Tiyatro Peron’un İlk Oyunu: Sırça Hayvan Koleksiyonu ve Evet, Üç Perde; Ne Olmuş?

Pinterest LinkedIn Tumblr +

Özlem Belkıs

Gerçeklerin anlatılması kolay değil. Yazılması, çizilmesi, oynanması, kısacası gerçeğin ortaya dökülmesi zor mesele. Kendi gerçeğinizi, ortaya döküp itiraf ettiğinizi düşünsenize! Neyin gerçek olduğu, gerçeğin tam olarak ne olduğu, temsilin gerçekliği ve gerçeğin kendisiyle bağlantısını tartışıp dururuz. On dokuzuncu yüzyıla kadar gerçekliği felsefi bir düzeyde ele alan tiyatro, ancak bu dönemle birlikte günlük yaşam gerçeğine yaklaşmaya başlamıştır. Tiyatro, yirminci yüzyıl boyunca da gerçekliğin en yakın görüntüsünü yakalamaya çalışmış, hatta doksanlarda bire bir gerçekliği in-yer-face başlığıyla seyircinin dokunacağı mesafeye getirmiştir.

Bugün gerçeğin görünümü konusunda öyle acayip bir noktaya geldik ki gerçeğin kendisi bile bizleri yeterince ikna edemiyor. Koskoca sanat tarihinin, tiyatro tarihinin yüzyıllar içinde aldığı yol kadar mesafeyi, son yirmi beş yılda ışık hızında aldık. Yüksek tempolu yapımlarda gerçeğin öyle hallerini gördük ki bugünün seyircisi olarak artık bizi ikna etmeniz zor. Her şeyi en kısa, en hızlı, en gerçek (o da artık her neyse) şekilde istiyoruz. En yüksek görüntü kalitesinde izleyince gerçeğin kucağındaymışız gibi geliyor. Şimdi böyle bir noktada olsak da gerçek hakkında biraz düşünmek iyi olabilir.

İzmir’de pandemi öncesindeki hareketli tiyatro yaşantısı pandemiden sonra yeniden canlandı gibi. Elbette türlü türlü güçlüklere, yokluklara rağmen. Bu berbat dönemin sonuna yaklaştığımıza inanmak istiyorum, ama “gerçekçi” olmak gerekirse daha çok yolumuz var. Yine de pandeminin, ekonomik krizin göbeğinde bir tiyatronun kurulmuş olması, insanın içini aydınlatıyor. Tiyatro Peron’un genel sanat yönetmeni Ant Aksan da “gerçekçi olmak gerektiğine” işaret ediyor ve “bir tiyatro açmanın ancak iyi bir plan ve gerçek bir dayanışmayla mümkün” olacağını söylüyor. Öyle görünüyor ki Tiyatro Peron bu iki gerekliliğe de sahip. İzmirimize kazandırdıkları bu yeni topluluk için, cesaretleri için teşekkürler…

Tiyatro Peron’un ilk oyunu, Tenessee Williams’ın 1944’te yazdığı Sırça Hayvan Koleksiyonu. Bu oyun, 1930 ekonomik krizinin ardından gelen zor günleri, ne yapacağını ve neye ait olacağını bilemeyen kayıp insanları ele alıyor. Günün gerçeğin hareketle yazılmış bir oyun. Williams, atom bombasından bir yıl önce yazdığı bu oyunda bireyin kayboluşunu, aile bireylerinin kendilerini ve birbirlerini aldatmalarını dünyanın en üzücü sorunu olarak görmüş olsa gerek. Oyun ayrıca, yazarın yaşam öyküsünden, ailesinden de çeşitli izler taşıyor ve yazarın doğrudan kendi gerçeğini de taşıdığı için bu yönüyle de etkileyici.

Özdemir Nutku Cam Biblolar olarak çevirdiği bu oyunda yazarın “oldukça içli bir üslup” gösterdiğini yazar[1]. Akılcı bir yerden baktığımızda ‘içli’ olarak nitelenen bu üslup, yaşanan ağır gerçeklikten yorulmuş, bütün bu gerçekliğin altında ezilmekten hali kalmamış bir anlatım mı? Oyuna bugünden, 2022’nin pandemisinden, ekonomik krizinden, küresel sorunlardan bakınca insanın aynı ‘kendini kandırma, zaaflarına sarılma’ noktasında dolaştığı görülüyor. 1940ların çaresiz, amaçsız, umutsuz, kendi dünyasındaki insanı neyse, istemediği bir işte çalışıp istemediği hayatı yaşayan ve hiçbir şeyle tam olarak ilgilenmeyen genç insanı neyse, kendisini kusurlarına gömen ve çıkış bulsa da kendi küçük dünyasında kalmayı seçen genç insanı neyse, geçmişin hayal kırıklıklarını çocuklarının geleceğine bağlayan ve hiçbir şey olmamış gibi yüzleşmeden yaşamaya devam etmeye çalışan ebeveyni neyse, bugün de o. 1940lardan bugüne geçen zaman, kimseye bir şey öğretmemiş sanki. Savaşlar buluşlar aşılmış ama bir arpa boyu gidilmemiş gibi. İşte bu özellik de Sırça Hayvan Koleksiyonu’nu hep izlenebilir bir metin haline getiriyor.

