Sanatçılar Ödül Almalı Mı?

Pinterest LinkedIn Tumblr +

Mimesis Çeviri / Bruntwood Ödülleri jüri üyesi Tanika Gupta ve Jarman Ödüllü John Smith sanat kültürünün içinde ödüllerin değerini ve rekabetin yerini değerlendiriyor.

Guardian. 28 Kasım 2013, Çeviri: Dilşad Sağlam

Turner Prize 2013 nominee Laure Prouvost's work, Wantee.

Bu yılın Turner Ödülleri adayları arasında Laure Prouvost da yer alıyor. Resimde Wantee isimli eseri yer almaktadır. Fotoğraf: Graeme Robertson

Ödül jüri üyesi: Tanika Gupta

Oyun yazarlarının çalışmaları sayesinde tanınmaları ve takdir edilmeleri çok sık karşılaştığımız bir durum değil.  Her şey bir yana, bizler de son derece anonim olma eğilimindeyiz; bilgisayar ekranlarının başında oturup sözcükler, sahneler, biçim ve diyaloglarla mücadele veriyoruz ve tüm bu malzemeleri bir araya getirerek canlı bir performans parçası yaratıyoruz. Sahne üzerinde fiziksel varlığıyla son derece rahat olan, sevgi dolu seyirci tarafından anında tanınan güzel oyuncu değiliz. Toplumun gözü önünde olmayabiliriz, ancak biz olmasaydık bugün olduğundan çok daha az tiyatro olurdu.

2013 Bruntwood Ödüllerinin Oyun Yazarlığı kategorisi için jüri üyeliği teklif edildiği zaman kendimi çok şanslı hissettim.  Geçmişte birtakım ödüller kazanmış biri olarak, bunun yeni yazarlar için ne gibi imkânlar sağlayabileceğini biliyorum. Bu fırsat kendilerine olan inançlarını geliştirmek, yazmaya devam etme isteklerini artırmak bağlamında oldukça önemli olmasının yanında 40,000 Sterlin değerinde de katkı sağlıyor.

Bir oyun yazarı olarak büyük oranlarda para kazanmak oldukça güç olduğundan böyle bir olanak gerçekten büyük fark yaratabilir. Ancak yine de, para bile bulunduğunuz çevrede tanınmak kadar önemli olmayabiliyor. Kazandığım son ödül bu yılın başlarında BBC Radyo 3 için adapte ettiğim Ibsen’in “Bir Bebek Evi” (“A Doll’s House”) oyununa verilmişti. Camdan bir ödül verilmiş, üç saygın jüri üyesi tarafından sırtım sıvazlanmış ve David Tennant yanağımdan öpmüştü. O gece adeta göklerde uçuyordum.

Bruntwood Ödülleri’nin önemi, yazarları onurlandırmasının yanında sürecin tümüyle şeffaf olmasından da kaynaklanıyor.  Her bir turda binlerce oyun sunuluyor, bu oyunlar ise en az bir saat uzunluğunda olan ve daha önce hiç yayımlanmamış ve sahnelenmemiş oyunlar. Daha sonra tüm oyunlar bu alandaki 50 kişi – yönetmenler, oyuncular, dramaturglar, eleştirmenler, İngiltere’nin önde gelen tiyatrolarına bağlı okuyucular – tarafından okunuyor. Her bir metnin üç ayrı aşamada okunmasının ardından on oyunluk bir liste oluşturuluyor.

Jüri üyesi olarak, bu özenli süreç sonunda elenen metinlerin okunduğu son aşamada yer aldım. Bu son aşamada önüme gelen metinlerin çok kaliteli olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim.

Kazanan oyun yazarı – bu yıl “Yen” adlı oyunuyla Anna Jordan birinci oldu – Manchester’da yer alan Royal Exchange’e bir yıllık üyelik kazanıyor. En iyi üç oyun yazarına ise oyunlarının sahnelenmesi için ciddi bir destek sunuluyor.

Her bir oyun son derece eşsiz olduğundan bir oyunu başka bir oyuna tercih etmek oldukça zor bir iş. Nitekim oyunların ne kadar özgün olduğu, kararımızı verirken incelediğimiz en önemli unsur.  Her oyun canlı diyaloglar ve hararetli savunma ve eleştirileri de beraberinde getiriyor. Kısacası, jüri toplantılarında oluşan gerginlik ve heyecan yeni oyunların yolunu açabilir.

Tanika Gupta oyun yazarı ve aynı zamanda 2013 Bruntwood Ödüllerinde jüri üyesidir – Twitter: @bruntwoodprize

Ödül Sahibi: John Smith

Konu rekabete dayalı ödüllere gelince çok dürüst olduğumu söyleyemem; bu tür ödülleri çok fazla tasvip etmiyorum ancak kazanmaktan kesinlikle çok keyif alıyorum. Rekabeti kınadığım elbette doğru değil, sadece yaratıcı çalışmaları değerlendirmenin her zaman için fazlasıyla öznel bir ölçüte sahip olduğunu düşünüyorum.  Bir sanatçının veya sanat eserinin  “en iyi” olduğunu objektif olarak savunmanın anlamsız olduğu açıkça ortada. Bana göre, yarışmalar sadece imla ve aritmetik alanlarında olmalı. Ancak yine de kazanmayı çok sevdiğimi inkâr edemem!

