Kemal Başar’ın Kendini Aştığı Son Çalışma: Külhanbeyi Müzikali

Pinterest LinkedIn Tumblr +

Üstün Akmen

Sade anlatımıyla günlük yaşamın ayrıntılarını işlediği öyküleri ve özellikle de tiyatro oyunları ile tanınan Ülkü Ayvaz’ın (1955) II. Abdülhamit dönemi ve İstanbul işgalinden Anadolu devrimine uzanan süreçte, tulumbacı taifesini, külhanbeyleri, kabadayıları, semai kahvelerini, Abdülhamit zindanlarını, Osmanlı’ya ilk kez giren sigortacılığın vurgun amacıyla kullanılma girişimlerini anlattığı (hatta sadece anlatmadığı, ballandırdığı, tatlandırdığı) Külhanbeyi Operası (Mitos-Boyut – Ocak 1997) başlıklı eserini, Bakırköy Belediye Tiyatroları’nda “Külhanbeyi Müzikali” adı altında izledik.

Kemal Başar Neleri Yapmamış

“Külhanbeyi Operası”nı, yurtiçi ve yurtdışında yönettiği yirmi civarındaki oyunla giderek kendini aşan, ustalaşan tiyatro ve dizi oyuncusu, eğitmen, çevirmen Kemal Başar (1963) sahneye koymuş. Sahneye koyarken de Osmanlı’nın son dönemini sergileyen şarkılı, danslı, atışmalı, yangınlı ve hayli eğlenceli bir oyun haline getirmiş. Öyle anlaşılıyor ki, oyuna çalışırken kendine özgü, yalın bir olay örgüsü olan metni, sadece müzik, dans ve diyalogların olaylarla bütünleştiği duygusal ve eğlendirici bir sahne gösterisi olarak yorumlamamış. Sadece biçim içinde birbirine karışmış karakterlerin çeşitli şarkılar söylediği bir müzikal olarak da düşünmemiş. Şarkıları salt akışı kolaylaştırıcı, black-out’ları geçiştirici ya da metindeki karakterleri geliştirmek adına kullanmamış.

Ya Ne Yapmış

Uygulamaya hayli elverişsiz olan tabloları, kullandığı sahnenin (Müşfik Kenter Sahnesi) sınırlı olanakları içinde cömertçe açmış. Müzikal film karakteri olarak da düşünülebilecek tipleri tiyatroya uygun öğelerle bezemiş. Canlandırmalarda, parçaları ve dansları o anda izleyen birileri varmış gibi ele almış. Bir bakıma görünümü, izleyiciyi işaret eden canlandırıcının dosdoğru sanki kameraya baktığı ve onun için canlandırdığı bir hale getirmiş.

Bu arada, yazarın gerçekleri yansıtırken düşe, fanteziye yer veren ifade biçimine elini sürmemiş. 1900’ların başlarından Kurtuluş Savaşımıza kadar uzanan bir dönemin İstanbul’unu yazarla el ele tutuşarak, ama yazarın bir adım önünde giderek şarkılı, müzikli, danslı ve eğlenceli bir biçimde sergilemiş. Ülkü Ayvaz’ın o dönemin “devlet Ricali”nin gazetelere baskı kurmak için giriştikleri entrikaları, halkın ve tulumbacı takımının yaşamlarını ve külhanbeyleri anlatırken, konuya ilk kadın tulumbacı Behiye’nin serüvenini de eklemesine sadık kalmış. Osmanlıya ilk kez giren, evlerin yangına karşı sigortalanması işleminin, “devlet erkânı” tarafından vurgun aracı olarak kullanılmasını “faş etmesinin” altını kalın kalemle çizmiş. Ülkü Ayvaz’ın Osmanlı devlet adamlarının çağdaş yeniliklere karşı olumsuz tavırlarını anlatmasını es geçmemiş.

İşbirliği Güzellemesi

Şimdi yazının burasında, Osmanlı İmparatorluğunun son çöküş dönemi Ülkü Ayvaz-Kemal Başar ikilisinin işbirliğinde sanki bir belgesel haline gelmiş diyebilirim. Diyebilirim de, Kemal Başar’ın özellikle ilk bölümde fazlaca ortaya çıkan hal, tavır, söz nakaratları; ayrıca ara sıra sahnede yer alan kargaşa ve abartı içinde dönemin sorunlarını pek güzel vurguladığını da dediğime eklemeliyim. Osmanlı döneminin İstanbul’undaki bitmez tükenmez yangınları bin bir güçlük ve gayret ile söndürmeye çalışan tulumbacıları, onların çabalarını, aşklarını mizahi bir üslûp ve görsel çeşniler katarak lezzetlendirmiş olmasını övmeliyim. Ders alınması; izledikten, güldükten sonra “iyi de, biz şimdilerde nereye gidiyoruz” diye düşünülmesi gereken bir oyun çıkarmış olmasıyla bir eleştirmen olarak övünmeliyim.

