Melih Anık’ın ÖKM Yazısı Üzerine…

Pinterest LinkedIn Tumblr +

Bu yazıyı yazmaya Melih Anık’ın Mimesis Sahne Sanatları Portali’ndeki “ÖKM (Öğrenci Kültür Merkezi) ve AKM (Atatürk Kültür Merkezi)’ni Kurtarmak” başlıklı yazısını okuduktan sonra yazmaya karar verdim. İ.Ü. Öğrenci Kültür Merkezi’ne ilk kez 1999 yılında geldim, üniversiteye gelmeden çok önce ÖKM’nin varlığından haberim vardı, hatta önceleri üniversiteden çok ÖKM hakkında bilgiye sahiptim. Yanlış anlaşılmasın bölümümü severek seçtim ve severek okudum, ancak üniversiteye geldiğimde o güne kadar hep istemiş ama gerçekleştirememiş olduğum tiyatro yapmak hayalimi gerçekleştirmenin zamanı olduğunu biliyordum, okula geldiğim ilk gün bölüme gittikten sonra ilk işim ÖKM’ye gitmek oldu, henüz 18 yaşımdaydım. ÖKM’nin varlığından önceden haberim vardı, çünkü benden önce iki ablam da İstanbul Üniversitesi’nde okudu ve ikisi de öğrencilik dönemlerini ÖKM’de Felsefe ve Edebiyat kulüplerinde geçirdi, ÖKM’nin faaliyetlerini yakından takip etti. Ben Lisans öğrenciliğinden mezun olalı tam 7 yıl oluyor, tiyatro yapmaya devam edeli de tam 11 yıl. Ablamlar mezun olalı bilmem kaç yıl olmuş, kulüp faaliyetlerine devam etmemişler, ama 11 yıldır onlar oyunlarımızı izlemeye ÖKM’ye gelmeye devam ediyorlar (daha da edebileceklerini umuyorum). Tiyatro sevgisi içimde önceden de vardı, ama ben tiyatroyu ÖKM’de tanıdım ve öğrenmeye devam ediyorum; bu üniversiteyi seçme sebeplerim arasında bir kültür merkezi olması vardı; ÖKM’deyken başka üniversitelerin başka tiyatro kulüpleriyle tanıştık ve dayanışma ilişkileri kurduk; ÖKM’deyken başka kulüplerle ortak üretimlerde bulunduk, kimi zaman tartıştığımız da oldu ama aynı çatı altında üretmek için uğraşmaya devam ettik; ÖKM’deyken ardımızdan gelen yeni tiyatrocularla deneyimlerimizi paylaştık ve varlığımızı sürdürmek için mücadele verdik; ÖKM’deyken var oluşumuzu üretimlerimizle anlamlandırmaya çalıştık, hayat görüşümüzü burada edindik, bu hayatın eşitsizlik ve adaletsizliklerine karşı durmamız gerektiğini burada öğrendik, bu ülkenin kültürel zenginliğini ve bu kültürlerin barış içinde, kardeşçe bir arada olmasını savunmayı ÖKM’deyken öğrendik; mezun olduktan sonra bu düzen bizi tüm gücüyle evden işe işten eve çizgisinde makineleştirmeye çalıştıkça buna karşı durup, sanatın sadece tüketicisi değil üreteni olmak için mücadele vermemiz gerektiğini ÖKM’deyken öğrendik.

