Avustralya’nın Melbourne şehrinde hayat hikayesinin konu edildiği Moonshadow isimli müzikal oyununu sergilemek için gelen Yusuf İslam, tiyatro oyununu Türkiye’de de mutlaka sergilemek istediğini belirtti. Princess Theatre’da sergilenen müzikal oyunu müzikalin sahne illüstrasyonlarını ise Türk sanatçı Doğan Ür tarafından gerçekleştiriliyor.
İstanbul’u çok sevdiğini ifade eden ünlü sanatçı, “İstanbul çok harika bir şehir. Atmosferi, havası, ortamı çok zengindir. Kültürü ve enerjisiyle dünyanın en harika yerlerinden birisi. Çok dinamik bir şehir, sizi hemen içine çekiveriyor. Bu yüzden, ilk ziyaret ettiğimden bu yana İstanbul’a aşığım ben. Bu arada İstanbul’da bir evim olduğunu da belirteyim. Aynı zamanda orası benim evim yani. Bu nedenle söz konusu oyunu, tiyatro oyunumu, mutlaka Türkiye’de de sahnelemek istiyoruz.” dedi.
Yusuf İslam Melbourne’de Cihan Haber Ajansı’na mülakat verdi.
Sergilediğiniz oyunla izleyiciye hangi mesajı vermek istiyorsunuz?
Tiyatro, Yusuf İslam’ın hayat serüvenini konu alıyor. Oyunumuzda farklı seviyeler var, örneğin manevi bir yönü var, sosyal bir yönü var, aileyi ilgilendiren bir yönü de var. Kısacası, oyunun ana merkezinde benim zaman içinde farklı farklı yönlere meyleden hayat serüvenim yer alıyor. Ben pek çok insanın yaptığı gibi kendi sınırlarım içinde kalmak yerine o sınırlara seyahat etmiş bir insanım. Bu, insanın kendi arzuları yönünde oluşturduğu bir çeşit rahatlık dairesidir. Bu tür bir yaklaşım var hikâyemizde. Oyunu Avustralya’nın diğer şehirlerinde de sahnelemek istiyoruz. Bunun dışında Amerika’daki Broadway yapımcıları da gösteri ile yakından ilgileniyorlar. Oraya da gideceğiz. Ümit ediyorum ki bu gösteri dünya ülkelerinde sahnelenecek. Bu arada oyunu mutlaka Türkiye’de de sahnelemek istiyoruz. Bunu çok isterim.
İnsanlarla olan diyalogunuz nasıl? Size olan ilgi beraberinde sıkıntı getiriyor mu?
Hayır, öyle bir bunalma hissetmiyorum. Biliyorsunuz eskiden müzik gurubu, Beatles hayranları için Beatelmania tabirini kullanırlardı. Benim için de, tam olarak böyle değil ama özellikle Müslüman olduktan sonra bir çeşit Yusufmania denilebilecek bir ilgi oldu. Hatta bir ülkede şarkılarımdan birisi milli futbol takımının marşı bile oldu. Bunun gibi pek çok şey yaşadım. Benim babam Kıbrıslı. Bu yüzden barış için çalıştım hep. İnsanların birbirlerini daha iyi anlamaları için gayret ettim. Aslında bu düşünce Moonshadow isimli oyunumuzun da ana fikrini oluşturuyor. Orada birbirlerinden nefret eden, ancak bunun nedenini bilemeyen iki aile var.
Bu oyunu neden 5 ya da 10 yıl önce değil de şimdi sergiliyorsunuz. Zamanlamanın özel bir nedeni var mı?
Aslında bu oyun fikri üzerinde 10 yıldan bu yana çalışıyorum. Ancak bu seviyeye getirip olgunlaştırabilmek için 10 geçmesi gerekti. Bu hikâye için seyahat ettim, seminerlere katıldım, araştırmalar yaptım. Sonrasında 2010 senesinde Avustralya’da bir gezi turuna katıldım. O zaman Melbourne’da harika bir tiyatro kültürü olduğunu fark ettim. Çok açık düşünceliler. Avrupa’daki İngiltere, Londra ya da Amerika’daki Broadway’in aksine çok açık görüşlüler. Zira bizim oyunumuz oldukça farklı bir müzikal gösteri. Bu yüzden, bu tür bir hikâye için, ön kabulü olan, açık görüşlü insanlara ihtiyacımız vardı. Bizimki geleneksel bir müzikal değil.
