“Hamam”da Fırtına (Shakespeare) – Tiyatro Grup

Pinterest LinkedIn Tumblr +

Fırtına, Shakespeare’in (1564-1616) sahneye veda oyunu değil. 1611 tarihli bu oyundan sonra 3 oyunda daha isminin geçtiği belirtiliyor. Ama oyun, Prospero’nun -veda ediş gibi- şu “konuşma”sı ile bitiyor. (Bu satırları bana daha anlamlı gelen ve Haldun Derin tarafından yapılan 1944 çevirisinden aldım.) (Özellikle “tirat” demiyorum.)

“EPİLOG – Son Söz

 Prospero: Olanlar oldu artık. Kendi kuvvetimle kaldım. O da devede kulak. Beni burada alıkoymak yahut da Napoli’ye yollamak mürüvvetinize bağlı. Dukalığımı geri aldım, suçluyu bağışladım. Bu çıplak adada büyülenip kalmayayım. Gönül almasını bilen ellerinizle bağlarımı çözün. İltifat saçan sesleriniz, yelkenlerimi doldursun. O zaman tasarladığım oldu demektir. Kaygım, sizleri memnun etmekti yalnız. Perilerimle sanatımla bunu başaramadımsa sonum hayal kırıklığıdır. Olmazsa yalvarıp yakarıp işin içinden çıkayım. Dua öyle tesellidir ki rahmetin bile gönlünü eder, her kusuru affettirir. Sizler kendi suçlarınız için nasıl mağfiret umuyorsanız beni de bağışlayın, günahlarımdan sıyrılayım.”

(Mürüvvet: Mertlik, insanlık / Mağfiret: Tanrının kullarının günahlarını bağışlaması)

Tiyatro tarihinde önemli bir yeri olan bir “tirat” (konuşma) bu. Beni de çok etkiliyor.

 “Konuşma”da özel bir not yok. Ama “konuşma”nın gelişinden seyirciye yapıldığı anlaşılıyor ya da öyle “okumak” daha anlamlı duruyor. (İngilizce söylem daha genel)

 Fırtına’da, parantez, bir dış olay ile açılıyor ki bunun Shakespeare oyunları için olağan olmadığı söyleniyor ve bir “iç” “konuşma” ile kapatılıyor.

Bence, oyun, bu son “konuşma” ile anlamını buluyor ve oyun içinde anlatılanları “yerine oturtmak” mümkün oluyor.

“Konuşma” kendisini anlatıyor ama şu açıklama yararlı olabilir:

Oyunun başkahramanı Prospero, kullandığı büyü kudreti ve hükmettiği cinler vasıtasıyla oyundaki tüm olayları kontrol ediyor. O ne derse o oluyor yani. Aynı bir “yazar” gibi. Prospero’nun oyunun içindeki Shakespeare olduğunu düşünürsek, Shakespeare, sanatın “tanrısal gücü”ne gönderme yaparak “yaratan”ın gücünü kullandığını ima ediyor. Öte yandan da kendini koyduğu “Tanrı katından” da rahatsız. O nedenle bağışlanması gerektiğini düşünüyor. Seyircinin (?) beğenisi ve alkışlarını istiyor. Böylelikle o “adada” yani sahnede (hayatta) çakılı (lanetli) kalmayacak ve Tanrının yanına giderken yanında alkış ve beğenileri tanık olarak götürecek. İsterseniz seyirciden “helâllik” istiyor da diyebilirsiniz. Onu alamazsa işi duaya kalmış. Tanrı önünde kendi işini kendi çözmeye çalışacak.

(Aldıkları alkışlara bakarsak bizim tiyatrocular “günahsız”; “peşin ve nakit” aldıkları alkışlarla önlerindeki günahlar için daha çok ‘yerleri’ var!)

Derya Alabora tarafından yeniden “canlandırılan” Tiyatro Grup’un oyunu Fırtına, Serdar Biliş’in yorumuyla 17. Uluslararası İstanbul Tiyatro Festivali kapsamında sahnelendi.

Oyuna giderken hakkında yazılanları okudum. Derya Alabora “Fırtına hainliği anlatır”; Serdar Biliş ise “Cadıdan olma Caliban ve özü hava olan Ariel arasında dengeler arıyor Prospero. Caliban, Prospero’nun daha hükmetmeye çalıştığı tarafıdır. Oyunun böyle bir üçgen yapısı olduğunu düşündüğüm için üç oyuncuyu temel alarak çalıştım. Bu üç karakter arasındaki dinamikti, sarmaldı beni daha çok ilgilendiren” diyordu.

