“Bir Tatlı Kaşığı Çamur”

Pinterest LinkedIn Tumblr +

Erdoğan Mitrani

Elif Candan´ın yazdığı, Fiziksel Tiyatro Araştırmaları Topluluğu kurucularından Pınar Akkuzu´nun yönettiği ´Bir Tatlı Kaşığı Çamur´, Nushu Tiyatro ve Echoes Sahne ortak yapımı.

Fondaki sağlı sollu iki yarım perde dışında dekorsuz boş bir alan. Alt tarafta çoğu mutfak eşyası aksesuar. Alman köylüsü ya da taş bebek giysisini andıran kostümleriyle iki kadın (Bengisu İspir, Cansu Canaslan).

Yaşları belli değil, 40’larında kadın da, nine de, kız çocuğu da olabilirler; oluyorlar da. Televizyonda sabah saatlerinde yapılan kadın programlarındakini anımsatan, geçmişten günümüze yaşamlarını, günlerini nasıl geçirdiklerini, âşık olup olmadıklarını sorgulayan soğuk ve duygusuz dış sesi cevaplıyorlar. Kimi zaman şaşırıyorlar, kimi kızıyorlar, kimi zaman hayal kırıklıklarını, belki de yaşamak isteyip de yaşayamadıkları özgürlükleri anımsayıp hüzünleniyorlar. Zora geldiklerindeyse de göz pınarlarına kadar gelmiş gözyaşlarını engelleyen yapay ifadeyle gülümsüyorlar.

Oyun erkek egemen toplumun baskısıyla mutfağa kapatılan, aslında hapishaneleri olan bu mutfağı barınak görerek oraya sığınan bütün kadınlarımızın ortak hikayesi, dili, hissi, ifadesi… Pınar Akkuzu’nun parlak sahnelemesinde iki olağanüstü oyuncu, fiziksel tiyatro teknikleriyle performatif oyunculuk ve çağdaş dansı harmanlayarak, sözlerin ve bedenin hareket ve anlam olasılıklarını araştırıyor ve bu yollarla dinamik ve alternatif bir dil yaratmanın peşine düşüyor.

İki müthiş oyuncusunun benzersiz yorumuyla 60 dakikaya tüm kadınlık hallerini ustalıkla sığdırabilen, hem dokunaklı, hem rahatsız edici hem de çok etkileyici bir oyun. Sezonun en iyilerinden. Kaçırmayın.

4 Ocak Kültüral, 15 Ocak Alan Kadıköy, 27 Ocak Boa Sahne, 31 Ocak Bahçe Galata ve sezon boyunca İstanbul sahnelerinde. Yurt içinde turneye de çıkıyorlar.

 Dokuzonbeş’te iki yeni oyun

Pandemi öncesi Merve Güran, Şakir Güler ve Musa Can Pekcan’ın kurduğu dokuzonbeş topluluğu, ilk çalışmaları ‘Çekmeceden YıldızlaraYağız Şanal’ın çok sağlam metnine parlak bir teatral boyun getirirken ekibin toplumsal ve sınıfsal sorumluluk bilincini de yansıtmıştı. 2022’nin sonlarında sahnelenmeye başlayan iki yeni yapımları, ekonomik sorunların ve ötekileştirmenin toplumu soktuğu çıkışsızlığa derinlemesine bakışlarıyla bu bilincin raslantısal olmadığını kanıtlıyor.

Cinsiyetleri bile farklı iki yazarın, öyküsel ve tematik olarak birbiriyle hiçbir bağlantısı olmayan metinleri, toplumsal ayrıştırmanın bilinçli olarak desteklendiği, maddi sıkıntıların açlık sınırına dayandığı günümüz Türkiye’sinde yaşanan hikâyeleriyle bu ortak paydada birbirini tamamlıyorlar, neredeyse birbirinin aynasına dönüşüyorlar.

‘Sıfırdan’

Gizem Kurtulmuş’un yazdığı, Hilal Arda’nın yönettiği, Şakir Güler’in oynadığı tek kişilik ‘Sıradan’, bir marketin depo ya da güvenlik odası olarak kullanılan ufak bir mekânda geçer.

Otuzlarında, işsiz, parasız, iki gündür aç Cevahir, bir marketten yiyecek bir şeyler çalmaya yeltenir. Yakalanır, getirildiği odada kendini içerden kilitleyerek, masanın üzerinde bulduğu mikrofon aracılığıyla herkese derdini anlatmaya çalışır.

Hayatındaki tüm hırsızlara göz yummuş olan Cevahir, kendi de hırsız olduğunda, hayallerini elinden alanlara, mutluluğunu çalanlarla hesaplaşmak amacıyla anılarında en gerilere doğru yola çıkar.

Ömür boyu hep birilerini takip etmiş olan Cevahir, varoşlardaki, gecekondu mahallelerindeki çocukluğunu, babasını, annesini, ablasını, sakallı hoca efendileri, yeniyetmeliğini ya da ilk (eş)cinsel heyecanını paylaşırken, hiçbir zaman hiç kimsenin ona arka çıkmayışını, haklı ya da haksız tüm hesaplaşmaların kimsenin kârlı çıkamayacağı bir alışveriş olduğunu anımsar.

Geleceğin önemli yazarları arasında yer alacağından emin olduğum Gizem Kurtulmuş, Cevahir’in çıkışsızlığını çok sağlam ve derinlikli bir metinle yansıtıyor. Şakir Güler, oyun boyunca odanın / yaşamının hapishanesini simgeleyen beyaz kareden hiç çıkmaksızın benzersiz bir doğallıkla, geçmişin ve şimdiki zamanın her anını yaşayarak, yaşatarak aktarır.