Bütün bunları anlatıyorum, çünkü bilinmeli ki 20 yıldır “orada” ÖKM’de olan; bu merkezi sadece kullanan değil, aynı zamanda içinde üniversitenin sağladığı az miktarda ödenekle ama çoğunlukla da ceplerinden para harcayarak üreten ve ayakta tutmaya çalışan çok insan var; burada pek çok insan gösteri izledi, sahneye çıktı, sergi açtı, konferans verdi, seminer, panele katıldı, film izledi, film çekti, müzik yaptı, edebiyat ve felsefe tartıştı, bu binadan yola çıkıp dağlara tırmandı, trekking yaptı, fotoğraf çekti, ebru yaptı, dil öğrendi… “Sanatçı”dan kasıt birilerinin var oluşu sanatla anlamlandırmaya çalışması ve bu yönde üretmesiyse ÖKM’den yetişmiş böyle pek çok insan var, ancak kastedilen buradan birilerinin çıkıp meşhur olmasıysa, çok da önemli değil ama, o da oldu. 170 kişilik tiyatro salonunda bir oyunu her yıl aşağı yukarı binden fazla insan izliyorsa ve ÖKM bünyesinde tiyatro gösterisi sunan 3 kulüp olduğu, her yıl şenliklerde ya da şenlik dışında pek çok gösterinin burada konuk olduğu ve izleyici bulduğu düşünülürse sadece tek bir faaliyet alanının alıcı kapasitesi ortaya çıkacaktır; bu gösterilerin duyurularının şenliklerde, merkezi yerlere afişlerde, internet sitelerinde yapıldığı, turnelere çıktığı ve hatta bu kamusallığın yetmediği düşünülüyorsa Eminönü/Fatih, Kadıköy, Üsküdar gibi pek çok merkezi yerin belediye sahnelerinde gösteriler sunulduğu düşünülürse, özellikle de sanatsal faaliyetleri takip eden ve üzerine yazılar yazan birilerinin ÖKM’den bugüne kadar haberdar olmaması o kişinin ayıbıdır. Ancak bilinmeli ki ÖKM içerisinde sanatı amatör bir ruhla, heyecanla üreten, ama maddi kazanç elde etmese de bu üretimine profesyonelce sahip çıkan ve hatta kimi zaman para kazandığı mesleğini bunun için ikinci plana iten insanlar var.

7000 kişinin okuduğu bir üniversitede tek bir kültür merkezi elbette yeterli değildir, dolayısıyla yapılması gereken var olan kültür merkezinin kapatılmasına karşı destek vermeyi şüpheli hale getirmek değil, burada 20 yıldır üretmeye çalışanları koşulsuz desteklemek ve üniversite bünyesinde başka yeni kültür merkezlerinin açılmasını savunmaktır. “Nerede o eski günler, eski öğrencilikler” tarzında hayıflanmalar ne kadar anlamlıdır? Üretici olmaktan çok, her anlamda tüketici olmanın dayatıldığı bu düzende, düşünmeyi değil ezberlemeyi bilenlerle doldurulan üniversite amfilerinden bu kadar öğrencinin %20’si faaliyetlere katılıyor ya da takip ediyorsa, kültür merkezine sahip çıkıyorsa bu önemli bir kazanımdır; bir kişi bile olsa, o önemlidir. Önemlidir çünkü o bir kişi aynı zamanda bu saçma düzene karşı çıkmayı, düşünmeyi ve üretmeyi burada öğrenmeye başlar. Düşünmenin hâlâ suç olduğu bir ülkede evlatlarının hem düşünen, üreten bireyler olmasını isteyip hem de “kazasız belasız” okullarını bitirip insan değil “adam” olmasını bekleyen ebeveynler düzen insanı olmanın rahatlığı ve rahatsızlığı arasında sıkışıp kalmış kişilerdir. “Babalık” demagojisi bana nedense “koruyucu, kollayıcı devlet baba” imgesini çağrıştırdı. Üniversitelerimiz bugün nasıl “babalarının” kol kanat germesi altında uzatılmış çocukluklarla doluysa, bunun sebebi “devlet babasından” korkan ve bu korkuyu “çocuklarına” da öğreten büyüyememiş “babalar”dır.

