Heccav

Pinterest LinkedIn Tumblr +

Hasip Akgül

Semih Çelenk’in yazdığı Heccav, Everest Yayınları tiyatro serisinde Heccav Yahut Şair Eşref’in Esrarengiz Macerası adıyla yayımlandı.

Şair Eşref (1847-1912), devletin kaymakamıdır. Bir devlet memuru. Osmanlı devletinin 1900’lerin başında düştüğü benzer bir sıkışmışlığın içinde Abdülhamit rejimini topa tutmaktan, hicvin en ağır salvolarını ona savurmaktan kaçınmayan bir aydın. Şair Eşref, 1902’de arkadaşları Tevfik Nevzad ve Hafız İsmail ile -bugünkü gerekçelere çok da uzak düşmeyecek bir biçimde- “fesat şebekesi kurmak” suçlamasıyla tutuklanacaktır. 13 ay sorgusuz sualsiz hapis yatacak,  II. Meşrutiyetin (1908) ilanına dek, kaçtığı Mısır’da yaşayacaktır. Meşrutiyetin ilanıyla geri dönecek, bu sefer de İttihatçıların vurguncu düzenine kafa tutmaktan gönüllü sürgün olacaktır.

Ben Heccav’ı, 2009’da Ankara Ekin Tiyatrosu’nun yapım ve rejisiyle izlemiştim. Heyecan vericiydi. Türkiye’de Cumhuriyet kazanımlarının rövanşını almak isteyenlerin yolun başında olduğu bir zamandı. Devlet kademelerindeki cumhuriyetçi bürokratlar ağırlıklarını henüz kaybetmemişti. 2009 ve 2010 süreci, Ergenekon operasyonlarının da başladığı dönemdi. Oyun; güne yanıt veren, tarihsel bakış açıları sunarak durumu algılamayı kolaylaştıran, salt gerçeği göstermeye çalışan tiyatronun, eğlenme-anlama-direnme misyonlarına sıkıca tutunuyordu. Semih Çelenk, bu oyunla Şair Eşref’i 2009’a taşımanın peşine düşmüştü. Zamanıydı. Onun Şair Eşref seçiminin günün politik gelişmeleriyle doğrudan bağı olduğunu söylemeliyiz. Çelenk, Türkiye’de o anda yaşananlara yine o anda yanıt veriyordu.

Şimdi, Semih’in yakınında bulunmuş biri olarak, onun oyunun kurgusuna yönelik estetik seçimleri için de bir iki gözlemimi söylemek isterim:

Şiir Semih’in sanatla ilişki kurduğu alanlar içinde her zaman en büyük alanı kaplamıştır. Semih’in şiirde yürüdüğü yolun önemli abilerinden biri Can Yücel’dir. Sonradan tanışıp şiir üzerine uzun süre konuşmayı da başardığı bu büyük şairin bütün külliyatı neredeyse Semih’in ezberindedir. Sosyal medyanın sulu mecralarında Can Yücel’e ait olmayan ama Can Yücel imzasıyla dolaşıma sokulan şiirlerin ifşası için harcadığı çaba, şiir severler ve Yücel ailesi nezninde takdir ve teşekkürle anılır. Can Yücel hicvinden geriye doğru baktığımızda ise Neyzen gibi Şair Eşref gibi şairlerle karşılaşmamak imkansızdır. Semih’in kendi hiciv sanatını, 90’lı yılların başlarında çıkardığımız “Yeni İnsan” dergisinde “Heccav’ın Yeri” başlıklı bir köşe ile icra etmişliği ve benim yayın yönetmeni olduğum bu dergi hakkında birkaç kez “takibat” açılmasına vesile olmuşluğu da vardır. Onurla hatırlıyoruz. Yani oyununu yazdığı heccav konusunda “her açıdan” yeterli gözlem ve deneyime sahip olduğunu, olup bitenin bir tesadüfe yaslanmadığını burada belirtmeliyim.

