolojik yapısının günümüzde (özellikle yaşadığımız toplumda) hala devam etmesidir. Bu alt metinlerin içinden kendimce çıkarttığım en önemli yorum da şu oldu: “Absürt davranışları ve istekleri olan diktatörlerin topluma uyguladıkları tecavüz. Ve topluma tecavüz edilirken; bu haksızlığa karşı çıktığını iddia eden sözde aktivistlerin ömürleri boyunca hiçbir eylemlerini başarıyla sonuçlandıramamalarına rağmen sanki tüm eylemlerini başarıyla gerçekleştirip sonuçlandırmış gibi kendi kendilerine tavır almaları sonucu tecavüzü uygulayandan daha komik bir hale düşmeleri”.

Oyunda günümüz tabiriyle aktivist olarak değerlendirilebilecek kimse yoktur. Ancak Caligula bir repliğinde var gücüyle şu sözleri söyleyerek gürler: “Hani sanatçılar nerede? Kulislerinde soyunuyorlar mı yoksa?”. Burada olmayan sanatçılar da halk, senatörler ve konsüller gibi oyunun gölge figüranlarıdır. Bahsi geçen sanatçılar da aktivist olması, haksızlığa karşı çıkması gereken kişilerdir. Ama nerededirler? Halka tecavüz edilirken onların neden sesi çıkmaz? Muhtemelen kulislerinde bir ellerinde cımbız bir ellerinde ayna süslenmektedirler. Yani günümüzde de o çağda da insanlar liderlerinin tecavüzünden rahatsız olmanın aksine zevk almaktadır. Bu esnada sanatçılar ise kulislerinde süslenmektedirler.

***

Caligula Suikasti bence konuşturma öğesi- diyalog düzlemi olarak en zekice kurgulanmış oyunlar arasında gösterilebilir. Oyunun açılışında tüm oyun kişilerini sahnede görürüz. Oyuncular, sahnede bir karikatürden fırlamış gibi durmaktadırlar. Halkının kendisinden daha da korkmasını ve nefret etmesini isteyen, daha da zalim olmak için yırtınan Caligula’nın bunun için çeşitli makyaj hileleri kullanmasını izleyerek başlarız oyunu izlemeye. Antik Roma döneminde (M.S. 37-41) günümüze ait makyaj tekniklerinin kullanılması ise birazdan sahne tasarımı ile değineceğim oyunun antitematik yapısı ile ilgilidir.

Başka bir deyişle Tsanev, tarihsel bir figürün öyküsünü alıp onu modern fikirleri keşfedecek şekilde yeniden yorumlamıştır. Bu da karakterin gerçekliğinin var olan doğası hakkında bir aydınlanmayı tetikler. Hiçbir şeyin kalıcı olmadığına, kesin olan tek şeyin ölüm olduğuna inanan Caligula, diğer her şeyin -sevginin değerinin, iyinin ve kötünün, doğrunun ve yanlışın- anlamsız olduğunu fark ettiği an, kendisinde oluşan ideal ve istekleri imkansızı gerçekleştirilemediği sürece gerçekliğin sınırlarına karşılık insan hayatına dair hiçbir şeyin öneminin olmadığı arzularıdır.

***

Oyunun aksiyon planında bir olay yok, oyun bir durumda diyalog düzlemi üzerinde gidiyor. Diyaloglar çok eğlenceli ve kinayeli olmasına rağmen yoğunluğundan dolayı bir süre sonra bazı izleyiciyi sıkabiliyor (bana öyle oldu). Çünkü konu bazı sahnelerde konu sırf birbirleri ile tartışmalarına dönerken bazı sahnelerde de oyun kişileri anlamsız biçimde uzun uzun yazılmış replikler ile tartışıyorlar. Ama bir süre sonra diyalog düzleminin değişmesi ile oyun açılıyor ve farklı bir anlatımla beraber farklı öğretilerle de yönlendiriyor. Oyunda bir süre sonra da bir kırılma olmayacak, değişik bir eylemle aksiyon yapısı değişmeyecek yine de oyun konu olarak farklı yönlere evrilecek.

Bundan sebep oyunu izlerken bir ara anlamlandıramadım, “Hep böyle tartışacaklar mı? Bir olay olmayacak mı?” derken anlıyorum ki Tsanev’in oyun metniyle hedeflediği sonuç, izleyici için bir olay yaratarak seyirciyi heyecana sokmak değil oyun içerisindeki çatışmalarda verdiği alt metinler ve oyunda verdiği metaforlar ile mesajlarını vermekmiş. Bunu yaparken çok başarılı olduğu gibi oyun da içerisinde bir olay olmamasına, zaman zaman diyaloglar izleyiciyi biraz yormasına rağmen çok eğlenceli ilerlemektedir.