“Kendini Yeğleyen İnsan”

Tiyatroyu müziğe dönüştürmek… Hani şu Gorki’nin “kendini yeğleyen insan” diye tanımladığı küçük burjuvanın son sanatsal düşü… Kemal Başar, “Külhanbeyi Müzikali”nde bu düşün gerçekleşmesine katkı sağlamış. Tarihsel, toplumsal, epik tiyatro ve içsel dünyanın coşkulu, şiirsel tiyatrosuyla; düş, iç durum ve varlık tiyatrosu arasındaki savaşı bu oyunda birleştirmiş. Münir Rüştü Bey tiplemesiyle yazınsal düzeyde commedia dell’arte ve Shakespeare soytarılarının geleneklerini oyununa uyarlamış. Saçma olandaki tadın kaynağını aramış, araştırmış, bana sorarsanız bulmuş da… “İstanbullular” ile olayın bugün ile ilgisini vurgulamış, “O ney?”, ”N’olmuş” gibi yinelemelere yer ayırması, Vasıf Hoca’yı ters yüz ederek “rock” yıldızı yapması, hamam tablosunda Müsteşar Paşa’nın oğlancılığını öne çıkarması, metindeki kimi karakterleri karikatür boyutuna taşıması ya da kullandığı dolgu malzemelerini hiç de fazla kaçırmamış, tadında bırakmış. Hamam tablosundaki konuşmaları ekolu vererek titizliğini ortaya saçmış. Hele bir de, oyunu yirmi dakika kısaltabilseymiş… İşte ona kıyamamış!

Yaratıcı Kadro Dayanışması

Oyunun sahnelenişindeki başarıda, Başar’ın yanı başındaki birincil paydaşlar arasında, hiç kuşkusuz müzikleri yapan Can Atilla’yı saymalıyım. Atilla, müziğe olabildiğince yatkın şarkı sözlerini, sözcüklerin vurgulu ve vurgusuz heceleriyle, ölçünün güçlü ve zayıf zamanları arasındaki uygunluğu kusursuz sağlayarak bestelemiş. Tolga Çebi; Kıymet Berrak, Burcu Özbak Cebeci, Nilay Karaduman, Ebru Mine Sonakın, Harun Koç, Melih Yüzer, Berk Öztürk, Aykut Yıldırım, Âdem Elkaya, Mehmet Boyacı’dan oluşan orkestrayı fevkalade yönetip yönlendirerek Can Atilla’nın müziklerini mükemmelen düzenlemiş. Sonra bir de Alpaslan Karaduman var. Karaduman’ın koreografisindeki adım, hareket, anlatım üçlüsündeki kusursuzluk, gerçekten övülmeye ve de izlenmeye değer. Murat Gülmez’in olanakları zorlayarak kotardığı ve fazlalıklardan titizlikle arındırdığı sade dekoru; yanı sıra Sadık Kızılağaç’ın tüm karakterlere uyguladığı ve yakıştırdığı ince zevk ürünü giysileri, elbette oyunun itici güçleri. Yüksel Aymaz’ın ışığı ise, eylemleri destekliyor, vurguları ortaya çıkarıyor, tempo ve ritme yardımcı oluyor. Dekor ve makyaj ilintisine de katkıda bulunuyor.

Kızmak Yok! Eleştiririm Kardeş

Oyuncu kadrosu genel anlamda başarılı, Bir kere, iyi kaynaşmışlar. Rollere dönük tüm yaklaşımları biliyorlar, anlamışlar ve bunları iyi kontrol ediyorlar. Ama Laz Bekir’de Serkan Öz, Vahan Çuhacıyan’da Ali Aziz Çölok, Tepecikli Sıddık’ta Ekrem Yücelten duygularını sürekli harekete geçiren ve bu sayede fiziksel skoruna yaşam veren yönelimleri daha bir aramalı ve bulmalı diyorum. Kızmak, küsmek yok ha! Koç Arif’te Şafak Ersözlü, Şer Rıza’da Burak Dur da öyle… Bana göre sadece dışsal fiziksel gerçekliğiyle değil, her şeyden önce içsel güzelliğinin su yüzüne çıkışıyla heyecanlanmalılar. Haksızsam “haksızsın” diye bağırmalılar! Yaratıcı yönelimler basit bir ilgi değil, tutkulu bir heyecan, arzu, özlem ve aksiyon uyandırmalı, öyle değil mi ama?

Neyse!

Bu arada, dikkat buyurursanız Sandalcı Hristo’da Doğacan Taşpınar’ı değerlendirme dışı tuttum, zira benim oyunu izlediğim akşam meğerse tiyatrocu özverisinin zirvesine tırmanmış ve sakat sakat oynamış. Sakat sakat demem o ki, bir önceki oyunda iş kazası olmuş ve Defne Şener Günay ile birlikte yüksekten düşmüşler. Günay 48 saat gözlem altında tutulmuş, Taşpınar’ın boynunda kırıklar oluşmuş. Bu bakımdan, benim onu eleştirmem, değerlendirmem değil, meğer o akşam alnından öpmem gerekiyormuş.