İ.Ü. Öğrenci Kültür Merkezi bir kültür merkezi olmak için kapasitesi oldukça düşük, yemekhaneden bozma bir binadır; yapılan tadilatlarla vs. bugünkü geldiği konuma içindeki kulüplerin üretimleri karşılığında bulundukları talepleri ve dayatmaları ile olmuştur. Söylenilen o ki, bugüne dek pek çok “sağ-sol” çatışmasına da merkez olmuş bu binanın kurulmasının en baştaki amacı da “zapt edilemeyen” bu öğrencileri dağınık fakültelerden çıkarıp tek bir çatı altında toplayıp kontrol altında tutmak istemektir; nitekim fakülteler artık sakinleştiğine göre artık “tek çıban” kalan bu merkezden kurtulmanın da zamanı gelmiştir. Kültür merkezleri sanatın, kültürün ve düşüncenin üretim merkezleri olmalıdır; bu anlayışla kurulmamış bir kültür merkezinde bu anlayışın bir getirisi kavga dövüşlerin olması da beklenen sonuçtur. Beklenmeyen ise burada üretmek için mücadele eden, düşünen, kafa yoran, yeri geldiğinde ve izin koparabildiği ölçüde sabahlara kadar orada çalışan insanlar olmasıdır ve bu insanlar istenmeseler, istenmedikleri halde bir yandan da prestij olarak kullanılsalar da ÖKM kurulduğundan beri varlar. Evet, sayılar önemli değil; bu insanların çoğul değil bir kişi bile olsa üretme, düşünme, sanatsal faaliyette bulunma, kısacası var olma hakları/hakkı düşünmeden, koşulsuz desteklenmelidir.

İ.Ü. Öğrenci Kültür Merkezi VARDI(R). Adres: İstanbul Üniversitesi Öğrenci Kültür Merkezi Binası Bozdoğankemeri Cad. No:1 Vezneciler. “Güzel günlerde “orada”, “hep beraber” şenlik halayları çekmek, türküler, şarkılar söylemek” umuduyla…

Paylaş.

