Oyuncu ve Mekân

Ömer F.Kurhan

Bu metin, Mimesis Tiyatro/Çeviri-Araştırma Dergisi’nin 3. sayısında (1990) yayınlanmıştır.

Tiyatro sahnesi bir mekân olarak oyuncunun fiziksel aksiyonuna bağlı olarak biçimlenebilir. Bunu görmek için günlük yaşamdaki tiyatro uygulamalarına bakmak yeterlidir. Herkes yakın bulduğu bir çevreye, ailesine ya da arkadaş topluluğuna başından geçen ya da tanık olduğu bir olayı anlatmıştır. Bu anlamda oyunculuk öncelikle günlük yaşamda biçimlenen bir faaliyettir. Ama sözcüğün gerçek anlamında oyunculuk bir olay anlatımında taklit öğelerine bilinçli olarak yer verildiğinde ortaya çıkar. Bu durumda oyuncu ve seyirci arasındaki ayrım belirgindir. Bu ayrımın belirginleşmesi için mutlaka bir çerçeve sahneye ve bu sahneye bakan seyirci koltuklarına ihtiyaç yoktur. Oyuncu fiziksel aksiyon yoluyla bir oyun mekânı-sahne-oluşturabilir. Örneğin, düz bir çizgi üzerinde yürüyerek kaygan bir zemin ya da dikenli bir yol imgesini seyircide uyandırabilir.  Dilerse seyircinin bulunduğu yeri oluşturduğu sahneye katabilir ya da sabit bir biçimde oturarak çok küçük bir bölgeyi sahne haline getirebilir. Artık oyun mekânı doldurulacak bir boşluk değildir. Oyun mekânı oyuncunun fiziksel aksiyonuna bağımlıdır.

Günlük yaşamda ve bazı geleneksel tiyatro uygulamalarında oyuncu ve sahne mekânı arasındaki ilişki etkin bir ilişki olarak ortaya çıkar. Bu ilişki en etkin biçimiyle oyun mekânının tamamen çıplak ve salt oyuncunun fiziksel aksiyonuyla biçimlenen, silikleşen ya da değişen bir sahne hayal edildiğinde algılanabilir ve mümkün olduğu anlaşılabilir.

Oyuncunun fiziksel aksiyonuyla oyun mekânının oluşturulabileceğini düşünmek, sahne düzenlenmesinde “oyuncu ve içinde yer aldığı mekân” anlayışının yerine “oyuncu ve biçimlendirdiği mekân” anlayışının geçmesiyle mümkündür. Bu geçişin doğrudan ve her zaman çıplak sahne-oyuncu ilişkisi tek başına var olduğunda ortaya çıkacağını söylemek yanlış olur. Sahnenin biçimlenişini oyuncunun dışındaki öğeleri kullanarak ama karar verici öğenin oyuncunun fiziksel aksiyonu olduğu kuralını her zaman gözeterek etkin bir oyuncu-mekân ilişkisi kurulabilir. Elinde bulunan nesneyle –örneğin bir kumaş parçasıyla- ve vokal olarak aydınlatılmış bir mekânda oyuncunun bu mekânı nasıl çeşitleyebileceği denenebilir, sonuçlar umulandan çok daha zengin olacaktır.

Oyuncunun fiziksel aksiyonuyla mekân arasındaki ilişkiyi etkin kılma yolunda denemelere ve ayrıntılı araştırmalara yönelirken büyük bir engeli aşmak zorunludur. Bu engel klasik mekân anlayışıdır. Klasik mekân anlayışının aşılması sahnenin üç boyutlu bir boşluk olarak algılanmasından vazgeçmek demektir. Tiyatroya yeni başlayanlar sahne düzenlemesi için temel bilgileri bulabilecekleri bir el kitabına başvurduklarında, kuşbakışıyla ya da perspektifle sahnenin nasıl düzenlenebileceğine ilişkin bir takım bilgiler edinebilirler. Ama bu durumda daha en baştan bir önyargı edinirler: üç boyutlu bir boşluk ve bu boşluğu dolduran sabit ya da devinim içinde nesneler.

