Neyin Neferi, Neyin Seferi

Pinterest LinkedIn Tumblr +

Prof Dr. Serdar Değirmencioğlu/Meğer “19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramı’nın akıbeti belli olmuş. Yeni yönetmelik yayımlanmış. “Bayramın yönetmeliği olur mu” dememek gerek çünkü “resmi bayram” bir devlet ürünü. O zaman devleti yönetenler bayramı istedikleri gibi düzenleyebilirler.

Yeni yönetmeliğe göre, “devlet büyüklerinin” katıldığı Ankara’daki törenler sona erecekmiş. Stadyum kutlamaları yapılmayacakmış. Bunun yerine Gençlik ve Spor Bakanı, günün anlam ve önemini belirten bir mesajı medya aracılığıyla duyuracakmış.

Bakan, “herhangi bir ildeki” kutlamalara katılacakmış. Ayrıca geçit töreni, Samsun’dan getirilen bayrak ve toprağın teslimi gibi uygulamalar da artık olmayacakmış.

Ya gençler?

Devlet ürünü, “Gençlik ve Spor Bayramı’nın” yine devlet tarafından belirlenen “akıbeti” önemli ve elbette tartışılmalı. Ama bu tartışma asıl meseleyi unutmadan yapılmalı. Yani gençleri! Gençliğin “akıbeti” daha az mı önemli? 19 Mayıs günü bile gençlerin seslerinin duyulmaması daha mı az önemli?

Geçen yıla dek kullanılan “19 Mayıs Atatürk’ü Anma Gençlik ve Spor Bayramı” adının, “Atatürk’ü Anma” bölümü 12 Eylülcülerin icadı olmasına karşın, gençlerin 19 Mayıs hakkında zerre kadar söz hakkı olmamasına karşın, “19 Mayıs kutlamalarına” sahip çıkanların sayısı bol.

“19 Mayıs Atatürk’ü Anma Gençlik ve Spor Bayramı” heyecanına sahip çıkanların arasında, Eskişehir Tepebaşı Belediyesi ve NeoPlus Outlet ve Yaşam Merkezi de var. Nasıl mı? Alışveriş merkezinin dağıttığı basın bülteninde, “Atamızı anmak ve gençliğin tadını en güzel şekilde çıkarmak için düzenlenen Pinhani konseri” ibaresi var. Ama devlet tarafından başlatılan ve içi bol bol militarizm doldurulan “bayram” için konser yetmez. Biraz ritüel gerek. Bu nedenle konsere “2000 öğrenci ellerinde meşaleler ile yürüyerek katılacak.”

Bayram havası

Alışveriş merkezlerinin bile sahip çıktığı “Gençlik Bayramı” öncesinde gençlere gerçekten sahip çıkanlar mumla aranıyor. Gençlerin birçoğunun bayram yapmak için hiç mi hiç nedeni yok. Olsa bile, hemen her gün gençlerin çatışmalarda öldüğü bir ülkede bayram yapmak ne anlam taşıyabilir ki?

Türkiye, çocukluğunu yaşayamamış gençlerle dolu. Müge Tuzcuoğlu gibi kulak veren olsa, sesleri duyulabilir: “Kendimi bildim bileli büyüktük. 10 yaşında da olsak, 12 yaşında da da olsak, büyüktük. Çünkü hep çalışmak zorunda kaldık. Hep bir yük vardı üstümüzde. Bir çocuğun üstünde beş kilo yük varsa, bizde tonlarca yük vardı. Hep büyüktük, hep büyüktük.” (1)

“[Bir grup çocuk gelse onlara] kendimi sanki 30 yaşındaymışım gibi hissettiğimi anlatırdım. Bu kadar yaşlandığımı…” (2)

Rahat var mı?

Türkiye ezilen gençlerle dolu. Kaldığı devlet yurdunda rahat edemeyen, namaz kılmadığı için sabah namazına kaldırılan, Alevi olduğu için sık sık “dine davet edilen” bir gence yurtta düzenlenen dini sohbetlere katılıp katılmadığını sormuştum.

Şöyle yanıt vermişti: “Ben bir kere katıldım. O da konu Muharrem ayı olduğu için. Merak ettim ama sadece diğer peygamberlerin mucizelerini anlattılar. Sohbet bitmeden özellikle sordum. ‘Hz. Ali’den bahsetmeyecek misiniz’ diye. Alevilere göre sohbet yapmıyoruz dediler. Her perşembe sohbet olduğunu biliyorum. Bir de yurtta Kurban Bayramı’nda cüzdan falan satıyorlar, ‘kurban alıcaz’ diye. Birkaç kere sohbete katılanların yatağına çikolata falan hediyeler konduğunu gördüm; içine de dua yazmışlardı. Dolapların önünde namaz kılıyorlar ve ben dolabımı açabilmek için dört kişinin namazını bitirmesini bekliyorum.”