Yazarın bütün yazıları için: Gizem Barreto Martins

2 yorum

  1. Sevgili Kızım Gizem,
    Yazımı okuman ve cevap yazmandan çok memnun oldum . Teşekkür ederim.
    Benim gibi düşünenler , tahmin edilenden daha çoktur ve “her şeye rağmen” bu düşüncelerin söylenmesi gerekmektedir.
    Üniversite yıllarında 7 sene nerdeyse tiyatro kulübünde “yaşadım”. Anlattıklarının pek çoğuna yabancı olmadığımı ,halâ hatırladığımı ve seni anladığımı bilmeni isterim .
    “Nostaljik hayıflanma” , gençliğin, yaşlılar için ilk aklına gelen “yafta”dır. Genellikle doğru olması her zaman doğru olacağı anlamına gelmez . Kendimden bahsetmekteki amacım, kendimi anlatmak değil sizin ortamınıza ayna tutmak ve yapılacak karşılaştırmadan işinize yarayan bir eleştiri çıkarmanıza imkân vermektir.
    Elbetteki okul seçerken kültür merkezini araştıran öğrenciler vardır. Ama onları “istisna” dan saymamız gerekir. Kaldı ki ÖKM , onların tercihlerinde bile önemli bir rol oynamamıştır. Zira düzen buna izin vermemektedir.
    ÖKM’lerden sanatçı çıkması beklenmez. Ama oradan çıkan sanatçıları görmek kimseyi şaşırtmaz. Benim sorularım meraktan kaynaklanmaktadır . Öte yandan o sanatçıların varlığı ÖKM’lerin saygınlığını da belirler. Boğaziçi Gösteri Sanatları Topluluğu’nun , Mimesis’in nasıl ve hangi koşullarda başladığını ve sürdürülmekte olduğunu biliyorsundur sanırım.
    Benim gibi İÜ – ÖKM’nin yerini bilmeyen “ayıplı” çok kişi vardır . Ama bu , gerçeği görmenize engel olmamalıdır. Başkalarının ayıplarına değil kendi ayıplarımıza odaklanmak hem kendimizi hem de mücadelemizin daha doğru bir yolda ilerlemesini yarar sağlar.
    Bir eyleme destek vermenin şüpheli hale getirildiğine , eylemin konusunun ve sonuç alınabilirliğinin sürdüğünü düşünenler , inanırlar. Olayın şekil ve doğrultu değiştirdiği anı fark etmek ve yeni eylemin temellerini sağlam bir şekilde oluşturmak ; geçmiş hatalar ile yüzleşerek yeni çıkışlar bulabilmek bir tecrübedir .
    70000 kişilik bir üniversitede faaliyetlere katılma oranı % 20 ise “görünen” bir eylemdeki sayı ona uygun olmalıdır. Bazen açılan pankartlar , katılım vb eylem görüntüleri , desteği “şüpheli” hale getirir. “Şüphe”yi önce oralarda aramak gerekir. “Sahip çıkmak” ise bambaşka bir konudur .
    Üniversitedeki kültür faaliyetleri , öğrencilerin yeteneklerinin değerlendirilmesi ve becerilerinin geliştirilmesi ile sınırlı değildir. Yurt dışı örneklerden görülmektedir ki , öğretmenler tarafından düzenlenen gece kursları, okuma ve tartışma platformları , o şehrin insanlarına da yönelik ise ÖKM’leri koruma eylemi , anlamlı ve daha geniş tabanlı olmaktadır . Üniversitelerimiz , okul dışı eğitimi verme arzu ve potansiyeline sahip değildir. Yani sorun sadece ÖKM’nin açılması sorunu değildir.
    Herkes kendi işi ile eyleme destek olmalıdır. Örneğin bir ressam sergi açabilir, bir topluluk gösterisini sunabilir . Olay ile doğrudan ilgisi olmayanların lafta kalan “kapattırmayacağız” söylemleri havada kalır. Ama daha doğrusu , ÖKM açıkken , verilecek desteklerdir . Hiçbir kimse hiçbir eyleme koşulsuz destek vermemelidir . (Bundan maddi çıkar beklentisini ima etmediğimi belirtmem gerekir. )
    Anne ve babalar, düzenin adamı olmak ile suçlanamaz . Onların sıkışmışlığı “çocuğumun başına bir şey gelmesin” kaygısından kaynaklanır . Akılcı olmayabilir ama gerçekçidir. Anne ve baba “çocuğum beni eleştirecek diye düşündüğünü söylemekten de vazgeçmemelidir”
    Kaldı ki evlâtların “mangalda kül bırakmayan” cesaretlerinin arkasında anne babaların sıkışmışlığı vardır . Anne baba , “büyümemiş” olmakla ilgili suçlanmayı ve yapılan imaları , çocuğunun hatırına sineye çeker . Önemli olan , “akıllı” olmayı öğretmektir . Aptalca bir cesaret işe yaramaz.
    Üniversite yönetimi hakkındaki tespitleri doğru kabul edersek , gelinen bu noktanın “yönetilmiş” olduğunu iddia etmek mümkün değildir. “Eylem”, karşımızdakinin hataları yanında kendi hatalarımızı da gösterir . Kendi hatalarımızı görmek ve ders almak , daha önemli ve yararlıdır.
    Bazı yazılar , erken yazılmıştır , bazıları geç . Yazdığın yazının zamanlamasını senin takdirine bırakıyorum.
    Yazımın içeriği senin vurguladıklarınla sınırlı değildir. Bir yazının içeriğini önyargısız , empati yaparak satır araları ile okumak ve anladığını göstermek, onun üzerine kurulacak bir tartışmanın yararlı olmasının ilk koşuludur.
    Sevgiyle.
    Melih Anık

