Bir Göç ve Kadın Hikayesi “Lena, Leyla ve Diğerleri”

Pinterest LinkedIn Tumblr +

 

EMİNE HAMALI

 

“Kadınlar duygularını gizlemeye ve bastırmaya

o kadar alışmışlardır ki kendilerine dikilen bir göz

kırpıldığı anda fırlayıp kaçmaya hazır bir şekilde beklerler. “

VIRGINIA WOOLF

Zehra İpşiroğlu’nun yazdığı Lena Leyla ve Diğerleri oyunu 3 yıldır Bakırköy Belediye Tiyatroları tarafından sahneleniyordu. Bu yıl Sivas Devlet Tiyatroları tarafından da sahnelenmeye başlandı.

Aslında her şey benim İstanbul’da bir reklam ajansında çalışırken Lena ile tanışmamla başladı.  Lena çalıştığım şirkette çay kahve servisine ve temizlik işlerine bakıyordu. Daha ilk günden Lena’ya çok ısınmış ve onunla sık sık sohbet etmeye başlamıştım.

Lena aşkı için Ukrayna- Kiev’den Türkiye’ye göç etmiş bir kadın. Gelir gelmez de eline baş örtüsü ve uzun bir etek tutturulmuş ve adı da Leyla olarak değiştirilmiş bir kadın. Fakat o iş yerinde kendini Lena olarak tanıtıyordu ve başı açıktı. Mesai bittiğinde başını kapatıp Leyla olarak evine dönüyordu. Çok etkilenmiştim. Zehra Hocam da o dönem kadın öyküleri yazıyordu ve kendisine Lena’dan bahsettim. O da çok heyecanlanmıştı. Lena ile Zehra Hoca’nın evinde buluştuk.  Orada aklımda film gibi yer etmiş olan sahne, Lena’nın hemen baş örtüsünü çıkarmasıydı. Kendisini daha rahat hissedeceğini söylemişti. Uzun bir sohbet gerçekleşti ve bir gün Zehra İpşiroğlu’ndan bir mail aldım. Lena’nın yaşamını oyunlaştırmış ve okumamı istiyordu. Nasıl mutlu olmuştum ve şimdi ikinci kez yorumlanıyor.

Bakırköy Belediye Tiyatroları tarafından sahnelenen ilk yorumu, Lena ile birlikte izlemiştim. İnanılmaz bir deneyimdi benim için. Çünkü Lena’nın hislerini ve oyuna tepkilerini yerinde ve canlı canlı hissetmiş ve oyun sonrası değerlendirme şansı bulmuştum. Ayla Algan yönetimindeki bu yorumda Leyla sahnedeydi ve Lena’nın konuşmaları bir sinevizyon aracılığı ile bize ulaşıyordu. Ayla Algan’ın sinevizyonu tercih etmesi hem özdeşliği kırıyor hem de Lena’nın, Leyla’nın kafasının içinde hapsolmasını simgeliyordu. Bu açıdan çok etkileyiciydi ve Lena da özellikle sinevizyonun devreye girdiği anlarda çok etkilenmiş ve ağlamıştı. Oyuncu Cihan Bıkmaz da Leyla’nın kabulleniş öyküsünü ve içselleştirdiği  erkil bakışı tek kişilik bir oyunda başarıyla seyirciye aktarmıştı.

Sivas Devlet Tiyatroları’nın da oyunu sahnelemeye başladığını ve Ankara’ya turneye geleceklerini öğrendiğimde çok sevinmiştim. Daha önce farklı bir yorumunu izlediğim için karşılaştırma şansım vardı. Hikayeyi kim nasıl görmüş ve okumuştu? Lena’yı yakından tanıyan ve hikayesini bilen biri olarak benim için bu çok etkileyici bir süreçti.

Salona girdiğimde sade ve göz yormayan bir dekorla karşılaştım. Sahnede, sağ köşede ışıkların altında asılı bir disko topu vardı ki başlangıçta dekorla çok alakasız duruyordu ama oyun içinde çok işlevsel hale geldi. Hemen ötesinde büyük bir pencereye benzeyen ve ekranı andıran bir bölüm vardı. Sahnenin ortasında en geride bir çıkış kapısı, ön kısımda bir masa ve sandalye, sol tarafta da bir yatak, yatak bir pencerenin önünde duruyordu ve pencerede iki küçük saksıda duran renkli çiçekler vardı.  Yatağın yanında da bir etajer ve üzerinde bir matruşka bebek. Eşyalar beyaz ve duvarlar gri.  Tıpkı Lena’nın yaşamı ve kendisi gibi.

