Arafta Kalmış Kadınlar

Pinterest LinkedIn Tumblr +

Sedef Ecer’in Fransa’da ödül alan oyunu Eşikte, Tiyatro Festivali’nde sahnelendi. Ecer, oyunda 25 farklı kadınının hayatın eşiklerinde sıkışıp kalmalarını anlatıyor.

Sedef Ecer’in Fransızca olarak yazdığı Sur le seuil/ Eşikte adlı oyunu geç de olsa nihâyet 17. Uluslararası İstanbul Tiyatro Festivali kapsamında Fransız Kültür Merkezi’nde okuma tiyatrosu olarak sahnelendi. Serra Yılmaz, Tilbe Saran, Ariane Brousse, Sema Mağara, Frédérique Mathieu, Clémence Barbier ve Livia Arditi’nin aynı sahneyi paylaştığı oyun, görünürde ilişkisi olmayan 25 karakterin hikâyelerini anlatıyor. Bu karakterleri buluşturan ise “Araf”ta ya da hayatın eşiklerinde sıkışık kalmaları. Yedi oyuncunun zaman zaman gerilimli, zaman zaman trajikomik halleri ile oyun, şiirsel olduğu kadar politik göndermelerden de çekinmeyen bir duruşa sahip. İki düşman asker ve iki zıt kutupta yaşayan, ideolojilerini birbirleriyle çarpıştıran iki kız kardeş buna bir örnek olarak gösterilebilir. Biz Eşikte adlı oyunla geç buluştuk buluşmasına ama oyun 2008 yılında Fransa Ulusal Tiyatro Merkezi’nin teşvik ödülüyle Akdeniz Yazarlar Buluşması’nda birincilik ödülü kazandı ve Jacques Baillon’un önsözüyle Amandier Yayınevi tarafından yayımlandı. Fransa’da eğitim programlarına da girmesi, Créteil ve Paris 8 Üniversiteleri Tiyatro Bölümleri’nde incelenmesi de cabası… “Geç oldu ama iyi oldu” dedik ve Fransa’dan Türkiye’ye oyunu sahnelemek için gelen Sedef Ecer ile konuştuk.. .

Sizi Eşikte’yi yazmaya tetikleyen şeyler neydi?

Çocukluğumdan beri kendimi, göçebe, seferi ve rahatsız hissedişim herhalde. Hani ergenlikte arkadaş grupları olur, ben kendimi asla bir gruba ait hissedemezdim mesela. Kimliğimi arayışımın uzun sürmesi, ardından çok genç yaştan beri Fransa ile Türkiye arasında oluşum, kısacası kendimi hep iki arada bir derede hissedişim. Bütün bunların üzerinde uzun süredir düşünüyordum. Ama yazmaya koyulmamı tetikleyen son derece basit ve somut bir şey oldu: Oyunumun müziklerini yapan arkadaşım Frédérique üç yıl önce benden kendisi için Fransızca şarkı sözleri yazmamı istemişti, birdenbire Fransızca yazmanın benim için bir ihtiyaç olduğunu hissettim. Konu da yazmaya başlayınca kendiliğinden geldi.

Oyun birçok ödül aldı ve eleştirmenler tarafından övgü yağmuruna tutuldu. Sizce bu kadar başarılı olmasının nedeni kullandığınız “evrensel dil” olabilir mi?

İnsanın kendi yaptığı bir iş hakkında “şu nedenle başarılı oldu” demesi çok zor. Belki insanların ve jüri üyelerinin bana söylediklerini aktarabilirim size: Didaktik olmadan politik oluşu, çok acı şeylerden söz ettiği halde mizah duygusu taşıması ve şiirselliği. Birkaç saniye arayla gülmeden, ağlamaya geçişler olması. Bir de tabii herkese yakın geldi sanıyorum, çünkü herkesin arada derede olduğu durumlar, korkaklıktan seçim yapamadığı anlar var.

Araf fikrinin kaynağı neydi, neden arafta bu kadınlar?

Tiyatro, hayal dünyasına dair şeyler anlatmaya diğer disiplinlerden daha fazla izin veriyor. Mesela sinemada hikâye ormanda geçiyorsa, seyirci bir iki ağaç görmek ister. Bir tren kazasından söz ediyorsanız trenin raydan çıkışını görmek ister. Yani belli bir realizme ihtiyaç vardır. Oysa tiyatroda iyi bir aktör sahneye çıktığı anda, eğer iyi bir metin ve iyi bir mizansen varsa çıplak bir sahnede bile seyirciyi bir savaşa, fırtınaya, bir bombanın patladığına, bir uçağın düştüğüne inandırabilir. Bu da bir yazar için hayal gücünü harekete geçiren bir şey. Benim karakterlerim öteki dünyayla burası arasında gidip geliyorlar, bu arada da hayatın eşiklerinden geçiyorlar. Hani, hayatın kavşaklarına geldiğimiz anlar: Karşınıza birkaç yol çıkar, hangisini seçerseniz hayatınız ona göre değişecektir. Bence bu dramaturjik açıdan çok güçlü bir seçim.

Peki neden hepsi kadın?

Önce son derece basit bir şekilde, prodüksiyon şartları yüzünden öyle yazmaya başlamıştım çünkü iki oyuncu şarkıcı arkadaşımla sahneye koyacaktım. Ama yazı aşamaları ilerledikçe, bu seçim büyük bir önem kazandı. Tiyatral anlamda çok iyi bir seçim yapmış olduğumu gördüm. Beş ile yedi kadın oyuncuyla 25 kadın karakter gayet rahat verilebiliyor. Oyuncularımı da çok farklı tipte, birbirine fizik, entelektüel ve oyunculuk açısından benzemeyen oyunculardan seçtim. O çeşitlilik inanılmaz bir sıcaklık olarak sahneye yansıdı bence. Kadın arkadaşlığına çok inanırım.

Bu kadar önemli bir oyun Türkiye’de neden bu kadar geç sahnelendi?

Prodüksiyon şartlarını bulamamış olmamızdan. Açıkçası biraz da korkuyordum. Ne de olsa Fransız seyircisini düşünerek yazmıştım, acaba oyun Türk seyircisine geçecek mi diye düşünüyordum. Ama Uluslararası İstanbul Tiyatro Festivali’nde oyun başladıktan beş saniye sonra, hissettim ki, muhteşem bir elektrik akımı var. Şimdi Türkiye’de sadece Türk oyuncularla yeniden sahneye koymak istiyorum. Devlet ya da Şehir Tiyatroları’na başvuracağım. İlgilenen özel tiyatrolar olursa ona da açığım elbette. Bir Türk yazarın Fransa’da beğenilmiş, bunca farklı dile çevrilmiş, Türk seyircisinden de böylesine onay almış bir piyesinin Türkiye’de gerçekten sergilenmemesi absürt ve yazık olur. Bu da buradan, gazete sayfalarınızdan kültür yöneticilerine bir feryat olsun, belki bir duyan çıkar. Bu arada Tilbe Saran ve Serra Yılmaz’ın, muhteşem oyunculuklarının dışında, bir de beni ve tüm ekibi inanılmaz bir sevgiyle sarıp sarmaladıklarını belirtmek zorundayım. Böyle oyuncularla sahneye koymak çok önemli tabii. Hani aynı partisyonu bir Stradivarius kemanla çalmak var, bir de Unkapanı’ndan alınmış bir telli çalgıyla tıngırdatmak var, onun gibi bir şey.

Sibel Oral

Taraf

Paylaş.

Yorumlar kapatıldı.