Tiyatroya dönecek olursak Semih, henüz öğrenciliğinde, Haldun Taner’i, Aziz Nesin’i, Turgut Özakman’ı çok iyi bilen ve onların oyun konvansiyonlarını, espri trüklerini ezberinde tutabilen bir oyun yazarı adayıydı. Dramatik yazarlık eğitimimiz sırasında bu yazarları defalarca okuduğunu, okuldaki reji uygulamalarında, bu yazarların oyunları seçilmişse, bu çalışmalara hemen koşulsuz katıldığını gün gibi hatırlıyorum. Semih Çelenk’in Heccav’ında, Turgut Özakman’ın 1982’de yeni anayasa hazırlıkları sırasında yazdığı “Resimli Osmanlı Tarihi”ndeki rüya yoluyla başka bir tarihsel döneme uyanan karakteri gibi, Şair Eşref de günümüze geliyor. Üstelik Semih’in oyunu sahnede -rüya ya da uyanık- çok daha cesur duruyor.

Semih’in kalabalık kadrolu ve eğlenceli bu oyunu, içerik açısından hiçbir güncelleme yapmadan, 2013 yılında Ankara Ekin Tiyatrosu’ndan sonra Antalya Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatrosu’nda, 2023’te de Ankara Sanat Tiyatrosu’nda sahnelendi. Semih’in aynı oyunu tek kişilik bir oyuna da dönüştürmesi (meddah) 2024’ü buldu. 16 yıl sonra tek kişilik biçiminin de içerikte bir değişiklik ihtiyacı doğmadan oluşturulabilmesi artık eserin gücü mü yoksa memleketin ayıbı mı.. bu da okuyucuya/izleyiciye dert olsun. Bu yanıyla oyun yıllara yayılmış uzun bir sürecin ve emeğin ürünü. Everest yayınlarından çıkan Heccav Yahut Şair Eşref’in Esrarengiz Macerası kitabında oyunun bu iki versiyonunun da yer alması kitabı deneysel diyebileceğimiz bir yeniliğe de taşıyor.

Şair Eşref, abimizdir. Heccav’ın yolu açık olsun.

2009 yılında ilk sahnelendiğinde bu cüretkâr oyun için farklı bir yazı yazmak istemiştim. Aşağıdaki yazı o tarihte yayımlanmıştı. Oyunun basılmış halini de tekrar o yazıyla selamlamak isterim.

Heccav Oyununa Eleştiriler

Muhafazakar Zaman Eleştirmeni

Tevekkeltü teala’l-lah, Türk düşünce hayatını ve medyasını sol yazarların inhisarından yavaş yavaş sille tokat kurtarıyoruz. Ne var ki tiyatro yazarlığı sanki hâlâ onların gibi orada duruyor.

Tiyatroyu, geleneğimizde bir ihtiyaç olduğuna kanaat getirmemekle beraber özellikle ramazan aylarında pek severiz. Bizim cenahın artık bu alanda inkişafı ya da hiç değilse devlet desteği ile tesisi en büyük arzumuzdur. Misal; Mevlana’yı yazarak roman alanında başarı kazanan yazarlarımız var. Evet bu şu an en çok satan roman, âlâ…Misal; Aşık Veysel’in takkeli heykeli bizce onun imanlı bir halk aşığı oluşunu tebaruz ediyordu ve muvaffak bir heykel idi, güzel… Hatta pek güzel!

Peki tiyatro sahası? Bu sahada niye yokuz!

Beyler, hissiyatı, manayı, ruhu yüksek tutacak, mistik ve ulvî düşünceye her zamankinden daha çok ihtiyaç var. Yoksa sol, sokağı, guruldayan mideyi, sefaleti burnumuza sokmaya hazır. Mananın, ülvî olanın, alî olanın sokakta sefil bir ayı oynatıcısı gibi burnuna halka takma peşindeler.