Prospero’yu Shakespeare olarak algılayıp “sanatın ve sanatçının yaratıcılığı” üzerine yapılacak yorum beni daha çok cezbetse de genç bir yönetmenden “üç karakter arasındaki sarmalı” seyretme fikri de merakımı uyandırdı. Bu merak ile seyretmek istedim.

Fırtına içinde pek çok tema, sembol ve motif var. Bu konuda okuduklarımdan süzülenleri paylaşıyorum:

Sömürgecilik Anlayışı

Dönemin ‘taze’ konularından biri sömürgecilik. Prospero ile Caliban ilişkisinde ıssız adalara gelerek oradaki yerlilerin üzerinde hükümranlık kuran “beyaz adam” tartışılıyor.

İnsan ve Yaratık (İlkel İnsan) Ayrımı

Miranda’nın sözlerinde ortaya çıkan Ferdinand’a “Gördüğüm 3. erkek sensin” ifadesi bir yaratık olan Caliban’ın da insan sayıldığı sonucunu doğuruyor. (Oyunda “Gördüğüm 2. erkek sensin” deniyor.) Bu ayrım o günlerdeki adaları işgal edilmiş ve köle durumuna düşürülmüş yerli halk ile ilgili tartışmalara yapılan bir gönderme.

Adaletin Öznelliği

Oyunda adalet Prospero tarafından dağıtılıyor. Prospero (yazar) istediği sonucu yaratabiliyor. Sanatın adaletindeki öznelliğin vurgulanması.

Efendiler ve Kullar

Oyunun bütününde bu ilişki çeşitli katmanlarda değiniliyor. Prospero ile Ariel ve Caliban arasındaki en çok vurgulananı.

Su ve Boğulma

Karakterlerin suda boğulma üzerine ifadeleri insanların yaptıkları fedakarlıkları da belirliyor. Alonso kendini, Prospero kitaplarını suya atmaktan bahsediyor. En önemli motif ise denizdeki Fırtına. Zira tüm hayatları etkiliyor.

Gizemli Sesler

Müzik sesleri en önemli yeri alıyor. Ferdinand Miranda’ya Ariel’in müziği ile “çekiliyor”. Gonzalo, Ariel’in müziği ile uyanıyor. Fırtına, yağmur sesi o dönem seyircisi için gözden çok kulağa hitap eden yenilikler.

Fırtına

Fırtına hemen oyun başında Prospero’nun çektiklerini ifade ediyor. Aynı zamanda da Prospero’nun korkutucu gücünün bir ifadesi.

Satranç Oyunu

Oyunun amacı Kral’ı almak olan satranç ile bağlantı yapılıyor. Prospero “Kral”ı ele geçiriyor ve adeta bir satranç oyunu oynuyor.

Prospero’nun Kitapları

Prospero’nun gücünün kaynağı, kitapları. Caliban, elinden kitapları alındığında Prospero’nun gücünü kaybedeceğini düşünüyor. Kitaplar Prospero’nun hem dünyayı ele geçirmesinin aracı hem de kendi içine izole olmasının.

Dünyadaki Fırtına sahnelemelerinde yukarıdaki tema, sembol ve motiflere verilen ağırlık ile değişik yorumlar ortaya çıkıyor.

Bizde Nurullah Ataç’ın yazıları ile Prospero ve Caliban güncellik kazandı. Caliban düşüncesizdir. Prospero, değerler yaratan, güzeli çirkinden, iyiyi kötüden ayırt etmesini, doğanın gizlerini çözmeyi öğretendir. Ataç’a göre Caliban, çoğunluktur, Prospero’yu yok etmeye çalışır. (Can Yücel)

Bu yazıyla amacım -yazıyı okurlarsa- oyunu seyredenlerin, sonradan; (eğer oynanırsa) seyredecek olanların önceden, oyunun neyi verip neyi vermediğini anlamalarına yardımcı olmaktır. Doğrusunu isterseniz ben oyunu önceden okumuş olduğum için neyi seyretmediğimi biliyorum. Gördüğüm şu: Bazı karakter ve sahneler atılarak oyun 3 oyuncuya indirilmiş. “3 karakter arasındaki sarmal” ise “sözde” kalmış.

