Weiss’in Marquis de Sade Yönetiminde… Jean Paul Marat'nın Zalimane Katli’ne Bir Giriş

Peter Brook

Çeviren: Gamze Ahıshalı

Bu metin, Mimesis Tiyatro/Çeviri-Araştırma Dergisi’nin 1. sayısında (Ocak 1989) yayınlanmıştır.

Kaynak: An Introduction to Weiss’s The Persecution And Assassination of Jean – Paul Marat… Under The Direction of Marquis de Sade; The Modern Theatre, London, 1967.

Kötü bir oyunla iyi olan arasındaki fark nedir? Bence, ikisini karşılaştırmanın çok basit bir yolu var. Oynanmakta olan oyun, birbiri ar­dından gelen küçük dokunuşlardan, izleyicinin duyumlarını uyandıran duygu ve bilgi parçacıklarından oluşan bir dizi izlenimdir. İyi bir oyun böyle pek çok ileti yollar; çoğu zaman aynı anda birden fazla, kalabalık oluşturacak, birbiriyle kesişecek, örtüşecek şekilde. Zihin, duygular, bellek, imgelem, tümü uyandırılır. Kötü bir oyunda izlenimler dağıl­mıştır; tek bir dosya içinde sıralanırlar. Aralardaki boşluklarda ise yürek uyuyabilir, us günün çeşitli sorunlarına, akşam yemeği düşüncesine uzanır gider.

Bugün tiyatronun bütün sorunsalı şudur: Oyunları olay yönünden nasıl yoğunlaştırabiliriz? Büyük felsefî romanlar -çoğunlukla- sürükle­yici olanlardan uzundur; daha fazla içerik, daha fazla sayfa kaplar. Oy­sa iyi ve kötü oyunlar karşılaştırabilir uzunlukta süreleri kaplar. Shakespeare gösterimde herkesten iyi görünür çünkü izleyiciye para­sının karşılığında an be an daha fazla şey verir. Bunun sırrı parlak zekâsı ama aynı zamanda da tekniğidir. Açık biçimi kullanmanın getirdiği olanaklar, gereksiz ayrıntıları ve konunun dışında kalan gerçekçi aksiyonları kesmesini sağlamıştır. Bunların yokluğundan doğan boşluklara ise, her anı, çok güzel ve etkileyici bir hareketliliğe dönüştü­ren sesler, düşünceler ve imajlar koymuştur.

Bugün, bize aynı serbestliği getirebilecek bir 20. yy tekniği arı­yoruz. Tuhaf nedenlerden ötürü, şiirsel yapı bir başına bu etkiyi sağ­layan bir trük olamıyor. Yine de başka bir araç bulunmakta. Bu inanıl­maz derecede güçlü yeni aracı Brecht icat etti: Kabaca etiketlenişiyle yabancılaştırma. Yabancılaştırma, bir hareketi bir uzaklığa yerleştire­rek, bu yolla onun nesnel bir şekilde yargılanmasını ve çevresindeki dünyaya -daha doğrusu dünyalara- görece olarak gözlemlenmesini sağlamaktır. P. Weiss’ın bu oyunu yabancılaştırmaya büyük bir katkı­dır, önemli ölçüde yeni alanlar açar. Brecht‘in “uzaklık” kullanımı baş­tan beri Artaud’nun anında ve şiddetli öznel deneyim şeklinde belirt­tiği tiyatro anlayışına karşıt olarak düşünülmüştür. Ben bunun doğ­ruluğuna hiçbir zaman inanmadım. Tiyatronun da yaşam gibi izlenim­ler ve yargılar arasındaki parçalanmamış çelişkiden oluştuğuna inanıyorum. (Yanılsama ve yanılsamanın kırılması ağrılı bir karıkoca ya­şamı sürerler ve ayrılamazlar.) Weiss’ın ulaştığı işte budur. Adından başlayarak bu oyundaki her şey izleyiciyi şaşkınlıktan ağzı açık bırak­mak, sonra soğuk bir duş etkisi vermek, kendisine olanı aklını başına toplayarak tartmaya zorlamak, sonra birden (şeyine tekme yemiş gibi) bir acı vermek ve yeniden kendine getirmek için düzenlenmiştir. Bu, ne tam olarak Brecht, ne de Shakespeare’dir ama son derece “Elizabethyen” ve zamanımıza aittir.

