(Öznur Oğraş Çolak’ın Cumhuriyet’te yayınlanan haberini okurlarımızla paylaşıyoruz.)
Yıllarını tiyatroya adamış bir oyuncu Zafer Diper. 1960’lı yıllarda Beşiktaş CHP Gençlik Kolu’nda başlayan tiyatro yolculuğu sonrasında “Halk Tiyatrosu”, “Ortaoyuncular” ile devam etmiş. Ta ki 1981 yılında Bizim Tiyatro’yu kurana kadar. Kendi tiyatrosunda 10’larca oyun sahneleyen Diper’in tiyatrosu birçok özel tiyatro gibi zor durumda.
Diper, “Dokuz aydır tek bir oyun sergileyememiş, tek kuruş gelir elde etmemiş olmamıza karşın her ay gönderilen VERGİ, SSK ödemeleri ile baş başayız, herkes gibi. Benzersiz bir ülke…” diyor.
Doğru söze ne demek gerekir; haklısın demek yeter mi? Sanatçılar sesini duyurmaya çalışıyor, destek istiyorlar. Biz gazeteciler onların sesini duyurmasına destek olmak için aylardır yazıyoruz. Sonuç ortada, kapanan tiyatrolar.
Diper, “Sayısal tiyatro(?)” başlığı ile yayımladığı bildiride soruyor; “Almanya’da, Fransa’da, İngiltere’de sanata yapılan müthiş destekleri duyunca, bizde 0 kuruş olan durumda ne yapabilir, nasıl yaşayabilir üretebilir sanatçılar?” Evet, bu sorunun muhatabı belli… Diper’in yayımladığı bildirinin bir bölümünü sizlerle paylaşıyoruz: “Özellikle 80’li yılların başlarında tiyatroda sahnedeki oyunumuzu çekmek zorlu işti. Kamera bulmak kolay değildi önce. Bin bir güçlükle yapılacak çekim, bir tek kameranın, salonun uzak köşesinde sabit durması ile olanaklıydı.
Oyuncuların sesleri tonlamaları anca algılanır, ışıklar yetersiz kalır, kimi eylemler karaltılı (siluet) biçimde görünüp geçerdi. Bu, o oyunun ‘bakalım biz ne yapmışız, sonradan anımsayalım’ amacıyla belgelenmesi, tiyatroda arşivlenmesi için yapılırdı… Şimdilerdeyse her şey başka… 2020’de salgın gerekçesiyle çekimleri yapılan oyunlar, ‘dijital, canlı, çevrimiçi-dışı vd.’ yaklaşımlarla da yayımlanmaya başlandı.
Sahnede olanlarla, salonda bulunan izleyicilerin canlı birlikteliğiyle oluşan sanatsal etkinliğe tiyatro diyebiliyorsak, bunlara ne demeli? Günümüzde sahnelenen bir oyunun filme aktarılması konusu, şöyle: Film ekibi, oyunu defalarca okur-izler; sinemasal terimlerle masaya yatırır, çekim planları yapılır, genel, yakın, uzak, ayrıntı çekimleri, sesler, ışıklar, vd. saptanır, kameralar çeşitli açılara yerleştirilir, bitiminde kurgulanır ve oyun artık ‘tiyatro’ değil, olur size ‘film’… Hani iş tiyatro yapıtının film yapılması durumuna dönüşür; tiyatro, sinema sanatı aracılığıyla, sahnede değil de ekran(lar)dan izlenen ürün biçiminde çıkar ortaya.
‘Çok iyi koşullarla yaratıcı-yetkin kurgusal çekimlerle’ filmleştirilerek yayımlanan bir oyunu izlemekten keyif alınabileceği de ortada ayrıca ama geniş ekranda, iyi ses düzeniyle; küçük bilgisayarlardan, mini minnacık cep telefonlarından değil… Filme dönüştürülmüş oyunun gösterimi için kullanılan ‘dijital tiyatro’ lafına da gelince… Dijital sözcüğü Fransızca kökenli ve anlamı ‘sayısal, verileri ekran üzerinde elektronik olarak gösteren’ demek.
‘Sayısal’ ise sayı ile ilgili, sayıya dayanan, numerik demek. E, o zaman ‘dijital(sayısal) tiyatro’ ne demek? Ayrıca Türkçede (TDK, Dil Kurumu vd. sözlüklerde) ‘dijital tiyatro’ diye bir şey yok… Ama ne yapacaktı tiyatrocular; ekran aracılığıyla da olsa, yaşama tutunma isteği dışında, şu virüs salgını döneminde?”…