Emrah Eren Bu Kere Acaba Neden Böyle

Basiretçi Ali Bey’i Emrah Eren oynuyor. Ali Bey’in duygularını, iradesini, aklını, tüm varlığını harekete geçirmek için derinlikli tutkuları yok Eren’in, ama gene de kötü diyemem. Bodoslama Nuri Reis’te Alican Yücesoy, Çiroz Ali’de Tugay Mercan, Zaptiye Kumandanı’nda Münir Akça oyun boyunca tempolu bir oyun vermekteler. Doğrusu diğer oyuncularla çok da iyi paslaşıyorlar. Oyuncunun yaratıcı hali, beklenen ya da beklenmeyen bir uyarıcıya olan tepkisi gibi, kendiliğinden ve doğru olduğu zamanki haliyse, bu üç oyuncu kutlanmalı. Deli Behiye’de Defne Şener Günay (kendisi benim gözbebeklerimdendir), sahne üstünde olduğu süre içinde sanatsal arzu ateşini gene başarıyla koruyor, karşılığında kendine denk düşen içsel özlemleri mükemmelen açığa çıkarıyor. Böylece içsel oynama kışkırtıcılarını buluyor. Kayırdığım aklınıza gelmesin, bana sorarsanız, oyunun başarılı oyuncularının başında geliyor.

Mert Asutay Gene Dikkat Çekmekte

Kürt Bahadır da Ali Rıza Kübilay, Baygın Cafer’de Fırat Yalçın, Padişah’ta Aytekin Özen, Sadrazam’da Nişan Şirinyan, Şeyhülislam ve Tellak’da Yunus Emre Kılınç da iyi. Amaçlarından sapmayan birer iyi oyunculuk örneği vermekteler. Mert Asutay, rolü üzerinde bu kere de iyi düşünmüş, imgelemini iyi çalıştırmış, hiç aşırılığa kaçmadan Mühendis Kemal karakterini sempatik kılmayı başarıyor.

Manav Himmet’de Sercan Yener, Mahsun Bahaettin’de Murat Batıkan Avcı, Zaptiye’de Ali Kil, Ali Suavi Bey’de Erol Ozan Ayhan Kemal Başar ne verdiyse onunla yetinmişler. Vasıf Hoca’da Orhan Kemal Aydın, Kamil Şahap Bey’de Murat Şenol, Kâtip Ali Rıza Bey’de Kadir Hasman görevlerini kusursuz yerine getirmekteler.

Gözde Ayar Bir Adım Önde

Paşa Kızları’nın Mihriban’ında Gözde Ayar, Eda Özdemir (Güllüzar) ve Zeynep Köse (Dilara) arasında bir parmak boyu öne çıkıyor. Hamamdaki Kadınlar’a, Mahkûmlar’a, İstanbullular’a, Halk’a, Kahve Ahalisi’ne can veren Hüseyin Durak, Okan Yahşi, Canberk Çetin, Emre Koç, Ayla Kaymak, Tuğba Yarbağ, Kadriye Çetinkaya, Evren Erler kadronun uyumlu çalışmasının ve başarısının asla dışında kalmıyor. Destan Satıcısı’nda Ercan Koçak, Dizgici Arif’te Hüseyin Durak ve Gazeteci’de Burç Ara’nın adlarını da görevlerini “bihakkın” yapanlar arasında saymam gerekiyor.

İsmail İncekara Gene Başı Çekmekte

Deneyimli oyuncu İsmail İncekara (Müsteşar Paşa), oyuncunun sahne üzerindeki hareketlerini belirleyici temel kuralları biliyor ve bu kuralları doğru biçimde uyguluyor. Konuşma ve tepkiyi aynı anda mükemmel dengelemesiyle bu kere de dikkat çekmekte. Evren Erler (Münir Rüştü Bey), oyunculuğunun ön plana çıkması için, etkileyici olmak için hiç bireysel davranmayarak özel alkışı hak ediyor. Bireysel olmadan da seyirciyle olan iletişimin sağlanabileceğinin güzel bir örneğini veriyor.

Ha bir de, oyunu izlemeye giderseniz (ki İstanbul’daysanız eminim gideceksiniz) Bakırköy Belediye Tiyatroları’nın oyunu işitme engellilere anında üst yazılı olarak izleterek bir ilke imza attığını özel olarak alkışlamanız gerekiyor.

Bakırköy Belediye Başkanı Ateş Ünal Erzen’e teşekkür etmek isterseniz, o bu konuda son derece “mütevazı”.

“Görevimizdi” diyor, teşekkür kabul etmiyor.

Evrensel

 

Paylaş.

Yazarın bütün yazıları için: Üstün Akmen

Yanıtla