Diyalogların zaman zaman izleyiciyi biraz yorabileceğinden bahsettim ama yorucu diyalog düzlemindeki diyaloglar da bir süre sonra yerini neşeli çığlıklar gibi oksimoron eylemlere bırakarak sizi daha da eğlendirecek. Oyun boyunca, oyunun ne anlatmaya çalıştığını algılayamazsanız veya oyunun ne anlattığını algılayıp da amacının ne olduğunu algılayamazsanız, finalde alacağınız cevap tokat gibi suratınıza çarpacak. Kısacası oyunun esas derdi finalinde gizli. Ve finalde göreceğiniz ters köşe ile gerçekten şoka uğrayacaksınız.

***

Oyun başlamadan önce projeksiyon ile sahnenin duvarına Caligula’dan önce tarihte en çok ismi anılmış Roma imparatorlarının resimleri yansıtılır. Sahne tasarım adına sahnede sadece ışıklı makyaj masası var daha ilginci o döneme ait kılıçtan başka hiçbir obje yoktur. Sahne tasarımcı Moda Sahnesi’nin birçok oyununda imzası olan Bengi Günay’dır. Oyun, Caligula’nın ışıklı makyaj masasında, halkına daha da ürkütücü gözükebilmek için konuşamayan dalkavuğuna kendini daha da ürkütücü gösterecek makyajlar denettirmesi ile başlar. Kendisine yaptırdığı makyaj malzemeleri de o güne değil günümüze aittir. Oyunun anlattığı dönemi düşünürsek de tasarımdaki ışıklı makyaj masası, günümüz makyaj malzemeleri ve oyunun bir yerinde Caligula’nın takacağı sanal gerçeklik gözlüğü ile işçi bareti oyuna post modern yapısından çok antitematik bir anlatı kazandırmıştır. Zaten oyunun afişi de gözünde sanal gerçeklik gözlüğü, kafasında baret, elinde cep telefonu ile selfie çeken Antik Roma heykelidir. Ayrıca demokrasi- özgürlük gibi politik kavramlar o çağlardan (hatta daha da eskisinde Antik Yunan’dan) günümüze gelmiş olsa dahi oyunun içerisindeki bazı espriler, deyimler, söylemler günümüze aittir. Hatta günümüz cinsel esprilerini dahi bolca duyarız. Oyuna esas antitematik yapısını kazandıran da günümüz objelerini kullanmaları değil günümüze ait bu espriler, deyimler, söylemlerin anlatılan tarihi dönem içerisinde kullanılmasıdır. Objeler günümüze ait olmasına karşın kostüm tasarımı tamamen o döneme ait ve o dönemi çok güzel yansıtıyor. (Kostüm tasarımcının ismini künyelerinde göremedim)

Ayrıca antitematik anlatı içerisinde “Godoş” gibi Türkçe küfürlerle yapılmış espriler de mevcuttur. Soytarısı bu espriyi yaptıktan sonra kendisine “O ne demek?” şeklinde soran Caligula’ya, Türkçe’den diline geçen bir küfür olduğunu söyler. Bence bu espri böylesi harika kurgulanmış diyalogların ve böylesi öğretici, aydınlatıcı niteliği olan oyunun içerisinde çok banal durmuş. Bu espri Türklere ve Türkçe’ye özgü olduğu için oyunun orijinal Bulgarca’sında olmadığını, Türkçe’ye çevirisinden sonra bu yoruma özel olarak eklendiğini düşünüyorum. Oyunun anlatımı antitematik, dili mizahi olduğundan dolayı böyle bir espriyi tabii ki içinde barındırabilir, ama günümüz Türk toplumunda çok popüler olan böyle bir küfrü çok eski bir çağda, çok farklı bir kültüre entegre ederek espri üretmek bence çok gereksiz olmuş. Ben şahsen oyun içerisindeki diğer esprilerin daha oturaklı ve kullanışlı olduğunu bu sebeple de oyunun başlangıcında yapılan böyle bir esprinin bu kadar bir güzel bir oyuna yakışmadığını düşünüyorum.

Yorumdan bahsetmişken şu bilgiyi de vermeden yazımı bitirmek istemiyorum: Oyunun 22 Mayıs 2024 tarihinde Moda Sahnesi’nde yapılan prömiyere oyunun yazarı Stephan Tsanev de katıldı. Oyun sonunda Kemal Aydoğan’a yorumundan dolayı teşekkür ettikten sonra bu oyununun sadece Türkiye değil dünya prömiyeri olduğunu, oyunun henüz Bulgaristan’da oynanmadığını ve bu oyununun da Moda Sahnesi tarafından yaklaşık on beş senedir oynanan diğer oyunu “Tüm Çılgınlar Sever Beni” gibi on beş sene boyunca oynanacağına inandığını söyledi.

*Oyunu 22 Mayıs 2024’te prömiyer gününde Moda Sahnesi’nde seyrettim

1 https://en.wikipedia.org/wiki/Caligula

Paylaş.

Yazarın bütün yazıları için: Bilge Az

Yanıtla