Weiss yalnızca total tiyatroyu kullanmak, yani sahnenin tüm öğe­lerini oyunun hizmetine sunmak yoluna gitmez. Gücü sadece kullan­dığı araçların çokluğunda değil, üslupların çarpışmasıyla yaratılan uyumsuz sestedir. Oyunda her şey komşusu tarafından yerine konmaktadır; ciddi gülünç tarafından, soylu popüler tarafından, edebi olan ham olan tarafından, entelektüel fiziksel olan tarafından. Soyutlama­ya, sahnedeki imajı can verir, şiddet düşüncenin sakin akışıyla aydın­latılır. Oyundaki farklı anlamlar, oyunun yapısı içinden bir oraya bir buraya geçerler ve son derece karmaşık bir biçim oluştururlar: Genet’de olduğu gibi oyun, aynalarla dolu bir salon ya da yankılarla yük­lü bir koridor gibidir. Yazarın anlatmak istediğine ulaşabilmek için iz­leyicinin sürekli olarak ileri ve geri bakması gerekmektedir.

Londra’lı bir eleştirmen oyuna, mevcut en iyi teatral malzemele­rin -Brechtyen, didaktik, absürd, vahşet tiyatrosu- ilgi çekecek şekil­de yapılmış bir karışımı olduğu temelinde saldırdı. O, bunu aşağıla­mak için yaptı, bense aynı şeyi övmek için yineliyorum. Weiss bu te­rimlerin hepsinin yararını gördü ve tümüne gereksinimimiz olduğunu anladı. Yaptığı asimilasyon eksiksizdi. Bir dizi sindirilmemiş etki, ha­yal meyal görülen bir şeye yöneliyor: Weiss’ın oyunu güçlü, merkezi düşüncesi hayrete düşürecek denli özgün, silueti keskin ve hatasız.

Pratik deneyimimizden hareketle gösterimin gücünün, malzemenin imgelem uyandıran zenginliğiyle doğrudan bağlantılı olduğunu söyleyebilirim. Bu zenginlik de eşzamanlı olarak İşleyen farklı düzeylerin bir sonucu: bu eşzamanlılık da Weiss’ın pek çok çelişik tekniği bileşime sokmaya cesaret etmesinden kaynaklanıyor.

Oyun politik mi? Weiss, oyunun Marksist olduğunu söyler ve bu çok tartışılmıştır. Şurası kesin ki, bir davayı savunmadığı ya da bir ahlak tezini ortaya koymadığı için polemik yapıda sayılamaz. Oyunun prizmatik yapısı, içinde yer alan düşüncenin özet olarak son satırda yer alması gibi bir durumu ortadan kaldırır. Oyunun sorunsalı kendi­sidir ve basit bir sloganla açıklanamaz. Oyun, kesinlikle devrimci de­ğişimin tarafındadır. Ancak, şiddete eğilimli bir insani durumun içer­diği tüm öğelerin acı da olsa farkındadır ve bunları izleyiciye acı veren bir soru şeklinde yöneltir.

“Önemli olan kendinizi, kendi saçınızdan yukarı doğru çekebilmek, içinizi dışınıza çıkarmak ve tüm dünyayı taze, yeni gözlerle görebil­mektir.”

—MARAT—

İnsanın “Nasıl?” diye sorması kaçınılmazdır. Weiss, bilgece, “nasıl”ını söylemeyi reddeder. Bizi zıtlar arasında ilişki kurmaya ve çelişkilerle yüzleşmeye zorlar. Öyle de bırakır bizi. Bir tek şeyin ta­nımlamasını yapmak yerine, farklı anlamlar arar ve yanıtları bulma yükümlülüğünü tam da ait olduğu yere geri koyar: Tiyatrocunun omuz­larından sıyırıp, bizimkilere.