 ‘Daire’

Hasan Sezgin’in yazdığı, Doğa Halis’in yönettiği, Momos Film ve dokuzonbeş ortak yapımı ‘Daire’, kentin sığınmacıların ve mültecilerin yaşadığı ücra semtinde bir apartman dairesinde geçer.

İki yıllık bir zamansal sürecin ayırdığı iki sahnelik oyun başladığında, her tarafın kolilerle dolu olduğu salonda, eve gelen, uzunca bir süredir -2 hafta, 1 ay?- ortalarda olmayan ev arkadaşı Semih (Musa Can Pekcan), kanepede uyuyan Ercan’ı (Eray Karadeniz) uyandırır. Âşık olduğunu ve “sevgilisinin” birazdan geleceğini söyleyen mutlu mesut Semih, hiçbir şeyin farkında değildir ama evde yokken, Ercan, 21 daireli binanın 17’sinde oturan Suriyeli, Afgan mültecilerle kavga etmiş, dayanışma içindeki Araplar da, onu mahkemeye vererek oy birliğiyle tahliye kararı çıkarmışlardır. Bugün çıkmaları gereken evde, deli dolu ve fevri Ercan, elinde nereden bulduğu belli olmayan bir tüfekle dairesini korumaya niyetlidir. Daha sakin ve düşünceli Semih’in onu ikna etmesine fırsat olmadan kapı çalar ve Ercan, her ikisinin de hayatını altüst edecek bir şey yapar.

İki yıl kadar sonra, Semih’in Ercan’ı eskiden oturdukları eve çağırdığında olacaklardan, spoiler vermemek için söz etmeyeceğim. Ancak, bu kez Semih’in beklenmedik bir olay yarattığını, iki yıl önceki davranışı yüzünden kendisine borçlu olduğunu düşündüğü Ercan’ı da olaya dahil ettiğini belirtebilirim.

Bu farklı bağlamda hesaplaşma öyküsünde de, yaşananların temelinde yine ötekileştirme yatmaktadır. İlginç olan bu kez, ayrımcılığın, burada da ortaya çıkacak homofobik boyut üzerinden değil, yabancı düşmanlığı üzerinden ortaya çıkmasıdır.

Karanlık öyküde, milliyetçilik maskesi altında Araplara resmen düşmanlık edenin en azından onlar kadar ‘öteki’ oluşu ya da eşcinsel karakterin ‘becerilmeye’ değil bunun pornosunun çekilmesine tepki göstermesi gibi, kimi zaman ilginç bir kara mizah duygusu da vardır.

Eray Karadeniz, barınağını koruma içgüdüsünün çılgına çevirdiği Ercan’a çok inandırıcı bir yorum getirir. İyice köşeye sıkıştırıldığındaki isyanını ve ardından gelen kabullenmeyi de ustalıkla aktarır. Musa Can Pekcan ilk sahnede bulutların üzerinde gezen Semih’ten, ikinci sahnedeki yaşamın sillesini yemiş Semih’e dönüşmesinde, olayı sadece Ercan’la hesaplaşmak için yaptığını bile düşündürmesinde müthiş başarılıdır.

Ustaca sahnelenmiş, büyük başarıyla oynanmış, tematik olarak birbirini tamamlayan iki etkileyici çalışma. Peş peşe izlemenizi öneririm.‘Sıfırdan’ 5 Ocak, ‘Daire’ 6 Ocak ve sezon boyunca Kültüral Performing Arts’da

Yılın son konseri: Fazıl Say & Genco Erkal & Serenad Bağcan

Bugün yayına girse de aslında 2022’in sonuncusu olan bu yazıyı, yılı kapatan müthiş bir konserden söz etmeden bitirmek istemiyorum. Bu peş peşe ara vermeden izlenen iki bölümlük konser, Fazıl Say’ın Türk şairlerinin dizelerinden bestelediği, Serenad Bağcan’ın seslendirdiği birbirinden güzel on şarkıyla başladı. Konser boyunca izleyicilerle devamlı iletişimde olan Say’ın belirttiği gibi Bağcan düzeyinde bir yorumcu besteci için büyük şans.

Konserin ikinci yarısında, yaşayan en büyük, dünyaca ünlü bestecilerden ve piyano virtüözlerinden Fazıl Say, büyük alçakgönüllülükle Genco Erkal’ın, Nazım’la yeni bir buluşmasına eşlik etti. Genco, Nazım şiiri okumaz, hatta tiyatrocu olarak oynamaz da. Genco bunun ötesinde, o şiirleri fiilen yaşar ve yaşatır. Yüzüncü kez de izleseniz, Genco tüm gösteri alanını kullanarak Nazım’a dönüşürken, elinizin ayağınızın karıştığı, kalbinizin güm güm attığı, gözyaşlarınızı özgür bıraktığınız aynı yolculuğa sizleri de beraberinde götürür.

Ne mutlu bize ki, dünyaca ve milletçe birbirinden tatsız olaylar yaşadığımız bu 2022’yi böyle benzersiz bir güzellikle kapatabildik.

Hepinize, bol seyirli, bol huzurlu, bol sağlıklı ve nihayet daha özgür bir yıl dilerim.

Şalom

Paylaş.

Yazarın bütün yazıları için: Erdoğan Mitrani

Yanıtla