Dahası da var ama başka bir odaya geçelim. O odada da ciddi bir sorun var: Annesi ile Kürtçe konuşan öğrenci odadakilerin hışmına uğramış. Annesinin Türkçe bilmediğini anlatmış ama “izin” alamamış. Yani, annesi ile konuşabilmek için odadan çıkmak zorunda.

Gençler ne kadar özgür?

Puşi taktığı için hüküm giyen Cihan Kırmızıgül, gençlere kulak verdiği için tutuklanan Müge Tuzcuoğlu ve daha nice genç müthiş baskı altında. Ama yalnız başkaldıran ve direnen öğrenciler değil, daha nice nice genç baskı altında. Çünkü kurulu düzen ve kurulmak istenen düzen bunu gerektiriyor.

Özlem Avcı yeni çıkan İki Dünya Arasında: İstanbul’da Dindar Üniversite Gençliği kitabında dindar gençliğin ne gibi baskılar altında olduğunu ve baskının nasıl içselleştirildiğini anlamaya yardımcı oluyor.

“Küçükken babam bana ve kardeşlerime zorla namaz kıldırır, camiye götürürdü. İlk başta babamızdan korktuğumuz için kılardık. Sonraları babamın bu baskısına karşı bir tepki olarak kılar gibi yapıyor ve sanki dua ediyor gibi dudaklarımızı kımıldatıyorduk. Aslında babamın istediklerini yapmayarak, onun baskıcı tavrına tepki gösteriyorduk. Ama yıllar geçtikçe öğrendim ki, babam iyi ki böyle bir baskıyla bize öğretmiş bunları. Bizim keyfimize bıraksa asla öğrenemez ve iki rekat namaz kılmaktan, iki satır dua etmekten aciz insanlar olurduk.” (3)

“Ben muhafazakâr, dindar ve çocuklarını 11-12 yaşından sonra namaza zorlayan bir ailede yetiştim. Başlangıçta bazı şeyleri aile zoruyla, baskısıyla yapıyorsunuz ama bilinçlenmeye başladıktan sonra (…) isteyerek, daha yoğun bir biçimde bu ibadetleri yerine getirmeye çalışıyorsunuz. (…) bu gelişme 13-16 yaş dönemine rastlıyor. Ve şimdi ‘ailem iyi ki bu konuda baskı yapmış’ diyorum.” (4)

Baskı elbette bunlarla sınırlı değil. Birçok öğrencinin barınacak yer bulamadığı için sığındığı, Türkiye’nin hemen her yerini saran ”Fethullahçıların evleri”nde çok sıkı bir disiplin var. “Abi” ve “abla” denetimi ve güdümü çok önemli. Karşıdaki evde kızlar kalıyorsa, “abi” gençlerin kapıdan çıkabilmesi için önce dışarıyı yoklamalı ve kızlar yoksa “çıkış izni” vermeli, örneğin.

Gençlerin yoldan çıkmaması için çok çalışılıyor ve gençler sınırları içselleştirsin isteniyor. Gençler de sınırlarını öğreniyor ve ufuklarına çekidüzen veriyor: “İçinde bulunduğu çevre insanı şekillendirir. Nasıl bir ortamda bulunuyorsanız, o ortam yavaş yavaş sizi kendine benzetmeye başlar. Dolayısıyla ben kendi cemaatim dışında hiç kimseyle arkadaşlık etmemeye çalışırım. Çünkü ne kadar direnirseniz direnin, bir süre sonra aynı ortamda olduğunuz insanlardan, yanlış olduğunu düşünseniz bile, etkilenmeye başlıyorsunuz.” (5)

Nefer ve sefer

Süren “Gençlik ve Spor Bayramı” tartışmaları ne gençlerin ne durumda olduğunu, ne de gençlerin gerçek meselelerini ciddiye alıyor. Gençler dayatmalarla karşıya karşıya ve düzen çok acımasız. Gençler bir yandan neoliberal düzen, ucuz işgücü cenneti yaratma projeleri ve yoksulluk; diğer yandan çatışma, militarizm, milliyetçilik ve dindarlık dayatmaları ile karşı karşıya.

Gençlerin ölmesi – üniformalı veya üniformasız – sanki hiç önem taşımıyor. Kürt gençlerin acımasız bir ölüm makinasının karşısında bilenecekleri ve hesap sormak isteyecekleri gerçeğini ciddiye alan çok az. Başbakan ve onun gibi düşünenler yalnızca güçten anlıyor ve gençlerin mutlaka baskı altında tutulmasını istiyorlar. Başbakan gençler hakkında konuşmaktan hiç kaçınmıyor. Dindar ve kindar bir gençlik istiyor.

Özetle, gençlerin militarist bir düzenin neferi olmaktan çıkıp, dindar ve kindar bir düzenin neferi olmalarını istiyor. Gençliğe biçilen görev belli. Bir nefer olacaklar. Gençlerin birer nefer olmaktan öteye geçemeyeceği bir düzen gençleri neye seferber eder, bu sefer Türkiye için ne anlama geliyor, hâlâ düşünmeyenler varsa, artık uykudan uyanmanın tam zamanı.

Bianet

Paylaş.

Yanıtla