Bir Türkiye Çorbası

Pinterest LinkedIn Tumblr +

Bahar Çuhadar

Ceren Ercan ‘Beni Sakın Yumruklardan’da şimdilerin Türkiye’sine bakıyor, birbirimizi anlamak için çaba sarf etmeme halimizi hatırlatıyor. Yiğit Sertdemir ile Ecem Uzun’un performanslarıysa çok dinamik…

Türkiye’de en şaşırmamız gereken hadiselere bile uzun süredir “A, öyle mi olmuş, olabilir…” reflekssizliğiyle bakıyoruz. Ceren Ercan’ın yeni oyunu, Yelda Baskın yönetimindeki ‘Beni Sakın Yumruklardan’, aşırı tepkilerimiz ve tepkisizliklerimiz üzerine… Ercan, yerli tiyatro sahnemizde, özgün politik dilini çok sağlam bir yerden kuruyor. 2010’lara denk gelen ‘Seni Seviyorum Türkiye’ ile ‘Berlin Zamanı’nda etkileyici birer Türkiye okuması yapmıştı. ‘Beni Sakın Yumruklardan’da şimdilerin Türkiye’sine bakıyor.

Bir açık mikrofon gecesinde şanslarını deneyen iki amatör mizahçıyı, orta yaşlı Egemen ile genç kadın Hilal’i izliyoruz önce. Egemen’in ailesinin öyküsünden alıp kurguladığı ‘halk’ tanımları ve eski eşinin cinsiyet kimliğine dair şakalarından sonra Hilal’in yine ailesi üzerinden anlattığı, güncel milliyetçi kodlarımıza dair şakalarını dinliyoruz. İki yalnız insan kendilerini sıradan görünen bir çorbacıda buluyorlar. ‘Yerli ve milli’ bir mekân: ‘Osmanlı Çorbacısı’… Duvarlarından bereket duasından Atatürk portresine, Demet Akalın’lı fotoğraftan Osmanlı parasına uzanan ‘beş benzemez’in taştığı bir lokanta… Küçük bir ‘Türkiye çorbası’nda hapsoluyoruz adeta. ‘Usta’nın ölmesiyle içerideki tuhaflık iyice absürt bir hal alıyor. Taziye gibi başlayan toplaşma, toplumun birbirinden hesap sormaya hazır parçalarının yığılmasıyla ürkütücü bir atmosfere dönüşüyor. Üstüne Egemen ile Hilal’in şakalarından dolayı sosyal medya lincine uğraması ekleniyor. 

‘Beni Sakın Yumruklardan’, bugün ve burada olan büyük bir şeyin anımsatması: Birbirimizi dinlememe, anlamak için çaba sarf etmeme halimizi hatırlatıyor. “Birbirimizden değil aslında temsil ettiğimiz şeylerden korkuyoruz” diyor. Yelda Baskın iki mikrofonla açtığı sahneyi, olayların akışı gibi karmaşıklaşan bir tasarımla dönüştürüp hareketli kılıyor.

MİZAH VE ÖFKE…

Metnin müthiş bir mizahı var, kolayca sezilen bir öfkesi de… Yiğit Sertdemir ile Ecem Uzun performanslarıyla çok dinamik, oyunu sürekli yukarıda tutuyorlar. Yine de akışta ara ara meseleler ve sahne geçişleri arasında kopukluklar, hatta durma anları hissediliyor. (Bunun zamanla yok olacağını tahmin ediyorum.) Lince sebep olan -özellikle Egemen’de- öykülerin, gerçek dünyadaki sosyal medya linçlerine kıyasla zayıf kaldığını ve bazı ifadelerin -‘coming out, cinsel beyan’ gibi- genel seyirciye yabancı gelebileceğine dair şüphelerimi de not etmeliyim.

Kentsel dönüşüm şehvetinden toplumun kutsallarına pek çok meseleyi içine alıyor oyun. İki mizahçının mahsur kaldığı o lokantada, o gece aslında bir ‘Türkiye çorbası’ pişiyor. Tadı maalesef hepimize tanıdık…

Hürriyet

Paylaş.

Yazarın bütün yazıları için: Bahar Çuhadar

Yanıtla