Klasik mekân anlayışı sahnenin geometrik düzenlemesinin sahne imgeleri oluşturabileceği gibi bir yargıyla beslenir. Bu yargı en fazla amatör tiyatrocuların başına beladır. Reji faaliyetinin oyunculuk faaliyetiyle çarpık bir ilişkiye çok kolay girebildiği amatör tiyatrolarda, basit geometrik sahne düzenlemeleri oyuncuların dağınıklığını gizlemenin ya da bastırmanın sağlam bir yolu olarak yardıma çağrılabilir. Böylece tiyatro doğarken can çekişmeye başlar. Tiyatro faaliyetinin olmazsa olmaz bir koşulu sahne düzenlemesinin geometrik bir tasarım olmadığını anlamakla ortaya çıkar. Geometrik çizimin tek işlevi sahne imgelemini şematik olarak göstermektir. Sahne imgelemi geometrik çizimden önce gelmelidir.

Sahnede şematik düzenlemelere bolca başvuran ve bu düzenlemeleri süsleyerek sahne imgelemini harekete geçirdiğini sananlar yalnızca klasik mekân anlayışının belirlenimi altında çalıştıklarını göstermiş olurlar.

Klasik mekân anlayışını temel alan bir reji faaliyeti oyuncu dâhil her nesneyi mutlak ve bağımsız bir uzaya yerleştirmeye eğilimlidir. Ama bu eğilim sahne pratiğinde hiçbir zaman arzuladığı sonuçları elde edemez. Sahnedeki bir öğe-oyuncu- bu eğilimin gizli ya da açık her zaman düşmanıdır. Oyuncu bir çizgi üzerinde ya da bir noktada devinen ya da duran bir cisim değil, yer aldığı mekâna fiziksel aksiyon yoluyla etki eden, bu mekâna özelikler yükleyen birisidir. Oyuncuya bir nesneymiş gibi yaklaşan reji faaliyeti yalnızca kendini aldatır ve oyuncu-mekân ilişkisindeki öngörülemeyen çarpık sonuçları rasyonalize etmeye çalışır. Tiyatroda klasik mekân anlayışı bir tür değil, bir yozlaşmadır.

Oyuncu- mekân ilişkisini etkin kılma yolunda klasik mekân anlayışına göre çok daha güçlü ve dirençli başka bir engel daha vardır. Zengin sahne donanımları ve ışık oyunları kullanarak ama oyuncuyu edilgin kılarak çarpıcı sahne atmosferleri oluşturmak mümkündür. Strop ya da müzik eşliğinde yanıp sönen renk renk ışıkların kullanımı oyuncunun yalnızca düz bir çizgide yürüdüğü- bu yürüyüş oyuncu olmayan ama yalnızca yürümeyi bilen biri tarafından da yapılabilir- bir sahne çarpıcı ve epey etkili bir atmosfer oluşturabilir. Tiyatroda oyuncunun ikincil plana itilmesi, zengin sahne gösterilerinin yolunu açmak için onaylandığında, bu tür bir etkinliğe “İşte! Modern tiyatronun bir örneğiyle karşı karşıyasınız.” Denebilir. Çarpıcı ya da etkili sahne gösterilerine yönelme uğruna oyunculuğun mezarını kazmak tiyatronun ruhuna Fatiha okumaktan başka bir şey değildir. Bu tür sahne gösterilerinin sanatsal olduğu kesindir, ama tiyatroda oyunculuğun ve oyunculuğa bağlı sahne düzenlenmesinin yadsınmasını bir talep olarak öne sürdüğünde tiyatronun asalağı olmaktan öteye gidemez ve farklı bir sanat disiplini oluşturma gücünden yoksun olduğu için tiyatronun bir tür yozlaşması biçiminde ortaya çıkar.

Oyuncu- mekân ilişkisinin etkin kılınması oyuncunun sahne düzenlemesinin bir nesnesi olarak algılandığı reji anlayışının bütünüyle terk edilmesiyle mümkün hale gelir. Ve bir kez böyle bir yola girildiğinde, oyunculuk faaliyeti, reji faaliyetinin organik bir parçası olarak algılanmak zorundadır. Reji faaliyetini oyunculuk ve reji arasındaki yarılmayı ortadan kaldıracak bir biçimde sürdüremeyen bir tiyatro topluluğunun oyuncunun mekânla ilişkisinde edilginliğe mahkûm olduğu sahneleme anlayışlarından kurtulması yalnızca hayaldir.

Not: Bu yazının amaçlarından birisi tiyatroda uzaysal düzenlemelere ilişkin tartışmalara katılma isteğini dile getirmek; başka bir amacı yaz aylarında araştırma ağırlıklı bir çalışmaya girmek isteyen BÜO üyelerine pratik bir araştırma başlığı önermektir.