20 Mart Dünya Çocuk ve Gençlik Tiyatroları Günü/ Uluslararası Bildirisi

Pinterest LinkedIn Tumblr +

Mimesis Haber/ Assitej Türkiye Merkezi yönetim kurulu üyesi Özgehan Uştuk tarafından çevrilen 20 Mart Dünya Çocuk ve Gençlik Tiyatroları Günü uluslararası bildirilerini okuyucularımızın dikkatine sunuyoruz.

Yoshi Oida

Doğduğumdan beri anne ve babamı taklit ederek büyüdüm. Nasıl yürünür, nasıl yemek yenir, nasıl konuşulur; tüm bunları onları taklit ede ede öğrendim. Ve bazı şeyleri aklım almaya başlayacak kadar büyüyünce, tabii ki ailem tarafından, tiyatroya götürüldüm. Tiyatro benim için büyülü bir ülkeydi. Tiyatroya gittiğinizde gördüğünüz ilk şey kapalı bir perdedir. Bu perdenin ardından ne çıkacak diye büyük bir beklentiyle beklediğimi hatırlarım. Ve ne zaman o perde açılırsa, ardından dekorlarla, ışıkla ve kostümlerle oluşturulmuş büyülü bir dünya çıkar. Bazen bu tıpkı gerçek dünyaya benzeyen bir dünyadır, bazen ise gerçek dünyada görmemizin mümkün olmayacağı bir manzara ile karşılaşırız. Farklı kılıklarda oyuncular ağlar, güler, şarkı söyler, dans eder. Ara olduğunda da bazen bazı patırtı kütürtüler duyarız. Eğer küçük bir tiyatroysa gittiğimiz ve ben en önde oturuyorsam belki de perdenin arasından küçük bir casusluk bile yapabilirim. İnanılmaz bir şekilde koskoca sahne, dekorun sadece ters çevrilmesiyle şıp diye dönüşüverir. Ve sonra eve gittiğimizde, oyuncuyu taklit edebilirim. Favorim samuray rolüydü. Kendime erkeksi bir çift kaş çizer, bir peruk yapar ve bambu kılıçlar kullanarak arkadaşlarımla dövüşür gibi yapardım. Yedinci sınıfa geldiğimde sahne modelleri yapmaya başladım, döner sahneler, minyatür aydınlatmalar ile ışıklandırılan bir sahne… ve tabii ki sahneleri değiştirirdim.

Tüm bu deneyimlerden yoğrula gelerek sonunda profesyonel bir tiyatroda çalışmaya başladım. Fakat o zamanlarda çağdaş tiyatroyu öğrenmek için bir okul yoktu. Bir geleneksel tiyatro ustasına gittim ve geleneksel yöntem ve teknikleri öğrenerek ondan el aldım. Geleneksel tiyatro öğrenmek ustanın yaptığı her şeyi onu tıpkı ve aynı şekilde taklit ede ede öğrenip onun yaptığının tıpkı ve aynısını yapmak anlamına gelir. Ve bir gün beklenmedik bir şekilde Peter Brook ile çalışma fırsatı elde ettim. Ondan aldığım ilk dersin konusu doğaçlama idi. Benden doğaçlama yapmam beklendiyse de ne yapacağım konusunda en ufak bir fikrim yoktu, bu yüzden de Japonya’da öğrendiğim tüm geleneksel hareketleri birleştire birleştire yapmaya başladım. Bir gün Brook bana üzerinde “Japon geleneksel tiyatrosunu taklit etme” yazan bir not verdi ve bunun üzerine kendimi okyanusa yalnız başıma fırlatılmış gibi hissettim. Tutunabileceğim hiçbir şey yoktu ve dümensiz bir gemi gibi oradan oraya sürükleniyordum. Ama bu hayatımda ilk defa bir şeyler üretmek ile ilgili düşünmeye başladığım andı. Fark ettim ki yaptığım iş geleneksel tiyatrodaki gibi sadece ve sadece geçmişte yapılan şeyleri aynı şekilde yapıp göstermek değil kendi ifade ediş şeklimi üretmekti. Ve bu üretim tanrının yaptığı gibi yoktan var etme şeklinde değil, var olanı taklit etme ve onun ötesine geçebilmekti. Van Gogh Ukiyoe’den etkilenmiş, Picasso sanatını sıkça esin kaynağı bulduğu Afrika sanatlarına dayandırarak üretmiş, ve Miro Çin yazı karakterlerinden faydalanmıştı; tüm bunlar halihazırda var olanın üzerine geliştirilmiş şeylerdir.

