21. İstanbul Tiyatro Festivali’nde ‘Martı’ Modern Enstalasyon!

Pinterest LinkedIn Tumblr +

Yaşam Kaya

Son dönemin parlayan yönetmenlerinden Serdar Biliş, Tiyatro Pürtelaş ile kendisine özgü bir teatral mecra yaratarak yeniyi, farklıyı, görülmemişi denemeye devam ediyor. 21. İstanbul Tiyatro Festivali’nin açılış oyunu olarak karşımıza çıkan ‘Martı’, Anton Çehov’un çok önemi bir başyapıtı olurken, Sami Özbudak’ın kaleminden güncelliğe, Biliş’in çarpıcı rejisiyle modern bir enstalasyona dönüşüyor. Çehov, 1895 yılında Rusya’da geçen konuyu yazarken dönemin sanatsal karmaşasını çok güzel irdeler. Özbudak, konuyu günümüz Türkiye şartlarına kadar getirip içimizde cereyan eden farklı teatral prensiplerle ironi yapıyor. Boran Kuzum, Ecem Uzun, Fırat Tanış, Gonca Vuslateri, Kayhan Açıkgöz, Serdar Orçin, Sevil Akı, Şerif Erol, Tilbe Saran, Yasin Bardakçı ve Cem Cücenoğlu insanı sahneye yeniden bağlayan gösteride rol alırken, Çiğdem Erken oyunu bambaşka kulvarlara sokan müziklere imzasını atmış.

Çehov’un Martı oyunu, dönemin Çarlık Rusya’sında dört karakter arasında geçen bir trajedi. Hamlet’e bol bol göndermeleri içinde barındıran konuda göl kenarındaki çiftlikte bir araya gelen, kahramanların sanat üzerine yaptıkları sohbete şahit oluruz. Yazar, yönetmen ve oyunculardan oluşan gruptaki herkes birbirinden bağımsız düşüncelere sahip olsa da bulundukları mekanın büyüsüne kapılıp, ait oldukları yerden ayrılamazlar. Çehov sözde sanatçı kimliğindeki insanların yaşadığı kimlik kargaşasına ayna tutarken, bir yandan da dönemin karakterleri üzerinden Rusya’daki yozlaşmaya dikkat çeker. Martı metaforundan hareketle, aslında herkesin ölmüş bir martıdan farkı olmadığını yüzümüze yüzümüze vurur. Konstantin, Sorin, Nina, Şamrayev, Polina, Maşa, Trigorin, Dorn… karakterlerinin üzerinden yürüyen öykünün temelinde yozlaşmış kültürel değerler, ahlaki toplumsal sorgular yer edinir. Çehov tüm bunları gösterirken ölümsüz bir eser yazdığını yaşadığımız güne bakarak anlıyoruz.

Sami Özbudak, yaşadığımız dünyanın içinde yer alan olguları masaya yatırmış. Saf kız Nina, sönmekte olan yıldız Irina Arkadina, farklıyı arayan oyun yazarı İrina’nın oğlu Konstantin Treplev ile ünlü yazar Trigorin arasında sürüklenen hikayeye günümüz tiyatrosunun ‘deneysel’ kimliğinde eleştiriler getirmiş. Çehov o dönemin sanat değerine saldırırken, Özbudak günümüz dünyasının teatral arayışlarına saldırmış. In Yer Face, Beden Tiyatrosu… gibi olguları sahnede deneyen Treplev’in buhranlarına aldırış etmeyen anne Irina, konudaki açmazların kimliği olmuş. Özellikle sözde aydın geçinen Trigorin ise şu andaki birçok aydının prototipi. İşte bu konuyu günümüz dünyasında geçirten Sami Özbudak, harikulade bir metne imza atarken, yönetmen Serdar Biliş’in keskin zekası bizleri tam olayların içine çekiyor. Genç yönetmen için ne kadar övgüyü buraya yazsam az kalır. Sahnenin tam ortasına yerleştirilen küçük bir havuz etrafında ve yerlerdeki talaş benzeri yapının üzerinde gelişen konu dört taraflı bir deneysel sahnede oynanıyor. Zorlu PSM’nin bu küçük sahnesinde seyirciyle buluşan Martı’yı her açıdan farklı görüşlerin ışığında seyrediyoruz. Serdar Biliş’in muhteşem zekasına eşliğinde sahneye yansıyan röntgen görüntüleri, aslında oyundaki karakterlerin asıl kimliğini resmetmiş. Oyunun sahnelendiği yeri sanatsal bir enstalasyon olarak düşünebiliriz. Muazzam tasarımı gerçekleştiren Gamze Kuş, yönetmenin güncel düşünce estetiğini çok iyi kavramış. Kostümlerin de yine günümüz şartlarına göre şekillenmesi ise Kuş’un bir diğer başarısı. Biliş, özellikle araya sıkıştırdığı ekonomik göndermelerle Türkiye’nin içinde bulunduğu şartları gözler önüne seriyor. Burada oyunun müziklerini gerçekleştiren Çiğdem Erken’e de övgüler yağdırmalıyız. Duygu geçişleri, heyecanın bizde bıraktığı etki, yalnızlık içindeki insanların betimlenmesi müziklerin gücü sayesinde gerçekleşiyor.

Irina rolünde Tilbe Saran ile Trigorin’de Fırat Tanış gösterinin anlatmak istediğini net biçimde verip, karakterlerinin ne denli ikiyüzlü sanatsal kimliğe sahip olduğunu cesurca göstermiş. Gonca Vuslateri ile Sevil Akı ikilisi ise, yalnızlık kıskacında ve yaşadıkları dünyayı benimseyen karakterleri harikulade oynuyor. Boran Kuzum Treplev’de, Ecem Uzun ise Nina’da, intihara kadar giden öykünün gerçekçiliğini tüm çıplaklığıyla anlatmış. Her iki genç ismin sahne grafiğine hayran kalmamak elde değil. Gonca Vuslateri’nin umarsız Maşa tavırlarına bakınca aşkın acımasız yüzüyle karşılaşıyoruz. Çünkü konuda kimse yaşadığı hayattan mutlu değildir. Öğretmen Medvedenko Maşa’yı, Maşa karşılıksız şekilde Konstantin’i, o ise Nina’yı, Nina da Trigorin’ i sever. Tüm bu çarpıklığın içinde Irina sırf genç sevgilisini kaybetmemek için her şeye sessiz kalır. Yönetmen ve oyuncuların bütünsel enerjisi sayesinde sahnedeki sanatsal eleştirilerden, ahlaki yozlaşmaya kadar her şeyi derinden hissediyoruz. Doktorda Serdar Orçin’in arayış olgusuna katkısı çok çok iyi!

Martı’nın 21. İstanbul Tiyatro Festivali’nin açılış oyunu olarak düşünülmesi on numara bir tercih. Klişe Çehov denemelerinden şimdiye dek sıkılmışken, elinde cep telefonuyla ortalıkta dolanan, yazılarını bilgisayarda yazan karakterleriyle günümüz dünyasına mesaj gönderen Serdar Biliş, içimizdeki klasik sıkılmışlığı yerle yeksan etti. Daha önce Shakespeare güncellemesiyle İstanbul Şehir Tiyatrosu’nda fırtınalar estiren Biliş’in teatral zekasına hayran kalmamak elde değil. Tiyatro Pürtelaş’ın başarılı çalışmasını mutlaka izleyin!

LifeArtSanat

 

Paylaş.

Yazarın bütün yazıları için: Yaşam Kaya

Yanıtla