Herkese de oyunu okuyup gitmelerini öneririm. Zira yönetmen, herkesin her şeyi bildiğini sanıyor (?) Oyun yeniden sahneye çıkmazsa üzülmeyin, okumak da bir kazançtır!

Sırılsıklam ter, sıçrayan su, tavandan düşen ama açılmayan elbiseler, değiştiği fark edilen ama ne olduğu bilenlerce anlaşılan karakterler ve de kaybolan sesler içinde parlayan iki yıldız gördüm.

Biri, hiç ummadığım halde, özellikle bedensel esnekliği ve eğitiminden gelen sahne duruşu, “sıcak” ve estetik oyunculuğu ile Canan Ergüder. Ergüder, Türkçesine önem verir ve de sesini açarsa sanıyorum tiyatromuzun “kazandığı” bir oyuncu olacak.

Diğer “yıldız” ise -oyunun devam etmeyeceğini sandığım için- iyi oyuncu ödülünü alma şansını kaybedecek olan Tülay Günal. Günal, “yanlış” bir oyunda bile dikkat çeken bir oyunculuk çıkartılabileceğini gösterdi. Canlandırdığı karakterler arasına bedensel tavır değişiklikleri yanında ses, söylem farklarını koyup, karakterden karaktere geçerek, söylediği şarkılar, sahne sempatisi ve ışığı ile keyif veren bir oyunculuk sundu.

Doğrusunu isterseniz bu iki oyuncu adına üzüntü duydum. Bu kadar çaba, fedakarlık ne için ?

Mimesis’in 7. sayısındaki Fırtına ve Shakespeare bölümünü ve de Tiyatro Boğaziçi’nin 1996’daki Fırtına’sı (Reji: Kerem Karaboğa, Ömer F. Kurhan, Sevilay Saral) üzerine okuduğum çalışmaları ve kendisiyle yapılan söyleşide Ömer F. Kurhan’ın reji anlayışını yansıtan hassasiyetini hatırladım. Bu kadar çaba göstermeleri nedeniyle onlar için de üzüldüm. Ne gerek var o kadar çabaya! Seyirci bu son “Fırtına”ya razı olduğunu çılgınca alkışlarıyla gösteriyor. Verenler de verdikleri ile mutlu! Alan razı satan razı yani.

Bu oyunun yeni sezonda da devam etmesinin çözümü şu: Ortadaki deniz anasını, kenardaki müzisyenleri, iki iyi oyuncuyu, giydirip oynatmak kaydıyla Prospero’nun cinlerini muhafaza ederek, sesleri yutan “hamam”, “Caliban kalan”lar dahil diğer her şeyi değiştirmek!

Talimhane Tiyatrosu “Hamam”ında en mutlu an, oyunun sonundaki teşekkür konuşması idi. Yaklaşık 100 dakika süren “buhar banyosu” sona ermiş seyirciler kendilerini temiz havaya atacak olmanın heyecanını yaşıyorlardı. Çıkış gibi duran aralıktan düşmemeye çalışarak, sandalyelerin üstüne basıp aşağıya indiler ve oyun öncesi okuduklarından dolayı kendilerini aldatılmış hissederek “Arcola İstanbul”dan ayrılıp, sokağın karanlık ve curcunası içinde karşılarına çıkacak “cin ve büyücüler”i kollayarak hayata karıştılar.

 
Kaynak:

Mimesis 7

Fırtına – Tercüme: Can Yücel- Adam Yayınları

Fırtına – Tercüme: Haldun Derin – Maarif Matbaası

William Shakespeare-Terry Eagleton-Tercüme: Cüneyt Yalaz- Boğaziçi Üniversitesi Yayınevi

Shakespeare Bir Yaşam- Park Honan- Tercüme: Bülent Bozkurt-YKY

Shakespeare’in Kutsal Sanatı – Martin Lings -Tercüme: İhsan Durdu- Ayışığı Kitapları

Shakespeare ve Kültür Birikimi – Stephen Greenblatt-Tercüme Nilgül Pelit-Dost Kitapevi Yayınları

“SparkNote on The Tempest ” http://www.sparknotes.com/

Radikal – Gönül Koca arşivi – 5 Haziran 2010

Radikal – Derya Alabora söyleşisi – 4 Mayıs 2010

 melihanik.blogspot.com

 

Paylaş.

Yazarın bütün yazıları için: Melih Anık

Yanıtla