Benim yolum da muhtemelen aynı yoldur. Tiyatroda gördüğüm ve duyduklarımı taklit etmek ve sonra da bunların ötesine geçmek için bir çaba göstermektir hayatım. Ve bu deneyim benim tiyatroyu yaşamam, onu deneyimlemem ve onun ötesine geçmem için bir yol bulmamı sağlar.

Yoshi Oida

Oyuncu, yönetmen ve yazar. 1933’te Hyogo bölgesinde dünyaya gelmiştir. Şimdilerde Paris, Fransa’da yaşamaktadır. Oyunculuk hayatına Bungakuza ve Shiki Tiyatrolarında başlamıştır. 1970’den beri CIRT’de (Uluslararası Tiyatro Araştırmaları Merkezi) Peter Brook ile çalışmıştır. Brook, Shunkin ve Simon McBurney tarafından yönetilen Mahabarhata, Fırtına ve The Man Who gibi oyunlarda rol almıştır. Kendisi de birkaç oyun ve opera yönetmiştir. 1989’da yayımladığı “An Actor Adrift” (Sürüklenen Aktör) isimli kitabı 17 dile çevrilmiş ve adeta “oyuncunun incili” olarak kabul edilmiştir. Fransız hükümetinden Chevalier de l’Ordre des Arts et des Lettres, Fransa (1992), Officier de l’Ordre des Arts et des Lettres, Fransa (2007), and Commandeur de l’Ordre des Arts et Lettres, Fransa (2013) gibi bir çok nişan almıştır.

Yvette Hardy (ASSITEJ Başkanı)

Bir çocuk için yaratıcı bir süreçle karşı karşıya gelmek ve yeni bir sanat deneyimine davet edilmek ne anlama gelir? Bu davet neden her çocuk için son derece önemlidir?

Yakın zamanda ünlü çellist Yo-Yo Ma’nın hem bir konuşmasını hem de bir konserini dinleme ayrıcalığına sahip oldum. Kendisi, kültürel konukseverlik olarak adlandırdığı bir şeyden bahsetti. Yo-Yo Ma bunu sanatın yeni, girişimci, sıra dışı, dışlanmış, duyulmamış ve göz ardı edilmiş olanı kabul edip benimseme kapasitesi (ve aslında zorunluluğu) olarak niteliyor. Ona göre sanatçılar olarak görevimiz bu seslere, formlara ve tekniklere karşı açık olmak ve süreç içerisinde değişmemiz için kendimize yollar açmaktır.

Yo-Yo Ma’nın bu yaklaşımı ev sahibi veya bir konuk olmanın aslında ne demek olduğu üzerine  düşünmeme neden oldu. İki taraf için de en önemli şeylerden biri dinleme erdemidir; bilindik ve konforlu olanın dışına çıkma ve farklı olanı kucaklayıp onun farklılığını kutlayabilme erdemi.

İyi bir ev sahibi, konuklarının sanki kendi evlerindeymiş gibi hissedebilmelerini sağlar ve onların nereden geldiklerini ya da hangi deneyimlere sahip olduklarını önemsemez. Kendi egosunu ziyaretçinin çıkarını gözetmek için bir kenara koyar. O, herkes için mümkün olan en iyi deneyimi hazırlayıp sunandır. İyi bir misafir de bu karşılaşmaya sınırsız bir merak duygusuyla gelen, diğeri ile ilgili bir şey öğrenmek isteyen ve yeni şeyler denemekten korkmayandır.

Bu karşılıklı kabul alanında bir bağ, bir sürpriz ve derin bir öğrenme buluruz. Bu karşılaşmadan değişmiş olarak uzaklaşırız. Bizi insan yapan bir şeye dokunmuş oluruz, hem kendimizdeki hem de başkalarındaki bir şeye…

Ve bu olduğu zaman, bu bağın büyümeye başladığını hissederiz… Böylelikle kafamızın içinde şimşekler çakmış olur, ortak bir müşterek bulmuş, büyük resmi görmüş, ve bizim empati dediğimiz ortak duyguyu hissetmiş oluruz. Kendimizin, diğerlerinin ve onlarla birlikte keşfettiğimiz şeyin de aynı derecede önemli olduğu hissine kapılırız.

Gittikçe daha fazla insanın ötekileştirildiği, sınırlardan ve havaalanlarından geri çevrildiği, farklı bir sınıftan, etnik yapıdan geldikleri, farklı bir dile ya da dine sahip oldukları için reddedildiği bu çağda, bir ait olma, bir bağlanma hissi yaratma kapasitesine sahip olandır sanatçı.

Ve her çocuğun ona ihtiyacı vardır.

Paylaş.

Yanıtla