Jarman Ödülleri listesine aday gösterildiğimde, adaylığı kabul etmeden önce tereddütte kaldığımdan bahsedersem umarım Film London rahatsız olmayacaktır.  Kendilerine oldukça ikna edici bir mektup yazıp (daha sonra geri çektim) bu ödüller için aday gösterilmemi neden uygun bulmadığımı açıklamıştım.

Birlikte aday gösterildiğim santaçılar büyük ihtimalle sanat okullarında benim çalışmalarımla karşılaştılar. Onlarla aynı nesilden değilim. Çalışma yaşamlarımızda çok farklı aşamalarda bulunduğumuzu ve Derek Jarman’ın kendisiyle neredeyse aynı zamanda film sektörüne girdiğimi anlattım. İtibar ve paraya çok sıcak bakmama rağmen bu tür bir olanağın muhtemelen kiralarını ödemeye çabalayan genç ve az tanınmış sanatçılar için çok daha faydalı olacağını ifade ettim.

Bahsettiğim e-maili gönderdiğim anda teklifi bir kez daha gözden geçirdim ve meseleye neden bu adaylığı kabul etmem gerektiği yönünden baktım. Gençlik yıllarımda bu tür ödüller yoktu, madem öyle neden bu fırsatı şimdi değerlendirmemeliydim?  Kendi neslimden film ve video sanatçılarına kendi dünyamızın devam eden sanat dünyasından bir pencere açma yükümlülüğüm yok muydu?

Arkadaşlarım da adaylığı kabul etmem konusunda bana destek verdiler ve sonunda kabul ettim. Ancak adaylığı kabul etmiş olmakla beraber kazanmaktan son derece çekiniyordum.  Ben genelde bu konuya farklı bir açıdan bakıyorum. Yıllardır sanat okulu öğrencilerini değerlendiriyorum ve her ne kadar bu uygulamanın fazlasıyla öznel olduğunu bilsem de yine de zaman zaman kendimi bir öğrencinin neden 65 değil de 68 alması gerektiğini ısrarla savunurken buluyorum.

Bugüne kadar birçok film festivali jüri üyeliğinde de bulundum.  Birkaç yıl önce Almanya’da katıldığım jüride Grand Prix ödülü için bir film üzerinde oy birliği ile anlaşmaya vardık. Söz konusu film, bir grup Katolik rahip tarafından Lourdes şehrine götürülen bir grup bedensel engelli insannın hikâyesini konu alan bir Polonya belgeseli.

Son jüri toplantısında fark ettim ki, bana göre Katolik Kilisesi’ne çarpıcı ithamlar yönelten bu film, Katolik bir jüri üyesine göre ise Kilisenin son derece gönülden takdir edilişini resmediyordu. Yine de fikrimizi değiştirmeyip ödülü takdim ettik, ancak tercihlerimizin altında yatan sebeplerin zıt olduğu konusunda da anlaştık.

Anlattığım bu olay çok sık karşılaşılacak bir durum olmasa da yine de tüm jüri kararlarına ihtiyatla yaklaşılması gerektiğini düşünüyorum.  Jüriler çoğu zaman değerlendirdikleri eserler kadar çeşitli bir yapıya sahip oluyorlar. Tecrübelerime dayanarak söyleyebilirim ki bazen jüri hiçbir film üzerinde oybirliğiyle karar veremeyebilir ve bu durumda ödüller tüm üyelerin üzerinde ortaklaşabildiği tek ama çok sıradan filmlere de verilebilir.  Genelde, en heyecan verici ve radikal eser, doğası gereği ne kadar çok insanı kendine çekiyorsa o kadar insanı da kendinden uzaklaştırır.

Tüm bunlara rağmen sanat ödüllerini hiçbir zaman küçümsemem, sadece çok anlamlı olabilecekleri gibi bazen de hiçbir anlam ifade etmeyeceklerini vurgulamak istiyorum.  En nihayetinde, Jarman Ödülünü kazandığımda büyük bir sevinç duymuştum ve o anda çekincelerimin kazanmaktan çok kaybetme korkusundan kaynaklandığını fark etmiştim. Sanat ödülleri sanata ve sanatçılara daha saygıdeğer bir konum kazandırıyor, toplumun daha geniş kesimlerine ulaşma imkânı sağlıyor ve toplumu daha eleştirel bir konum almaya davet ediyor.

Ödüller, sanatın ne olduğuna ve nasıl olması gerektiğine dair uyuşmazlıklar oluşturup tartışmalar yaratıyor. Bunun yanında ödül çeşidi ve sayısı ne kadar artarsa bu durum o kadar avantajlı olur. Böylece televizyon izleyicilerini ve gazete okuyucularını sanat dünyasının her yıl sadece bir sanatçının “en iyi” olduğuna dair hemfikir olduğuna inandıran Turner Ödüllerinin tekel gücü kırılmış olacaktır. Tüm bunlarla beraber, Central Saint Martins’ten ikinci favori öğrencim olan Laure Prouvost’u da gönülden destekliyorum.

John Smith, Jarman ödüllü sinema ve video sanatçısıdır. 

Paylaş.

Yanıtla