İşte, bir sözde öğretim üyesi solcu yazar, Şair Eşref’i, devlet-i alinin otoritesini sorgulayan biri olarak sahneye çıkarabiliyor. Üstelik bugüne taşıyarak bir takım Ergenekoncu yapıları mağdur gösterebiliyor. Ve orada da kalmayarak solcu yandaşlarına “kalıcı olan iman değil tenkiddir” vesilesiyle ve  Eşref gibi tarihi misallere temasla moral verebiliyor. Bıraksanız sokağı çingenin çaldığı, affedersiniz kürdün söylediği bir vaveyla alanına çevirecekler. Onlar maaşını, kadrosunu kaybetme korkusu olmadan bunu yaparken bizim her türlü imkanla desteklenen münevverlerimiz elbet daha cesur olmalı diye düşünüyoruz. Çünkü münevver-muharrir cephesinde kazanmadan diğer cephelerde hiçbir şey kazanılamayacağı ve bir cemaat – cemiyet değeri oluşturulamayacağı ortadadır.

Oyunun tenkidine gelecek olursak: Oyunda, yaşadığı devrin siyasi muammasına temas etmeden sözüm ona haksız gözaltı ve yargılamalar siyasi bir facia olarak ortaya getirilmekte ve derin bir vicdan meselesinden dem vurulmaktadır. Burası tenkide tenkidimizdir. Çünkü asıl siyasi facia, Ergenekon cephaneliklerinden cemiyete yayılmış korku ve kokuda ispat  bulmuştur. Mesele derin vicdan değil derin devlet meselesidir. Gidinin başaörtü düşmanları… Cenabı Hakk, başa örtü nasıl geçirildiğini tek tek gösterecektir.

İkinci tenkidimiz ise oyunun kahramanı Şair Eşref’in seciyesi, yaşamının teselsül edişi ile tezat oluşturan ve sözüm ona “öztürkçe” karşılıklarla hiç de bir efsun yaratmayan yavan lisanı hakkındadır. Şair Eşref’in orijinal hali kendi başına daha etkileyicidir. Şiirleri Türkçeleştirerek vermek tadını bozuyor. İlericilik adına dilde fakirleşmeye nasıl zorlanıyoruz. Bataklaşmış koyu sol cenah, umdelerini, lisanını, tezlerini insanımıza böyle bir yolla yutturuyor. Yutmayın.

Cenab-ı kadir-i mutlak, dört başı ma’mur bir temsil yazarını bizim cenaha da nasib edecektir. Önce Devlet Tiyatroları dramaturgi kurulları ile sonra yönetimi ile işe başlanabilir Allah nasip ederse diye düşünüyorum.

Liberal Taraf Eleştirmeni

Kemalist kültür politikalarını tartışmaya çoktan geç kalmıştık ki Şair eşref oyunu çerçevesinde bunları söylemek gereklilik oldu.

Yukarıdan, dayatmacı, neredeyse döverek bir aydınlanmayı sağlamaya çalışan, bizim “jakoben kültür” dediğimiz bu anlayış bir de “mağdur”u oynamaz mı? İşte Ergenekon’un bir realite olduğunu bavul dolusu belgeyle açığa çıkarıyoruz.

Semih Çelenk’in Kemalistlerin kalesi sayılan Dokuz Eylül Üniversitesinde profesör olduğunu hatta siyasi iktidara karşı polemik yaratmayı erdem sayan bu üniversitede dekan olarak görev yaptığını biliyoruz. Bu oyunun yazılışında bir komplo kokusu almıyor değiliz ancak biz daha çok yazarın oyunundaki siyasi çarpıtmaların altını çizmek istiyoruz.

Bir: Şair Eşref cumhuriyetçi değildir; kendisi Osmanlının bir kaymakamıdır. Oyunda Şair Eşref cumhuriyetçi gibi gösterilirken Abdülhamit de amansız bir diktatör olarak karşısına konuluyor.