Batı kültürü içinde yetişmiş fakat hem Batı’da ve hem de doğu kültürünü taşıyan sevenleriniz var. Bir sanatçı olarak bu duyguyu nasıl tarif edersiniz?
Doğrusu, bu pozisyonda olmak çok güzel bir şey. Bundan hoşlanıyorum ve bunun Allah’ın bir lütfü olduğunu düşünüyorum. Ama öteden beri böyle bir pozisyonum vardı galiba. Ebeveynlerim tartıştığında da aralarını bulmaya çalışırdım. Barış olsun isterdim. Bu pozisyon daima benim hayat hikâyemin bir parçası oldu.
Batı kültürü içinde eskiden olmadığı kadar çok Müslüman yaşıyor. Bu konuda tarafların yaklaşımı nasıl değerlendiriyorsunuz?
Ben bu noktada kendi adıma, müzikle üzerime düşeni yapmaya ve çok farklı düşünce yapılarına sahip insanların birbirlerini anlamalarını sağlamaya çalışıyorum. Müzik, farklı insanların kalplerinde birbirine benzer etkilenmeler oluşturuyor. Bunun nasıl olduğunu açıklayamıyorlar. Ama işlevini yerine getiriyor. Bu çok önemli bir işlevdir. Müzik, gerilimi azaltıyor. Bu aynı zamanda bir eğitimdir. Şarkıların sözlerine de böyle yaklaşıyorum. Onları yazarken, sadece bir şarkı daha yazmış olayım diye yazmıyorum. Sözlere mesajlar yüklüyorum. Genellikle şarkılarımın arkasında birer hikâye oluyor. İnsanlara hikâyeler anlatıyoruz. Bu insanlık tarihindeki iletişim sanatının bir parçasıdır. Bu hikâyelere baktığımız zaman, genellikle birilerinin bir başarma hayaliyle içine girmiş olduğu mücadeleyi ve fedakârlıkları görüyoruz. Bir amaç vardır ve genellikle birileri bu hayalin gerçekleşmesine engel olmaya çalışır. Mutlaka bir muhalif vardır yani. Bu kalıp genellikle bütün hikâyelere uyar.
İslamiyet ve Hıristiyanlık mensupları arasındaki ilişkilerde sizin gözleminiz nasıl?
Benim kanaatime göre, Hıristiyanlık İslamiyet’in temel köklerinden biridir. Önceki semavi dinler, kitapları ve peygamberleri olmasa İslam da olmazdı. Bu açıdan aslında hepsi bir tektir. Yani esas itibarı ile özleri itibarı ile aralarındaki bağ zaten çok güçlüdür. Problem insanların dinin orijinal mesajından ne kadar ayrı bir şekilde eğitilmiş olmalarından kaynaklanıyor. Dinin aslı dışında, gelenekler, alışkanlıklar ve kültürel adetlerle öğretilmesi sorunu var ki bu dinin kendisi ile de bağdaşmıyor aslında. Problem burada başlıyor. Yani insanlar kendi dinlerinin cahili olunca onun için nasıl mücadele etsinler. İnsanlar elzem olduğuna inandıkları şey için mücadele ederler. Elzem olan şey ise doğru ve gerçek olan şey olmalıdır. Gerçek olan şey ise, Yüce Yaratıcıya inanmak ve başkalarına karşı iyi olmaktır. Bu açıdan çok basit.
Yeterince iş birliği olmadığı için günümüz dünyasının sorunlarına çözüm üretme konusunda kaçırılmış fırsatlar olduğunu düşünüyor musunuz?
Müslüman olduktan sonra ilk fark ettiğim şeylerden birisi, Müslümanlar içinde ne kadar farklı kişisel çıkarlar olduğu idi. Pek çok müdürlükler, başkanlıklar ve iç çekişmeler. Ama İslamiyet içinde değil, Müslümanlar arasında. Hıristiyanlara baktığımızda ise iki farklı kilise. Biri diğerine karşı. Kimse diğerinin kilisesine gitmiyor ve birbirlerinden tamamen farklılar. Bu parçalanma ve bu ayrışma problemin de bir parçasını oluşturuyor. Bu öyle birden bire ortadan kalkacak bir problem değil. Ama daha iyi eğitim, başkalarına karşı daha fazla sevgi ve saygı çözümün de yoludur diye düşünüyorum.
