Dananın Kuyruğu Ankara’dan Kov Bostancı Danayı Yemesin Tiyatroyu!

Pinterest LinkedIn Tumblr +

[Afrika Gazetesi’nden Ali Doğanbay’ın son aylarda gündemde olan iktidar-sanat (özelde tiyatro) ilişkisi üzerine Lefkoşe Belediye Tiyatrosu tartışmalarından hareketle kaleme aldığı ve Gündem Kıbrıs gazetesinde de yayınlanan yazısını okuyucularımızla paylaşıyoruz.]

“Ey mutsuzlar!
Kardeşinizi boğazlıyorlar, siz göz yumuyorsunuz
Çığlıkları duyuluyor, ama siz susuyorsunuz.
Aramızda dolaşıp kurbanını seçiyor zorbanın teki
Sessiz kalırsak bize dokunmaz diyorsunuz.
Bok yiyorsunuz!
Ne tuhaf yer burası, sizler nasıl insanlarsınız!
Haksızlık varsa bir yerde eğer, ayaklanmalı insanlar.
Ayaklanma olmuyorsa, batsın o şehir yerin dibine,
Yansın bitsin, kül olsun karanlıklar basmadan!”
Bertolt Brecht “Sezuan’ın İyi İnsanı”

Kendi olumsuzunu olumluya çevirme pişkinliğini durmadan demokrasi naraları ve ilerleme mavralarıyla atlatan Ankara siyasetinin ‘gelecek sene de giyer iki numara büyük alalım’ yavrucağınızda da uygulanan siyaset kursağımızda olanı şimdi itiraf edelim biçimine gayet net olarak varmıştır. Tayyip Bey Hükümeti orada da tiyatro mevzusuna kursağındaki cümleyle başlamadı. Nasıl olmuştu, Ankara Devlet Tiyatrolarında ‘Genç Osman’ adlı oyunda Tayyip Erdoğan’ın kızı Sümeyye Erdoğan’a hakaret edildiği iddiası öne atılmıştı. Neydi o iddia; Sümeyye Hanım oyuncuların müstehcenlik içeren hareketler, haka dansını andırır figürler yaptığı gerekçesiyle tiyatroyu terk etmişti. Genel Müdürlük bir takım istenmeyen şeylerin olduğunu doğrulayarak soruşturma başlatmıştı. Tarih Nisan 2012. Yani kursak henüz bekliyordu. Sonra ne oldu. Hep bel altı, mantık dışı, akıl zorlayıcı haberler, yayınlar, propagandalar ile tiyatroların ‘türk aile yapısına’ uygun olmamasından tutun da ‘muhafazakâr sanat/tiyatro’ya’ kadar varan ve en nihayetinde herkese sorulmazsa ‘ileri demokrasi soru cümlesi etmeyen’ o soru soruldu: “Kaç para kazanıyon lan sen?” Garibim tiyatrocular da ‘sanatın ticarethane olmadığından böyle bir soru cümlesinin gerçek bir ileri demokrasilerde soru cümlesi yapılmadığından’ dem vurdular. Sonra birden ne oldu. Tiyatrolar özelleştirilecek, bu tiyatro bu halka uzaktır, müstehcendir, ayıptır, kakadır, biz kendi mütedeyyin kızlarımızı sanatsal hadiselere gönderemeyecek miyiz’ denildi, olumsuz mudur olumlu mudur derken, havada asılı kalmış bir sürü haklı sözcük, doğru sözcük, iyi sözcük, insan sözcük öyle kaldı.
Sümeyye Hanım vakayı yaşadığında tarih 10 Nisan. Şehir tiyatrolarında alelacele yapılan yönetmenlik değişikliği 12 Nisan. Tayyip Erdoğan’ın ‘Tiyatroları özelleştireceğiz’ açıklaması 29 Nisan. Kültür Bakanı Günay’ın Tiyatroları özelleştirme için çalışmalara başlaması tarihini duyurması 14 Mayıs. Bence, çatışmayı kuvvetlendirici öğeler iyi serpiştirilmiş, sebep sonuç ilişkisi başarılı kurulmuş, durum oldukça iyi ilerliyor, akıcı, dili gayet başarılı, nerdeyse ‘merak unsuru olan kursak’ oyunun sonuna kadar ‘seyirciden saklanılmış’ ama oraya gelebilmesi için zemin nefis hazırlanmış, bir solukta okunan, harika yazılmış bir oyun. Bence haksızlık ediyoruz, muhafazakâr sanat yok değildir, vardır, vardılar, var olacaklar. Siz okumaya devam ettikçe, okudukça, okumaktan başka bir şey yapmadıkça, ve yani okudukça siz onlar yazacaklar.
