Geçen Mevsimin En İyi Oyunları I

Pinterest LinkedIn Tumblr +

Erdoğan Mitrani

Her tiyatro mevsimi sonunda bir arşiv çalışması olarak sezon boyunca izlediğim en iyilere kısa kısa değindiğim yazılarıma, her zamanki gibi İKSV Tiyatro Festivali´nin birbirinden ilginç yabancı konuklarıyla başlıyorum.

GEÇEN MEVSİMİN EN İYİ OYUNLARI I

Geçen sezona kadar hep bir Direktör tarafından yönetilen İstanbul Tiyatro Festivali artık her yıl farklı bir Küratöre emanet ediliyor. Direktörden küratöre geçileceğini ilk öğrendiğimde, sanat festivali yönetme görevinin o sanat dalını iyi bilen, hatta eğitimini almış profesyonel bir organizatör ve yöneticiye verilmesi gerektiği, bu görevin mesleği tiyatro olanların işi olmadığı kanısında olduğumu belirtmiştim. 26. İstanbul Tiyatro Festivali’nin küratörlüğünü yapan ve bu zorlu görevi önümüzdeki sezon da üstlenecek olan Işıl Kasapoğlu çok sayıda efsanevi yapımlar sahnelemiş, tiyatroyu çok seven ve çok iyi bilen gerçek bir tiyatro dehasıdır ama, tiyatro festivali yönetmek bambaşka bir iştir.

Sayın Kasapoğlu canla başla çalışarak bu işin altından kalkmaya çalışmıştır ama, sonuç  ancak bir yarım başarı olmuştur. Onca yıllık tarihinde festival ilk kez bir fiyaskoyla açılmış, kimi parlak işlerin de yer aldığı seçkide Pasolini’nin P’siyle bile ilgisi olmayan, dans olarak da epey orta halli “Gizli Yangınlar” gibi gösteriler bile yer alabilmiştir.

Yaşamını tiyatroya adamış, bu meyanda İstanbul’a Çevre Tiyatrosu ve Semaver Kumpanya mucizesini armağan etmiş Işıl Kasapoğlu’na ilk yılın aksaklıklarını aşarak kentimize ve özellikle kendisine lâyık bir ikinci festival dileyerek geçen festivalin en iyi yabancı oyunlarını anımsayalım.

“Yaşam”

 İspanyol kukla ustası Javier Aranda’nın yaratıcılığının zirvesine ulaştığı, çok sayıda ödül sahibi “Yaşam”, kanımca festivalin en heyecan verici, en etkileyici iki gösterisinden biriydi.

Aranda el kuklasının sınırlarını zorlayarak, sadece iki el, bir dikiş sepeti ve az sayıda aksesuarla, kukla gösterisine yepyeni boyutlar katan benzersiz bir dünya kuruyordu. İzleyiciyi çıkardığı, insanı insan yapan tüm anların yalın bir dille kuklalar aracılığıyla aktarıldığı içten, duygu dolu ve eğlenceli yolculukta, hikâyenin karakterleri yaşam döngülerinin tamamını sahnede geçiriyordu. Son derece özenli kurgulanmış oyunculuğa ışık ve müziğin eşlik ettiği, sona erdiğinde çocuk, büyük tüm seyircilerin çığlık cığlığa alkışladığı benzersiz bir tiyatro olayıydı.      

“Titans / Titanlar”

 Avrupa tiyatrosunun geleceğine yön verecek isimler arasında sayılan“Absürt tiyatronun muazzam bir karizmaya sahip Yunan temsilcisi” yönetmen, koreograf ve performans sanatçısı Euripides Laskaridis, lineer çizgiye sahip olmayan oyunlarında, kim olduğumuz konusundaki kişisel vizyonunu kontrollü bir kaosla yansıtır, hiciv ve dönüşüm temalarını kullanarak insanlığın bilinmezlik karşısındaki varoluşunu keşfetmeyi, etraftaki sıradan nesneleri ve günlük hayatın türlü tortularını kırarak, çarpıtarak, kurcalayıp oynayarak ve yeniden var ederek beklenmediğe ulaşmayı amaçlar. Euripides’in uzamı bedenler aracılığıyla var olur. Eylem her zaman titizlikle yaratılmış, hem dokunaklı derecede gerçek, hem tartışmasız derecede hayali karakterlerin etrafında gelişir. Onların aracılığıyla aynı anda neşeli ve yürek parçalayıcı, grotesk ve derinden etkileyici, absürt ve ürkütücü olabilen dünyalar yaratılır.

Euripides Laskaridis’in Yönettiği, Koreografisini ve Dekor Tasarımını yaptığı“Titans / Titanlar”, aklın henüz oluşmadığı metafizik bir âlemde geçer. Eylem, tanımsız bir boşlukta, her şeyin başlangıcının çok öncesinden beri orada olan, şiş karınlı, geniş alınlı, cinsiyeti belirsiz bir kozmik varlığın etrafında gelişir. Bu evrende gülünç ile ciddi, önemli ile önemsiz, ışık ile karanlık sürekli yer değiştirir. Sahnedeki her türlü nesne, dekorun her elemanı giderek oyunun birer oyuncusuna dönüşür.

Euripides Laskaridis’in canlandırdığı varlık yoldaşa ihtiyaç duyar. Yoldaş belki de kapkara giyinmiş, siyah maskeli, gölge gibi dolaşan karakterdir: (Dimitris Matsoukas)…

Her ayrıntısı sürpriz, şaşkınlık ve şefkat dolu “Titanlar”, belki düşte, belki bilinçaltında, belki de paralel bir evrende geçer. Kanımca düşü anlamaya çalışmak nasıl düşün büyüsünü bozarsa, “Titanlar”ı anlama çabası da büyüsünü bozacağından buna yeltenmemek, sadece duyumsamak gerekir..