Avustralya’yı konuşalım isterseniz..
Avustralya çok geniş ve imkânlarla dolu, büyük bir fırsatlar ülkesi. İnsanlar burada yeni bir hayat kurmak için geliyorlar. Eğer çalışmaya gayret etmeye hazırsanız, bunun ödülünü alabileceğiniz bir ülke burası. Ayrıca nasıl söylesem, politik bir dürüstlükleri var. Tabi her zaman olmayabilir, (gülüşmeler… ) Ama çoğu zaman öyle. Şeffaf bir yapı yani.
Yusuf İslam Melbourne’de Cihan Haber Ajansı’na mülakat verdi.
Sergilediğiniz oyunla izleyiciye hangi mesajı vermek istiyorsunuz?
Tiyatro, Yusuf İslam’ın hayat serüvenini konu alıyor. Oyunumuzda farklı seviyeler var, örneğin manevi bir yönü var, sosyal bir yönü var, aileyi ilgilendiren bir yönü de var. Kısacası, oyunun ana merkezinde benim zaman içinde farklı farklı yönlere meyleden hayat serüvenim yer alıyor. Ben pek çok insanın yaptığı gibi kendi sınırlarım içinde kalmak yerine o sınırlara seyahat etmiş bir insanım. Bu, insanın kendi arzuları yönünde oluşturduğu bir çeşit rahatlık dairesidir. Bu tür bir yaklaşım var hikâyemizde. Oyunu Avustralya’nın diğer şehirlerinde de sahnelemek istiyoruz. Bunun dışında Amerika’daki Broadway yapımcıları da gösteri ile yakından ilgileniyorlar. Oraya da gideceğiz. Ümit ediyorum ki bu gösteri dünya ülkelerinde sahnelenecek. Bu arada oyunu mutlaka Türkiye’de de sahnelemek istiyoruz. Bunu çok isterim.
İnsanlarla olan diyalogunuz nasıl? Size olan ilgi beraberinde sıkıntı getiriyor mu?
Hayır, öyle bir bunalma hissetmiyorum. Biliyorsunuz eskiden müzik gurubu, Beatles hayranları için Beatelmania tabirini kullanırlardı. Benim için de, tam olarak böyle değil ama özellikle Müslüman olduktan sonra bir çeşit Yusufmania denilebilecek bir ilgi oldu. Hatta bir ülkede şarkılarımdan birisi milli futbol takımının marşı bile oldu. Bunun gibi pek çok şey yaşadım. Benim babam Kıbrıslı. Bu yüzden barış için çalıştım hep. İnsanların birbirlerini daha iyi anlamaları için gayret ettim. Aslında bu düşünce Moonshadow isimli oyunumuzun da ana fikrini oluşturuyor. Orada birbirlerinden nefret eden, ancak bunun nedenini bilemeyen iki aile var.
Bu oyunu neden 5 ya da 10 yıl önce değil de şimdi sergiliyorsunuz. Zamanlamanın özel bir nedeni var mı?
Aslında bu oyun fikri üzerinde 10 yıldan bu yana çalışıyorum. Ancak bu seviyeye getirip olgunlaştırabilmek için 10 geçmesi gerekti. Bu hikâye için seyahat ettim, seminerlere katıldım, araştırmalar yaptım. Sonrasında 2010 senesinde Avustralya’da bir gezi turuna katıldım. O zaman Melbourne’da harika bir tiyatro kültürü olduğunu fark ettim. Çok açık düşünceliler. Avrupa’daki İngiltere, Londra ya da Amerika’daki Broadway’in aksine çok açık görüşlüler. Zira bizim oyunumuz oldukça farklı bir müzikal gösteri. Bu yüzden, bu tür bir hikâye için, ön kabulü olan, açık görüşlü insanlara ihtiyacımız vardı. Bizimki geleneksel bir müzikal değil.
Batı kültürü içinde yetişmiş fakat hem Batı’da ve hem de doğu kültürünü taşıyan sevenleriniz var. Bir sanatçı olarak bu duyguyu nasıl tarif edersiniz?
Doğrusu, bu pozisyonda olmak çok güzel bir şey. Bundan hoşlanıyorum ve bunun Allah’ın bir lütfü olduğunu düşünüyorum. Ama öteden beri böyle bir pozisyonum vardı galiba. Ebeveynlerim tartıştığında da aralarını bulmaya çalışırdım. Barış olsun isterdim. Bu pozisyon daima benim hayat hikâyemin bir parçası oldu.