Peki, bu ‘ileriye sarılmış demokrasinin dili’ böyle oyunlar yazmayı nasıl başarıyor? Şöyle muktedirin hayatı gözünüzün önünden bir film şeridi gibi geçsin, ‘kursak oyunu nasıl yazılır’ ya da ‘başı sonu bir değil ama oyunun sonunda ben kazanırım’ üslubunu nasıl becerdiğini anlarsınız. Geçenlerde de TC Başbakan’ı bu kez üniversite harçları için “Önümüzdeki dönemde harç almayı düşünmüyorum’ dedi. Tabi, baya üniversiteler, harçlar, öğrenciler, veliler, akademisyenler, YÖK ve 12 Eylül ve Dekanlar ve Rektörler ve hepimiz ve sen ve ben kendisine bağlı olduğumuz için ‘düşünmüyorum’ diyor. Ama mesela İstanbul Bilgi Üniversitesi yöneticilerini bizatihi arayıp ‘Üniversitenin içinde böyle bir şey nasıl olur? Öğrenci oraya gelip de alkolü alıp kafayı mı bulacak yoksa ilmi alıp kendini mi bulacak’ diyerek alkollü içki satılmasını yasakladığını açıkladı. ‘Düşünmüyorum’ tümcesi ile bir kez daha beliren bu muktedir sarhoşluğu da ne zaman bitecek peki? Ya da ben mesela 14 Temmuz Amed Direnişinde sizi ve polislerinizi hiç ayık görmedim. Bu, ne kafasıdır? Kürt meselesinde hiç ayık değilsiniz vallahi? Kıbrıs mevzubahis olduğunda kullandığınız dil, size benzemeyen herkese gösterdiğiniz tutum, ‘düşünmüyorum’ kibriniz bana hiç ilmi alıp kendini bulmuş bir kafaya benzemiyor. Bence en güzel kafa, başkasının kafa sesini duyan ve onunla ortak bir akılda yürümeyi becerebilen ve kafasının içinde bir de hoşgörü kafası olduğunu unutmayan kafadır. Yoksa arpayla sulasan anasonla hortumlasan ya da arpaya anasona kurak bıraksan ne olur o kafayı, kafanın içinde bir de vicdan kafası olduğunu unutursan. Çünkü harçları “düşünmüyorum” demokrasisinde ‘Parasız Eğitim İstiyoruz’ diyen öğrencilerin akıbeti ne olacak diye sorulduğunda, zamanında Ahmet Şık ile Nedim Şener’e oradan Büşra Ersanlı’ya kadar varan dille “düşünüldü” ve dedi ki “Onlar parasız eğitim istedikleri için değil sanıyorum ki terör örgütleriyle bağlantılı oldukları için tutuklandılar.”
Ve göreceğiz, bu ‘düşünmüyorum’ harçları açıklamasının ardından TC Üniversitelerini ve gençlerini ‘bu oyunda’ ‘kursak bölümüne gelene kadar’ nelerin beklediğini.
Tabi annemin evinde pişer bize ne zaman düşer diye beklerken bizde de hadise tıpkı orada olduğu gibi çok alakasız hatta hükümet için olumsuz bir yerde başlarken birden kursak yerlerinde demek istedikleri gibi bir sona evrildi. Bulutoğulları, BES çalışanları, şu bu derken mevzu Lefkoşa Belediye tiyatrosuna geldi dayandı. Daha evvel aşağı yukarı nasıl yazıldıysa onlara da oradan sahnelendi oyun, yeniden.  Kemal Deniz Dana tıpkı Bulutoğulları gibi üzerine kızabileceğim, yazabileceğim ya da onun terk-i diyar eylemesi ile tiyatronun (esasen meselemiz tiyatro değildir, başka yazılarda başka zaman ‘o şeyler’ olmadığı gibi.) kurtulabileceği bir şey olmayacağı gibi. Çünkü Dananın kuyruğu Ankara’dandır.  Çünkü sendikalarımızdan tutun da bizim olan ve bizden eden her şeye kadar saldırıyorlar. Dananın kuyruğu ile kavga etmeye gerek yok. Çünkü Dana kuyruğunu her yerde aynı sallıyor, gövdesinden aldığı güçle. Hülasa arkadaşlar bunlar dünyanın her yerinde danadırlar. Kuyrukla değil gövdeyle kavga etmeliyiz. Kuyruk değil, gövdesiyle buraya ölü gibi yığılmış koca bedeni ve onun tüm kollarını kaldırıp atmadıktan sonra Dananın kuyruğu, İneğin kuyruğu, Öküzün altında buzağı bitmez ki…