  2. Fırat Güllü Tarih:

    Melih Anık ve Gizem Kurtsoy arasındaki tartışmanın somut anlamda pratik bir kazanımı olduğunu düşünüyorum: ÖKM’nini yerini ve varlığını henüz bilmeyen ve bu tartışmaları izleyen bazı tiyatro insanları İÜ bünyesinde böyle bir birim olduğunu öğrenmiş oldular. Şaka bir yana İÜ’nün geçmişteki tercihleri nedeniyle üniversite kampüslerini kültür ve sanat gibi zararlı faaliyetlerden arındırmak için kampüs dışına kurduğu bir binayı korumak gerçekten bu denli önemli mi? Melih Anık için sanırım ÖKM’yi bir ziyaret etmek, fiziki koşullarını görmek ve ana kampüse olan uzaklığı nedeniyle adeta bir “uydu merkez” olarak inşa edildiğini anlamak şart oldu. Tiyatro alanındaki toplumsal gelişmelere fazlasıyla duyarlı olan ve yazılarını her zaman incelikli bir titizlikle ele alan bir kişi olduğunu bildiğim için en kısa sürede bunu yapacağına zaten eminim. Elbette ki tüm bu söylenenler doğrultusunda tiyatronun kampüste varedilmesi, bölümlerin kapılarının zorlanması, kültür ve sanatın 12 Eylül mantığıyla sürgün edildiği yerden geri dönmesi herkes için kazanım olacaktır. Kültür ve sanatın sürgün edildiği yerden kampüslere dönüşünün sağlanması, gerçekten sağlıklı bir biçimde ve öğrencilerin de katılımı sağlanarak yürütülseydi zaten aşamalı olarak belki de o bina kendiliğinden işlevsizleşecekti. Ama tabir yerindeyse idarecilerin öğrenciden ödünün koptuğu bir okul sisteminde ben işleyişin bu denli sağlıklı olacağına hiç ihtimal vermiyorum. Gizem çok uzun yıllardır İÜ’nün kültür politikalarını doğrudan izleyen bir kişi olduğundan onun tespitlerinin önemli olduğunu düşünüyorum. Melih Anık -gayet doğal olarak- bizim içinden geldiğimiz BÜ geleneğinin gölgesinde düşünüyor ve BÜ kulüplerinin işleyişiyle İÜ kulüplerinin işleyişinin aşağı yukarı benzer olduğunu varsayıyor. Oysa yıllardır İÜ kapsamında kulüpçülük yapan arkadaşlar buradaki modelin ne denli anti-demokratik ve “devletçi” olduğunun çok iyi farkındadırlar. Şu noktaya katılıyorum: Elbette herkes kendi mücadelesini kendisi verecek. Ama tiyatro kamuoyuna düşen minimum düzeyde temel insan haklarını kriter alarak bu tür durumlarda dayanışmacı bir ruh geliştirmek olmalıdır. AKM konusunda ise Melih Anık’ın görüşlerine kısmen katılıyorum. AKM -ki benim ailemin iki kuşağı birer devlet memuru olarak orada çalıştılar- ne yazık ki geride kalan 30 yıllık süre zarfında hep devletin ayrıcalıklı sanatçılarının kalesi olarak önplana çıktı. Devletin sanata desteğinin, memurlaştırdığı kendi sanatçıları üzerinden olmasına karşıyım. Bu özgür bir sanatsal zemin sunmaz. AKM ne kadar İstanbul halkının kullanımında olmuştur? Bilet gişeleri dışında kalan bölgelerine birer müşteri olmak dışında bu şehrin insanları kamusal bir alana girmenin rahatlığıyla girip çıkabilmişler midir? Amatörlere kapılarını ne oranda açabilmiştir? Bir gösteri merkezi olmak dışında şehrin kültürel mozayiğinin zenginleşmesinde ne tür bir işlev edinmiştir? Tüm bunlar AKM ve ÖKM’nin durumlarının -yönetimdeki anti-demokratik devletçi zihniyet dışında- ortaklığı olmadığının kanıtlarıdır diye düşünüyorum.

Yanıtla