Hiçbir türe girmeyen, bu benzersiz, olağanüstü gösteri oldu. Kanımca festivalin diğer en iyi olayıydı.

“Jungle Book reimagined

Orman Kitabı, yeniden düşlenmiş”

 Genç yaşına karşın modern dansın en önemli yaratıcılarından sayılan, Bangladeş kökenli İngiliz dansçı-koreograf Akram Khan, geleneksel Hint dansı “kathak” ile çağdaş dansı bir araya getirmiş, disiplinler arası yaklaşımıyla farklı alanlardan sanatçılarla çalışarak çok sayıda ödül kazanmıştır. Nisan ayında prömiyer yapan yeni koreografisi “Jungle Book reimagined  / Orman Kitabı, yeniden düşlenmiş”de eseri dans tiyatrosu olarak sahneliyordu.

Sahne, canlı dansçılarla projeksiyonları ve animasyonları aynı anda iç içe geçiren güncel teknolojiyle günümüz mitoslarını yansıtan hem gerçek hem gerçeküstü bir dünyaya evrilir, Khan, bu büyülü ortamda insanın doğaya karşı oluşturduğu tehdide odaklanarak, yakın bir gelecekte iklim değişiklikleriyle harap olmuş dünyamıza, iklim mültecisi kız çocuğu Mowgli’nin gözünden bakıyordu.

“Orman Kitabı, yeniden düşlenmiş”, nefes kesici bir animasyonla yansıtılan, dünyanın büyük bir kısmının neredeyse yok olduğu su baskınıyla başlıyor. Bir kuş, sularda kaybolmak üzere olan Mowgli’yi uçurarak felaketten nasılsa kurtulmuş bir kurt sürüsünün içine bırakıyor, kurtlar kıza düşmanca davranacaklarına onu korumalarına alıyorlar.

Kurtların düşmanı olan deneylerden kaçmış maymunlar Mowgli’yi onlara insan olmayı öğretmesi için kaçırdıklarında kızı himayelerine almış olan Panter Bagheera ve ayı Baloo  onu kurtarmaya gidiyorlar…

Hayvanlarla birlikte yaşayarak bilinçlenen Mowgli, “hayvanlığın erdemlerini” öğretmek için, doğayı harap etmiş olan, beslenmek için değil keyif için öldürebilen insanların arasına dönerek, hepimizi yeniden daha iyi bir dünya düşlemeye çağırıyor.

Öykü, kaydedilmiş diyalogların dudak senkronizasyonunu ile 10 olağanüstü dansçının devinimleri birleştirilerek aktarılıyor., “yaratılış öyküsünün” bizim sesimizden değil, çağdaş dünyanın susturmaya çalıştığı doğanın sesinden dinletildiği nefes kesici bölüm, konuşmalarla bedenler arasında kurulan olağanüstü uyumun doruğudur.

“Juliet &Romeo”

 Kalıpları kıran, kışkırtıcı, düşündürücü eserleriyle günümüz İngiltere’sinin önde gelen yönetmenlerinden Ben Duke’un, Shakespeare’in ölümsüz aşk trajedisi “Romeo ve Juliet”i ters yüz ederek tasarladığı, yazdığı ve yönettiği “Juliet & Romeo”, her evlilik için tanıdık deneyimlerle dolu tümüyle orijinal bir esere dönüşmüş, çağdaş bakışı, derin teatralliği, çok katmanlı yaklaşımıyla övgüler toplayan özgün bir oyundu.

“Juliet & Romeo” ölümsüz ama ölümcül aşkın simgesi olmuş ünlü ikiliyi, o trajik ve müthiş romantik mezar sahnesindeki ölümlerinden kurtarılmış olarak karşımıza çıkarır. Juliet’le Romeo evlenmişler, Sophie adını verdikleri bir kızları olmuş, ve de daha beteri… birlikte yaşlanmışlardır. Efsane aşklarının iyice sıradanlaştığı, 40’lı yaşlarına girdikleri günümüzde, tadı da tuzu da kaçmış evliliklerinin sorunlarını çözmek için psikoterapiden, hipnoza, hatta çiftler masajına her şeyi denemişlerdir. Çabaları sonuçsuz kalınca farklı bir yöntem denemeye karar verirler: sorunlarını interaktif biçimde izleyicilerle paylaşacaklar, yaşamlarının belirleyici anlarını onların önünde tekrar canlandırarak, ilişkilerini yeniden yaşayacak ve tekrar değerlendireceklerdir…

Hepimiz için mümkün, ulaşılabilir ve anlaşılabilir bir hikâyeyi zekice, eğlenceli biçimde ve duyarlı bir oyunculukla aktaran “Juliet & Romeo”, evlilikte aşinalığın giderek ilk tutkunun yerini almasının inceden inceye gözlemlenmiş portresini çizerken, özellikle çiftin kendi idealleştirilmiş versiyonlarının baskısı altında bunalmalarını ustalıkla yansıtıyordu.

“Molière Maratonu

Festivalde, Comédie-Française’in Molière’in 400. doğum yılı şerefine sahnelediği 3 oyun “Molière Maratonu” başlığı altında filmden gösterilmişti.

“Le malade imaginaire / Hastalık Hastası”,  “Le Bourgeois Gentilhomme / Kibarlık Budalası”  ve Le Tartuffe ou l’hypocrite / Tartuffe ya da ikiyüzlü”, gelecek yazımızın konusu olacak.

Hepinize iyi seyirler dilerim.     

Şalom

Paylaş.

Yazarın bütün yazıları için: Erdoğan Mitrani

Yanıtla