Bu oyun kuşkusuz oyuncular için de çok cazip bir metin. Dramatik ve gerçekçi rollerin ince ayrıntılarını, bunları çeşitlendirmekteki ustalığı sergilemek için oyuncuya geniş alan tanıyor. Güzin Sönmez, Anıl Alkan, Melike Çağlar ve Doğan Üstün Yavuz kendi aralarında bir uyum yakalamanın yanında her biri ayrı tona sahip dört farklı insanı dengeli ve enerjisi hiç düşmeyen, tutarlı bir tonda canlandırıyorlar. Bu genç oyuncuları kutlamak lazım. Sırça Hayvan Koleksiyonu, oyuncuya tanıdığı bu alan dolayısıyla da sahnelendiği dönemlerde beğeni ve ödül toplayan prodüksiyonlar ortaya koyuyor. İstanbul Şehir Tiyatroları’nda sahnelendiğinde de “2015-yılın en başarılı genç kuşak sanatçısı” ödülünü Edip Tepeli’ye getirmişti.

Dönemin gerçekliğini ayrıntılı bir şekilde canlandırmak için bu oyunda çoğunlukla aşırı gerçekçi bir dekor ve kostüm anlayışı kullanılır. Tiyatro Peron prodüksiyonunda ise üç yalın dijital pano önünde dönemsel gerçekliklerden soyutlanmış, belki sadece kostümle yakalanmış çizgilerle yorumlanmış bu oyun. Kostüm ve dekorda Heves Berksü ile Sahir Erdinç bu anlamda başarılı bir iş çıkarmışlar. Böylece zamandan, dönemden bağımsız, her dönemin yolunu kaybeden, birbirine tutunmayı beceremeyen insanları yaratılmış. Oyunun yönetmeni Ant Aksan’ı Bornova Belediye Tiyatrosundaki başarılı reji çalışmalarıyla tanıyoruz. Bu oyunda da mekânın sınırlılıklarını hesaba katarak oldukça sade bir oyun ortaya çıkarmış Aksan. Metni hiç kaybetmeden izleyebiliyorsunuz, oyunun izlenmeyi, dinleyip düşünmeyi mümkün kılan ve iyi işleyen bir temposu var. Oyunun üç perde olarak sahnelenmesi ise cesur, bir süre şeye kafa tutan bir yaklaşım bana göre.

Oyun hakkında birileriyle konuşursanız ilk söylenen, üç perde olmasından dem vurmak oluyor. Hem oyunu izlerken, hem sonrasında epey düşündüm bu konuyu. Evet, oyun üç perde; ne olmuş yani? Roman okumayı unutan, sohbet etmeyi neredeyse beceremeyen, karşısındakinin lafını bitirmesini bekleyemeyen, her şeyi en öz, konsantre haliyle almaya alışmış bugünün insanı için çok acayip bir deneyim gerçekten. Bana 1986’da fast-food’un her türlüsüne kafa tutmak için başlayan slow-food hareketini hatırlattı. Bu oyun koşa koşa gidip yerime oturacağım, hızlı bir tempoda ardı ardına eklenmiş anlamları hızlıca özümseyip sonuç çıkarmaya odaklanacağım, sonra da yine koşa koşa eve dönüp yarınki işleri düşünmeye devam edeceğim bir oyun değil. Bu oyun, insanlar hakkında düşünmek için, bir ayrıntının bir insanın hayatını nasıl da değiştirdiğini yeniden düşünmek için, düşüne düşüne izlenecek bir oyun. Reji, oyunculuk, sahne tasarımı ve tüm öğeler de bu yolda oyunun tüm taleplerini karşılamış.

Turgut Özakman, bir söyleşisinde ‘tiyatro, insan olmayı, empati kurmayı öğretir’, demişti. Çünkü birisi, evinin konforundan, televizyonun karşısındaki rahat koltuğundan, elinin altındaki atıştırmalıklarından uzaklaşır, kalkar giyinir, evden çıkar, ne olsa biraz uzakta olan tiyatroya gider. Belki otobüsle, metroyla. Yolda insanlar görür, nihayet o salonda iki saate yakın bir süre boyunca bir şey izler. İki saat boyunca sahnedekinin derdini, onunla birlikte düşünür. Böylece iki saat için kendi bencilliğinden sıyrılır. Beğenir, beğenmez ama merkezinde kendisinin olduğu o evrenden çıkmış, başkalarının da olduğu bir düzlemde yaşamıştır. İşte Sırça Hayvan Koleksiyonu biraz böyle bir oyun olmuş. Turgut Özakman’ın dediği gibi insan, elbette bir kere tiyatroya, sinemaya gitti diye daha uygar olmaz, daha iyi bir insan olmaz. Fakat bunu yapa yapa insan olduğunu hatırlar. İnsan empatiyi durduk yere geliştiremez. Entelektüellik durup dururken ortaya çıkmaz. Bunlar için insanın çaba harcaması, sabırlı olması gerekir. Sosyal medyanın uçuculuğundan kurtulmak, ruha ve akla yaydığı tatlı uyuşukluktan sıyrılmak için çaba gerekir. Bizler bu çabayı gösterirken Tiyatro Peron epey yardımcı olacak gibi. Onların sözüyle yazıyı bitirelim: “Tiyatro Peron’u takip edin. İzmir’in sanat hayatına güzellikler getireceğiz”.

Tiyatro Peron / Sırça Hayvan Koleksiyonu

[1] Özdemir Nutku, Dünya Tiyatrosu Tarihi, Remzi Yayınevi, İstanbul, 1985, s. 222.

Paylaş.

Yazarın bütün yazıları için: Özlem Belkıs

Yanıtla