Oyun başladığında insanın içine dokunan muhteşem bir müzik başlıyor. Oyuncu Filiz Demiralp usulca gelip yatağın üstüne bağdaş kuruyor ve etajerin üzerindeki matruşka bebeği alıp içinden bebekleri çıkarıyor ve etajerin üzerine üç matruşka bebek bırakıyor. Lena, Leyla ve Leyna . Ve şarkıyı söylemeye başlıyor.

“ Kendimi nerede unuttum ben

Koyduğum yerde bulamıyorum “

Diyor Lena. Oyunda ilk duyduğumuz sözler bunlar.  Oyunun ve Lena’nın yaşamının özeti gibi. Şarkı şöyle devam ediyor;

“Bir Ben vardı içimde

Matruşka bebekler gibi”

Lena’yı anlatmak için matruşka bebek kullanılması ve şarkı sözlerinin de bu yönde yazılması çok çarpıcı ve yaratıcı. Oyunda kullanılan her iki şarkının da sözü ve müziği Sibel Algan’a ait. Şarkı, Filiz Demiralp’in muhteşem yorumuyla daha oyun başlar başlamaz sizi içine alıyor.

Oyunda Lena bir akıl hastanesinde ve doktorunun önerisiyle yaşadıklarını paylaşmak istiyor. O da bir tiyatro sahnesindeymiş gibi anlatmaya başlıyor yaşamını.

İstanbul Güneşören’e geldiği ilk günü, kayınvalidesinin eline uzun eteği ve başörtüsünü tutturduğu günü anlatıyor. Hayır demek istiyor diyemiyor. Ve Lena’yı geçmişe hapsetmek için çabalıyor yaşamı boyunca. Fakat Lena bu susar mı? Lena dik başlıdır, başına buyruktur. Susmuyor. Bu da oyunun dinamiğini oluşturuyor. Lena konuştukça Leyla sinirleniyor ve ataklar geçiriyor. Oyuncu Filiz Demiralp öyle yetenekli ki bu iniş çıkışları seyirciyi sıkmadan oyunun içinde tutarak ve etkileyerek yapıyor.

Bakırköy Belediye Tiyatroları tarafından sahnelenen ilk yorumunun aksine, başörtüsünü oyunda fiziki olarak kullanmamış yönetmen Ayşen İnci. Bunun da doğru bir tercih olduğunu düşünüyorum. Çünkü öyle nesneleşti ve başka anlamlar kazandı ki fiziki olarak kullanılmadan örtünme olgusunu anlatmak daha etkili olmuş. Filiz Demiralp, sadece saçını açıp toplayarak bu durumu  estetik ve net bir şekilde anlattı bize. Başörtüsünü görmemize gerek bile kalmadı. Zaten oyuncunun bedeni aksesuarıdır denir. Bunu bize kanıtladı Filiz Hanım.

Sahnenin sağında bulunan ekran benzeri pencerede, zaman zaman Lena’nın Kiev’deki yaşamından eski bir fotoğrafı görüyoruz. Üzerinde askılı bir bluz, altında kot pantolon ve güzelim saçlarıyla gülümseyen genç güzel bir kadın. Fakat fotoğraf öyle eski ve silik ki Lena’yı zor görüyoruz. Yüzünün detaylarını seçemiyoruz. Fakat sesini duyuyoruz, uzaktan ama güçlü bir ses. O silik fotoğraf Leyla ile savaşıyor, kimliğini geri almak için uğraşıyor, Leyla’yı cesaretlendirmeye çalışıyor. Leyla ise kadın olarak bize dayatılan roller ne ise onların içine hapsediyor Leyla’yı. Çıkmaya çalıştığında ise o yüksek sesle ve kaba bir şekilde duyduğumuz ataerkil söylemler çıkıyor karşısına. Bunu da oyunda dış ses olarak kullanmış yönetmen. Sesler yükseldikçe ve çoğaldıkça Leyla küçülüyor ve kabulleniyor. Leyla da Lena’yı bağırarak ve kaba bir şekilde def ediyor zihninden. Tıpkı kendisine çalışamazsın diye bağıran kocası Mustafa gibi.