Batı kültürü içinde eskiden olmadığı kadar çok Müslüman yaşıyor. Bu konuda tarafların yaklaşımı nasıl değerlendiriyorsunuz?
Ben bu noktada kendi adıma, müzikle üzerime düşeni yapmaya ve çok farklı düşünce yapılarına sahip insanların birbirlerini anlamalarını sağlamaya çalışıyorum. Müzik, farklı insanların kalplerinde birbirine benzer etkilenmeler oluşturuyor. Bunun nasıl olduğunu açıklayamıyorlar. Ama işlevini yerine getiriyor. Bu çok önemli bir işlevdir. Müzik, gerilimi azaltıyor. Bu aynı zamanda bir eğitimdir. Şarkıların sözlerine de böyle yaklaşıyorum. Onları yazarken, sadece bir şarkı daha yazmış olayım diye yazmıyorum. Sözlere mesajlar yüklüyorum. Genellikle şarkılarımın arkasında birer hikâye oluyor. İnsanlara hikâyeler anlatıyoruz. Bu insanlık tarihindeki iletişim sanatının bir parçasıdır. Bu hikâyelere baktığımız zaman, genellikle birilerinin bir başarma hayaliyle içine girmiş olduğu mücadeleyi ve fedakârlıkları görüyoruz. Bir amaç vardır ve genellikle birileri bu hayalin gerçekleşmesine engel olmaya çalışır. Mutlaka bir muhalif vardır yani. Bu kalıp genellikle bütün hikâyelere uyar.
İslamiyet ve Hıristiyanlık mensupları arasındaki ilişkilerde sizin gözleminiz nasıl?
Benim kanaatime göre, Hıristiyanlık İslamiyet’in temel köklerinden biridir. Önceki semavi dinler, kitapları ve peygamberleri olmasa İslam da olmazdı. Bu açıdan aslında hepsi bir tektir. Yani esas itibarı ile özleri itibarı ile aralarındaki bağ zaten çok güçlüdür. Problem insanların dinin orijinal mesajından ne kadar ayrı bir şekilde eğitilmiş olmalarından kaynaklanıyor. Dinin aslı dışında, gelenekler, alışkanlıklar ve kültürel adetlerle öğretilmesi sorunu var ki bu dinin kendisi ile de bağdaşmıyor aslında. Problem burada başlıyor. Yani insanlar kendi dinlerinin cahili olunca onun için nasıl mücadele etsinler. İnsanlar elzem olduğuna inandıkları şey için mücadele ederler. Elzem olan şey ise doğru ve gerçek olan şey olmalıdır. Gerçek olan şey ise, Yüce Yaratıcıya inanmak ve başkalarına karşı iyi olmaktır. Bu açıdan çok basit.
Yeterince iş birliği olmadığı için günümüz dünyasının sorunlarına çözüm üretme konusunda kaçırılmış fırsatlar olduğunu düşünüyor musunuz?
Müslüman olduktan sonra ilk fark ettiğim şeylerden birisi, Müslümanlar içinde ne kadar farklı kişisel çıkarlar olduğu idi. Pek çok müdürlükler, başkanlıklar ve iç çekişmeler. Ama İslamiyet içinde değil, Müslümanlar arasında. Hıristiyanlara baktığımızda ise iki farklı kilise. Biri diğerine karşı. Kimse diğerinin kilisesine gitmiyor ve birbirlerinden tamamen farklılar. Bu parçalanma ve bu ayrışma problemin de bir parçasını oluşturuyor. Bu öyle birden bire ortadan kalkacak bir problem değil. Ama daha iyi eğitim, başkalarına karşı daha fazla sevgi ve saygı çözümün de yoludur diye düşünüyorum.
Avustralya’yı konuşalım isterseniz..
Avustralya çok geniş ve imkânlarla dolu, büyük bir fırsatlar ülkesi. İnsanlar burada yeni bir hayat kurmak için geliyorlar. Eğer çalışmaya gayret etmeye hazırsanız, bunun ödülünü alabileceğiniz bir ülke burası. Ayrıca nasıl söylesem, politik bir dürüstlükleri var. Tabi her zaman olmayabilir, (gülüşmeler… ) Ama çoğu zaman öyle. Şeffaf bir yapı yani.