Ama yine de Kemal Deniz Dana Beyler bilmediler ki talep ettiğiniz yani amirlerine saygılı olan “benim memurlarım” dili muktedirleşen bir dildir ve sizin neden o koltuğa seçildiğinizi aleni göstermektedir. Odaya girdiğinizde ayağa kalkılmasını istemeniz Hitlervari bir yalnızlıktan ötürü olsa gerek.  Hafif popoyu kıpırdatma metodunuza bayıldım, fakat “girdiniz amirin odasına sırtınızı dönüp çıkmayacaksınız geri geri gideceksiniz” desturunuz padişah seviciliğinizden midir, anlayamadım. Siz de padişah kompleksi mi var? Ve fakat şunu anlayamadım kusuruma bakmazsanız, Yaşar Beyler hakkında konuşurken “Ben tiyatroculuk yaparken Yaşar Ersoy soytarılık yapardı” demişsiniz. Etek öpmek tiyatroculuk yapmak değildir Dana Beyler. Hayır, zira durmadan ‘benim memurlarınıza’ hafif popoyu kıpırdat, amirin odasından geri geri çık’ dediğinize göre fazla soytarılık bilginiz yok. Soytarılık pekiyidir efendim. Soytarı dediğin baya padişahın götüne parmak atandır. Soytarı dediğin o bütün etek öpenlerin diyemediğini diyendir. Velhasılı daşşaklı iştir soytarılık. Yaşar abiyi bir daha alkışlarım, hep soytarı kal güzel abim, kimsenin eteğinden öpme, öpülmesini de isteme. Bunları nasıl ezmişlerse güzel abim, nasıl bir otur-kalk dünyasından-kafasından gelmişlerse, gücü eline aldıkları ilk anda ve giderek güçlendikleri zamanlarda nasıl da kendi ezikliklerinin bütün öcünü diğer insanlardan alıyorlar. Milyarlarca var bunlardan güzel abim, soytarı abim, tiyatro da var ama tiyatro niçin var abim, bunun için var. Shakespeare neden var güzel abicim? Peki, Dana Beyler hiç mi Shakespeare oyunları okumamış o oyunlarda soytarıların nasıl işlendiğini hiç mi merak eylememiş? Ya da Arthur Koestler’in şu sözünü de mi okumamışlar “Soytarı ile Bilge, kardeştirler, soytarı da bilge de zekâlarıyla yaşarlar. Nükte, yaratıcılık ve icat etme ustalığı demek olan zekâ ile daima birlikte gider.” Onlar abicim, soytarılık ile tiyatro yapmak arasındaki benzerliği ve ayrımı ve ayrımın benzerliğini ve benzerliğin ayrımını fark edemeyecek kadar “kursak dilidirler”. Ve öyle bir dildir ki (nerede öğreniyorlar bunu okulu falan var herhalde) ilk cümle bitip ikinci başladığında hemen karşısındakini ezmeye, aşağılamaya, horlamaya, yok saymaya, dışlamaya, öteki yapmaya ulaşan bir dil. Ama sorsan ‘kursak dili oyunları finalinde’ seyirciyi selamlamaya geldiklerinde her zaman ‘ileri demokrasinin dilidirler’. Öyledir işte ama ileri demokrasinin şakşakçıları. Biz değiliz, abi. Sen soytarısın. Ben de. Biz soytarıyız. Onlar tiyatroculuk yaparlardı. Kuyruk tiyatrocuları! (Ayrıca tiyatroculuk yapmak nedir? Bir evvel kaymakamcılık mı yapmaktaydılar? Şimdi de belediye başkancılığı mı yapmaktadırlar? Düşündüm de adam haklı beyler.)
Çünkü hayal ettikleri Kıbrıs’ın Kuzeyi hayal ettikleri Türkiye’den başka değil. Kendisine muhalif sendikaların ve kendisine muhalif tüm medya organlarının olmadığı, yani gazetecisinden televizyoncusuna kadar illa ki siyaset konuşmasına gerek yoktur “düşünmüyorum” dediği andan itibaren bir şekilde potanın dışında kaldığı bir sistem. Kendisine bağlı bir tiyatronun baş ağrıtmayan oyunlar sahnelediği, yani şöyle düşündüğümüzde demokrasilerde eleştirinin işlediği bütün makinelerin kapatılmadığı ama bir şekilde kendisine ‘düşünmüyorum’ üslubunca bağlandığı bir ülke hayalini kurduğu.
Ama bizim de hayalimiz var abim. Zaten belediyenin, devletin tiyatrosu mu olur? Bizi kimsenin memuru yapamazlar ki. Ne olur güzel abim, eni sonu ne olur, çıkar sokağa oynarız. Hepimiz sokakta başlamadık mı abim? Bu işin ruhunda serserilik vardır. Serserice karşı gelmek, bildiğini okumak, reddetmek, kafa tutmak, portakal çalmak, taşla baş yarmak, ağaçtan düşmek, küfür ederek top oynamak. Yok mudur abim? Kim soktu bizi içeriye? Sokağa çıkacağız. Yeniden. Onlar içeri gelin deseler de. Onların en çok korktuğu yerde, sokakta kuracağız tiyatroyu da, hayatı da, dünyayı da…

Gündem Kıbrıs

Paylaş.

Yorumlar kapatıldı.