Sanat, Halkı Yok Saydığı İçin Tophane Olayları Oldu

Pinterest LinkedIn Tumblr +

Rol aldığı filmlerde unutulmaz oyunculuklar ortaya çıkaran Ahmet Uğurlu, sıradan insanları kahramanlaştırmanın derdinde olduğunu söylüyor.

Çocuksu utangaçlığını hâlâ üzerinden atamadığını belirten Uğurlu ile kişisel hayatından memleket meselesine kadar ne varsa konuştuk. Onunbir filmi kabul etmesinin üç şartı var: Özgün ve samimi olması, bu toprakların kokusunu taşıması…

Çok iyi bir oyunculuk sergilemenize rağmen rol aldığınız film sayısı çok az. Neden?

Sinemaya çok geç başladım çünkü tiyatro ağırlıklıydı yaşamım. Ve sinemadan gelen teklifler pek ilgilendirmedi beni. Teklifler çoğalınca insan bazı ilkeler ediniyor. Ama zaman zaman anayolda ilerlerken tali yollara sapılıyor. Önemli olan, tekrar anayola çıkışı bulabilmek.

Anayol tiyatro mudur?

Aslında ne tiyatroyu, ne sinemayı, ne televizyonu birbirinden ayırmadım, birini birine üstün görmedim, sadece seçicilikte bulundum. Hepsine aynı ciddiyetle yaklaştım. Benim için yaptığım işlerde özgün, samimi ve bu toprakların kokusu olması önemliydi. İçini doldurmaya çalıştım ama başarılı oldum mu, olmadım mı bunu zaman gösterecek. Sanatta başarısızlığı filan kabul etmiyorum. Gladyatör değiliz ki? Bizim yaptığımız bireysel bir sanat değil, kolektif bir iş. Şans faktörü de çok önemli. Senaryo tam düşündüğünüz gibi olur da yönetmen sizin düşünceniz dışında yorumlayabilir. Benim bir de herkesin her gün karşılaştığı fakat farkına varamadığı sıradan insanları kahraman yapmak gibi bir derdim oldu. Yavuz Selim’i oynamak bir şey değil. Sanat metafizik içerir, görüneni değil görünenin arkasındakini açığa vurur.

Kendinizi şanslı addediyor musunuz?

Belki de şanssızım, daha çok şans elde edebilirdim. Şansı yakalamak insanların elinde ama bizim meslekte şans çok önemli. Belli bir yeteneğe sahip işler destek görmediği zaman kör bir bıçak gibidir. Bu desteği görseydim, farklı şansları da yakalayabilirdim.

İlk filminiz Mine 1982’de idi. Tabutta Rövaşata’yı 14 yıl sonra çektiniz. O uzuuun süre kırgınlık sonucu mu?

Gençtim o zamanlar. Bana gelen teklifleri tiyatrocu olduğum için kibarca reddediyordum. Mine filminde okuduğum senaryo ile ortaya çıkan şey çok farklı idi. Bu hakim olamadığım bir durum. Benim için sinema muammalarla dolu. Müdahale edemeyeceğim şeylere pek bulaşmama gibi bir durumum oldu. Günümüzde oyuncu modern bir köledir. Yazılan metne, yönetmene, görüntü yönetmenine, kurguya bağımlısınız… Ancak kölelikten kurtulabilmesi için yönetmenin ve yazarın yorumuna bir başka yorum katabilmesi gerekir. Ama bu kez de özgürleşen köle durumuna düşüyor.

Hiç kendi filminizi yapmayı düşünmediniz mi?

Film çekmeyi düşündüm ama kendim çekeyim diye de düşünmedim. Çünkü onların da mutfağından yetişmeniz lazım. Koltuğumda on karpuz taşıma yeteneğim yok.

Yeni işlere adım atarken korkuyor musunuz?

Bu korkudan ziyade iyi bir eser, kalıcı bir şey bırakma isteği. Bunun da biraz elimde olmasını istiyorum. Bencilce belki ama doğal bir duygu. Bir şeye evet diyemiyorum. Belli konularda konuşup anlaşmam lazım.

Sinema, tiyatro, tv vazgeçilmez bir şey mi sizin için?

Allah’ım tiyatro, sinema olmasaydı ben yaşayamazdım gibi bir derdim olmadı. Çünkü öyle görmüş olsaydım dünyanın etrafımda döndüğünü filan farz ederdim. Böyle farz edenler de var, bu hastalıklı bir şey. 75 milyon içinde 3 bin kişi oyuncu, gerisi ne oluyor yani? Oyunculuğu ne kutsal olarak görürüm, ne de ‘Aman ya, olursa olur, olmazsa olmaz’ kabilinden görürüm.

Haluk Bilginer’in “Babam öldü ama hâlâ sahneye çıkarım .avşaklığına inanmam” açıklamasına ne diyorsunuz?

Bu tür magazinsel malzemenin içinde maydanoz durumuna düşmek istemem. Haluk Bilginer de ona cevap verenler de gayet ölçüsüz davrandılar. Meselenin özü şu: Artık bilim tartışılırken metafizik düşünce ile yola çıkmış tiyatro, sinema dünyasının bilimden daha öte iki kere iki dört eder gibi bir tavırla yaklaşılması çok yanlış bir şey. Bilginer’in ‘.avşaktır’ demesi de çok yanlış, ‘O aktör mü, tiyatrocu mu?’ diye yok farz edenler de çok yanlış. İki tarafta ölçüyü kaçırdı bu noktada.

Sizde bu denge ve iyimser bakış hep var. Polyannacılık mı bu? Hiç kırgınlık olmuyor mu?

Olmaz mı? Ben kimseyi kırmıyorum dersem yanlış olur, kırdığım insanlar da oluyor, kırdığım zaman da özür dilemesini biliyorum. Gerekirse tartışıyorum. Kendimi insan üstü bir varlık olarak görmüyorum. Olaylara bakarken önce bir tartıyorum, anlık kararlar yanlışa sürükleyebilir insanı.

Tophane olaylarına ne diyorsunuz?

Kentsel dönüşüm güzel bir şey, bu o topluluğu rafine ederek daha çoğulcu bir proje olarak görüyorum. Bunun için de sergiler, tiyatrolar açabilirsiniz. Burada yanlışlık, ötekileştirmeden dolayı biriken hınçtır. Orada bir sergi açıyorsanız oradaki halkı oraya ettirebiliyor musunuz? Yine aynı insanlar gidiyorsa ne anlamı vardır? TÜBİTAK, Bayrampaşa’da 11 mahallede çocukları toplayarak deneyler filan yapıyorlar. Bunu bilim dünyası başardı, sanat dünyası bunu beceremedi. Tophane’de sergi açarken herhangi bir esnafa gidip de ‘Bu akşam sergimiz var buyurun’ dediniz mi? Onları adam yerine koydunuz mu? Bu yok saymadır, iki gün sonra onlar da onu yok sayıyor. Kimsenin hiç bir kimseyi dışlayıp ötekileştirmeye hakkı yok.

Zaman

Paylaş.

Yorumlar kapatıldı.