Lena bu sese kulak vermemeyi başarıyor. İş ilanlarına bakarak bir şirkette temizlik işçisi olarak başlıyor. Kiev’de Sosyoloji bölümü okumuş bir üniversite mezunu olarak. Başlangıçta her şey güzel. İş yerinde Lena oluyor, dışarı adım attığı anda Leyla. Fakat patronu bu durumdan rahatsız oluyor. İçeride de dışarıda da aynı olmasını istiyor Lena’dan. Aksi taktirde işinden olacak. Psikolojik şiddet burada da peşini bırakmıyor Lena’nın.

Şiddetin yalnızca fiziksel olmadığını Lena’nın yaşamı örneğinde çok net görüyoruz aslında ve kadınlar için psikolojik şiddet her yerde. Evde baba, koca; dışarda patron. Lena’nın deyimiyle, tek bir Mustafa yok. Mustafalar her yerde ve Mustafalarla baş edebilmesi için hayır demeyi öğrenmesi gerek.

Lena korkuyla hayır demeye çalışıyor. Başlangıçta güçlükle duyuluyor sesi fakat gittikçe yükseliyor. Hayır çığlığı kaplıyor salonu. Hayır diyemeyen bütün kadınlar için tüm gücüyle bağırıyor Lena. İsyanını içimizde hissediyoruz.

Sahne kararıyor ve sakin bir müzik başlıyor.

KENDİMLE BARIŞTIM BEN

“Kolay olmadı, en çok kendimle savaştım

Direndim, boş verdim sonra yatıştım

Gün oldu takılıp senle, ağlarına dolaştım

Kayboldum bazen meçhule karıştım

Sonunda kendimle barıştım.”

Oyunda önceki yorumdan farklı olarak şarkı kullanılması ve oyunun “Kendimle Barıştım” şarkısı ile bitirilmesi hikayenin karamsarlığına ve Lena’nın çığlığına bir umut niteliğinde olmuş. Bu umutlu son beni çok etkiledi.

Oyun sonrası hemen Lena’yı aradım. O da merak ediyordu ama şartları izin vermedi gelip izlemesine. Oyunu anlattım, çok beğendiğimi ve bu yorumda umutla bitirildiğini söyledim. Durdu ve aslında ne oldu biliyor musun, dedi. Ne oldu, dedim. Barıştılar dedi. Şaşırdım.. Kim barıştı diye sordum. Lena ve Leyla, diye cevap verdi. O an Filiz Demiralp’in oyunun finalinde söylediği “Kendimle Barıştım” şarkısı geldi aklıma, çok şaşırdım. Böyle bir şeyi hissetmiş olabilirler miydi?

Bunun üzerine düşünürken oyundaki barışmanın, Lena’nın bahsettiği barışma ile çok farklı olduğunu anladım. Oyunun sonunda, ne Leyla, ne Lena olacağım, hayata yeniden başlayacağım diyordu. Kendisi olmaktan kimliğini bulmaktan bahsediyordu. Fakat gerçekte Lena’nın söylediği barışma, yine bir kabullenişti aslında. Lena olması gerektiği zamanlarda Lena, Leyla olması gerektiği zamanlarda Leyla olmaktan bahsediyordu. Kimse üzülmesin diye. Yine bir kendinden vazgeçiş vardı sözlerinde.

Keşke bu değerlendirmeleri oyun sonunda yapılacak küçük bir söyleşide oyun ekibiyle de yapabilseydik. Çünkü seyirciler çok etkilenerek çıktı oyundan. Oyun sonrası Filiz Hanım’a soru sorabilmek için bekleyenler oldu. Lena’nın gerçekte var olup olmadığını merak edenler. Evet Lena gerçekten var hatta Lena’lar var ve her yerdeler. Tüm Lena’lar için oyundaki gibi bir barışma, umut ve huzur diliyorum.

19.12.2018

 

 

Paylaş.

Yazarın bütün yazıları için: Emine Kınacı

Yanıtla