Asu Maro’dan Cevap: Nedim Saban’ın 'Çöküş' Dediği

Pinterest LinkedIn Tumblr +

 

Asu Maro Nedim Saban’ın “Bir Derginin Çöküşü” başlıklı yazısına cevap olarak Birgün gazetesinde yayınlanmak üzere aşağıdaki yazıyı kaleme aldı ve bizlerle de paylaştı. Nedim Saban’ın söz konusu yazısını yayınladığımız için biz de –Asu Maro’nun onayını alarak– sizlerle paylaşmayı uygun bulduk.

Nedim Saban’ın ‘Çöküş’ Dediği

Birgün gazetesi yazarı Nedim Saban daha önce de köşesinden bana muhtelif hakaretler sıralamıştı, köşelerimizin babamızdan miras kalmadığını düşündüğümden gazete üzerinden şahsi hesaplaşmalara girmenin yersiz olacağını düşünmüştüm. Fakat 16 Ekim tarihli, yine Nedim Saban imzalı yazı, benim üzerimden editörü olduğum Milliyet Sanat dergisini de hedef aldığı için, Birgün okurlarına verilen kimi yanlış bilgileri artık düzeltme gereği duydum. 

Yazı “Bir Derginin Çöküşü” başlığını taşıyordu. Milliyet Sanat dergisiydi çökmekte olan. Ve görünüşe göre bu çöküşün müsebbibi bendim. Özellikle de son sayıda yaptığım Haluk Bilginer röportajıyla becermiştim bu işi. Bir çöküşten söz ediyorsak buna dair kimi veriler olmalı o yazıda aslında, ne bileyim, okur kaybı, derginin etkinliğinin düştüğüne dair bilgiler… Hayır, buradaki tek gösterge, artık Nedim Saban’ın onu okumayacak olmasıydı. Bu iddialı başlığı atmak için yeterli mi bilemiyorum. Ama dönemin genel yayın yönetmeni Mehmet Yılmaz’ın yaptığı tüm değişimleri bir kontrol etme gereği duymadan Ufuk Güldemir’e yükleyebildiğine göre, yazıda fazla bilgi-belge kaygısı beklememeliyim sanırım. Hafızası onu yanılttı belli ki. Tıpkı dergiyle ilişkisine dair verdiği bilgilerde yanılttığı gibi. Bunun dışındaki konulara, mesela beni aşağılamak için sürekli ‘DJ’ sıfatını kullanmasına, 2 yıldır sürdürdüğüm bu hobiyi bir hakaret kabul etmediğim için girmeyeceğim.

Nedim Saban, 2009 yılında girdi benim 2005’ten beri çalışmakta olduğum Milliyet Sanat’ın kapısından. O dönem gazetedeki yoğunluğum nedeniyle editörlüğe ara vermiştim. Bakıyorum arşivlere, Nedim Saban’ın ilk yazısı 2009 Temmuz’unda yayınlanmış, ikincisi Eylül’de, üçüncüsü Aralık’ta. Sonra editör olarak ben devreye giriyorum ve meğer bundan sonrası sürekli saygısızlığa uğradığı bir kabus olmuş Nedim Saban için. Niye sürdürdüğünü bilemiyorum, altını çizdiği gibi 100 TL için değil herhalde…

Neler yapmışım mesela? “Kürtçe oyun sergileyen Haldun Dormen’in Diyarbakır’daki provasını gözlemlediği yazısını Filiz Aygündüz araya girmese kaldırtacakmış”ım. Araya girmek ne demek? Filiz Aygündüz derginin yayın yönetmeni. Bir yazının kullanılıp kullanılmayacağına karar veren ondan başka kim olabilir ki? Burada da, kendisinden Haldun Dormen ile bir röportaj bekliyorduk, o yakın zamanda yazdığına benzer bir Kürt tiyatrosu yazısı göndermişti, tekrara düşecektik. Ben sadece dergi ekibinin bu kararını ona tebliğ eden kişiyim. Sonra da kendisiyle yapılan konuşmalar sonucu yazının kullanılmasına karar verildi. Bu kadar.

Dot’la ilgili ‘yapıcı eleştirisini’ sansürlemişim. Yapıcı eleştirisi, Kumbaracı50’ye yapılan saldırı sonrasına “Bu oyunlar sadece beyaz Türklerin mekanlarında, Mısır Apartmanı’nda, GMall’da mı sahnelenebilecek?” diye sormasıdır. Ben de “Hedef göstermeyelim” demişim, o da orasını değiştirip yollamış, basmışız. Bu mu sansür? Bu konudaki yazışmalar duruyor, bu ne rahatlıktır?

Eylül 2010’daki araştırmasını haber vermeden, ‘sudan sebeplerle’ çıkarmışım. Yazıların son teslim tarihi 12’si. Maillere göre, Nedim Saban 18’inde bana yazıp, 21’ine kadar izin istiyor. Bir daha kendisinden haber alamıyoruz, 23’üne kadar. Ve evet o gün ben derginin baskıya girmesi gibi ‘sudan bir sebeple’ yazısını kullanamayacağımızı bildiriyorum. “Kimse aramayınca hafta sonu pikniğe gittiniz sandım” gibi bir şaka yapıyor ve konu kapanıyor. Ben onunla da diğer yazarlarımız gibi iyi bir ilişkimiz olduğunu sanıyorum, çünkü çoğu maili “Desteğiniz için teşekkürler” diye bitiyor.

Fakat işte Kasım ayında Nedim Saban’ın tiyatrosunda oynayan Onur Bayraktar motor kazasında hayatını kaybediyor. Cenazesinin ertesi günü perdenin açılması vicdanıma dokunuyor ve bir yazı yazıyorum. O gün kendisine kişisel hiçbir saldırıda bulunmadığım bu yazıya ses etmeyen Nedim Saban, birkaç ay sonra içinde ne var ne yoksa döküyor Birgün’deki köşesinden. Tetikleyen, Prag’da hastalık nedeniyle değiştirilmiş bir dolu oyun ilanı görüp “Nedim Saban bu şehirde tiyatro yapamazdı herhalde” demem. Bir cümlenin bedeli iki köşe dolusu hakaret. ‘Ölü yıkayıcı’ diyor mesela bana. 

Gelelim çöküşü tamamlayan son sayıya… Haluk Bilginer birçok konuda sert konuştu evet, Nedim Saban’ın ölünün arkasından perde açmasıyla ilgili de, tamam. Peki acaba benim ne yapmam gerekiyordu? Sansürlemem mi? Haluk Bilginer bu ülkenin en önemli oyuncularından biridir, Milliyet Sanat’ta yer almasından doğal ne olabilir? Üslubu sertse bunu düzeltmek bana düşmez.

Kaldı ki birçok tartışmayı tekrar ateşleyen bir röportaj olmuştur. Devlet Tiyatroları’nın görüşleri de bu sayıda yer bulacaktır. ‘Tiyatroya sahip çıkması gereken bir dergiye’ yakışmıyormuş bu röportaj. Milliyet Sanat, sanatın iyi yapılan her türüne sahip çıkmıştır, çıkmaya devam edecektir. Bir şeye sahip çıkmak onun her halini onaylamak değildir… Gerektiğinde polemikler de, tartışmalar da sanat dergisinin alanına girer. Okurlarımızın da farklı bir talebi olmadığı rakamlar ve yorumlardan bellidir. Milliyet Sanat çökmüş değildir. Çöken bir şey varsa o, bir sanat dergisinin işlevinin ‘tanıtım’dan ibaret olduğunu savunan zihniyettir.

Saygılarımla

Asu Maro

Paylaş.

Yanıtla