İki: Oysa Kemalist reformların başlangıç noktası Abdülhamit’tir. Devlet bürokrasisi, törenleri, eğitim, laisizm, telgraf, ulaşım, ilk meclis vb. hep onun düzenleme ve reformlarıdır. Yani ll. Abdülhamit aslında  l. Atatürk’tür.

Üç: Bu söylediklerimiz karşı konulamaz gerçeklerse buradan şu sonuç çıkar: Şair Eşref de olsa olsa günümüze taşındığında Recep Tayyip Bey olabilir, bir muhalif değil. Nitekim Tayyip Bey’in şiir söylemişliği ve bu yüzden hapise düşmüşlüğü malumdur.

Dört: Ne yazık İdris Küçükömer’in söylediği gibi bu ülkenin gerici gibi gösterilenleri ilerici, ilerici gibi gösterilenleri de gericidir.

Dolayısıyla söylediklerimiz karışık gibi görünse de asıl karışıklık Semih Çelenk’in oyunundaki kişilerin karışıklık yaratma çabasından vücut buluyor.

Bu eleştirilerle yine ortalığı karıştırdığımız, ABD’den beslendiğimiz gibi saldırılara uğrayacağımızı biliyoruz. Ama biz “kral çıplak” demeyi kendimize misyon seçtik. Kemalizm’in mızrağı artık çuvala sığmıyor ve acıdır kılıçla gelenler aynı şekilde kılıçla gitmenin doğal olduğunu bir türlü kabullenemiyorlar!

Yine de bu oyunu ,kişilerini söylediğimiz gibi bir yer değiştirme şartıyla, herkesin izlemesini öneriyoruz. Liberal düşünce özgürlükçüdür ve kılıçla kalkanla ilişkisi düşünülemez. Liberallerin, şiddetle  tarihin bu döneminde artık ellerini yıkamış küçülen bir devlete vurgusu son derece önemlidir. Sivil toplum ve cemaat özgürlük alanlarının devlet otoritesiyle yer değiştirme gerekliliği bugün emek maliyetlerini düşürmek isteyen iş dünyamız için artık hayati bir gereksinimdir.

Magazinci Feminist Eleştirmen

Oyun kişileri içinde bir tane gerçek, kanlı canlı yaşayan kadının olmaması yazarımızın kafasında kadına ayrılan yeri de gösteriyor. Şair Eşref bir şair, bir duygu adamı, aşk adamı… fakat bu tarihsel kişilikten bir maço Eşref yaratılmış.

Oyunun sonlarında, cinsiyeti pek anlaşılmayan anlatıcı işlevli “bayan” oyuncuyu saymazsak oyunda kadın yok.

Laf aramızda aslında yazara sevgili dayanmadığını bütün tiyatro dünyası biliyor. “Çok sevgili, yok sevgili” düsturuyla bakarsak Çelenk’in bu bakış açısının yazdıklarına yansıdığını söylemek bilmem haksız bir eleştiri mi olur!

Okul Arkadaşı Eleştirmen

Tek kelimeyle ellerine sağlık. Gözlerinden öpüyorum. Efendim Semih Çelenk benim GSF’den okul arkadaşım, dahası sıra arkadaşımdır. Vakıa o yıllar yan yana oturur, bir yandan dersi izler bir yandan fiskos eder gülüşürdük.

Semih, her zaman yazmaya istekli ve çalışkan bir arkadaşımızdı. Kısa oyunlar yazar, büyük oyunlar tasarlar, şiiri hiç eksik etmez, kolunun altındaki bir iki ingilizce kitapla da sürekli çeviri yeteneğini zorlardı. Şair Eşref’in ilk versiyonunu kısa oyun olarak yazmıştı. Oyunu izleyince şunu gördüm ki, bu oyun da onunla birlikte büyümüş, olgunlaşmış ve sahneyi doldurmuş.

Şair Eşref oyunu, eşek gibi yaşadığımız günlük hayattan bizi alıp eski günlerimizin direngen, muhalif eşref saatlerine götürüyor.

Yerel Gazete Eleştirmeni

 Şehrimizin tarihi bir karakteri, Ankara Ekin Tiyatrosu’nun çabasıyla canlandı ve sahne yoluyla tekrar aramıza döndü.

İlk sahnede onun şehrimiz meydanında canlanışı ve yakın tarihimizin  günümüz siyasal olaylarıyla harmanlanışı pek başarılı sahneleniyor. Semih Çelenk’in yazdığı oyun İzmir’in hep muhalif bir şehir olduğunu bir kez daha vurgularken hemşerileri tarafından gururla izlendi.

Bütün tiyatro salonları H1N1 virüsü endişesiyle boşalırken Şair Eşref oyununda ayakta kalan izleyicilere sandalye takviyesi bile yapıldı.

Belediye başkanımız oyunun sonunda oyuncular ve rejisör Faruk Güvenç ve yazar Semih Çelenk’ten oyunun tekrar turneye gelmesi için söz aldı ve ikisini de çiçeklere boğdu.

Devrimci Eleştirmen

Nasıl bir sanat/muhalif sanat?

Tek bir yanıtı yok elbette. Somut durumun somut tahlili şart!

Neyin olabileceğinden çok neyin olamayacağı söylenebilir. AKP-Ulusalcı karşıtlığını temel eksen alarak kurulan formların pek fazla anlam yaratamadığı söylenebilir.

Yeni formların denenmesi gerektiği açıktır; ancak AKP karşıtlığı, dinci bezirganlara laf atılması yeterli bir içerik oluşturmuyor. Bu yüzden içerikten değil formdan başlanmalı.

Devrimler formeldir. Devrimler içerik eleştirisiyle yapılamazlar ve olamazlar. Büyük formel değişikliklerle içerik değiştirilir. Önce çatıyı yıkar sonra Fransız İhtilalindeki gibi ay isimleri getirir, takvimi, zaman algısını değiştirmek ister. Yaşamı değiştirmek, yaşam formunu değiştirmektir.

Şu andaki algının ve içeriğin Veli Küçük’e ya da Fethullah Gülen’e karşı olması arasında fark yok. Sanatın işlevi burada ikisinin benzerliği, ikisinin tersinden aynılığını ortaya koyacak bir form yaratması olabilir.

Basın ve televizyondan gırtlağımıza kadar dolduğumuz lafları bu kez bir kavuk giydirip bir sakal takarak tarihsel bir kişiliğe söyletmek muhalif sanat pratiği yaratamıyor.

Bunları elbette bildiğinden emin olduğumuz Semih Çelenk yönettiği oyunlarda yazdığı oyunundan daha muhalif bir sanat ortaya koyabiliyordu. Çünkü yönetmenliği üzerine konuştuğu bir röportajında “önce mekandan başlarım” dediğini hatırlıyoruz. “Farklı bir mekan algısı, giderek farklı karakterleri, onların olaylar karşısındaki değişme ya da dönüşememe sıkıntılarını bize gösterebiliyor.” Evet bizce de izleyici günlük hayatın dışına zihinsel ve eylemsel olarak bu yolla çıkabilecektir.

O zaman Ekin Tiyatrosu’nun bu prodüksiyonu ile Semih Çelenk’in röportajında dile getirdiği tiyatro anlayışlarının örtüşmediğinden söz etmemiz gerekiyor.

Ayrışmaları ve bu oyunu Semih Çelenk’in kendi tarzınca yönetmesi bir seçenek. Ya da oturup bir yerde uzlaşmalarını beklemek diğer seçenek…

Paylaş.

Yazarın bütün yazıları için: Hasip Akgül

Yanıtla