“İslami Tiyatro Yoktur !”

Pinterest LinkedIn Tumblr +

Ulvi Alacakaptan ile Habervakti’nin yaptığı söyleşi:

Disiplinli okumak lazım, ama ben yapamıyorum

Kitaplarla aranız nasıl? Çok okuyor musunuz?

Yaşlılıktan hiçbir şikayetim yok. Böyle olacağını bilseydim, hep bu yaşlarda olmak isterdim, samimi söylüyorum. Belki biraz da her yaşı en güzel şekilde yaşamaya çalıştığım içindir. Fakat, gözlerim bozuldu işte. Malum, 40’tan sonra bozuluyor. Ve yakını zor görüyorum. Kitap okuma hızım da azaldı bu yüzden, çok üzgünüm. Ama yine de okuyorum. Kötü bir özelliğim var, son okuduğum kitabın çok etkisinde kalıyorum. Bir de, Türk halkının çoğu gibi biraz disiplinsiz okuyan bir adamım. Bir teori kitabı, bir deneme… Doğrusu böyle değil tabi. Örneğin faiz konusunu düşündünüz. Onun hakkında birçok kitabı sırasıyla okumak. Disiplinli bir okuma şekli geliştirmek yani.

Ama gençler genelde okumuyor değil mi?

Daha kötüsü var; kitaptan nefret ediyorlar. Ben bir ara, o geçiş döneminde kırtasiyecilikle uğraştım. Hocaları ödev veriyordu öğrencilere, kitabı okuyup özetini çıkaracaklar diyelim. Onu almıyorlar, özetinin bile fotokopisini çekiyorlardı. Ama sadece okumada değil, faaliyette de geriyiz. Okullarda faaliyetle uğraşan çocuklar yetersiz. Olsa bile, özellikle son sınıfta, veliler göndermiyor. Okul, “gelme de kursa git, sınava çalış” diye öğrenciyi uzaklaştırabiliyor kendisinden. Ama belli başlı okullara bakın, kalitesi ile bilinen okullara, onlar her sene iki-üç oyun çıkartıyorlar. Niye? Çocuğun gelişimine ne kadar katkısı olduğunu biliyorlar çünkü. Bizde YGS’ler, ÖSS’ler, bilmemneler.. Perişan bir hayatı var çocukların.

Sınavların içinde, çocuk bunalıyor. Eğitimden de tat almıyor bir zaman sonra…

“Millî Eğitim Bakanlığı” değil, “Millî Öğretim Bakanlığı” var. Eğitim atölye çalışmalarını, usta-çırak ilişkilerini içerir. Öğretim, sınıflarda yapılandır. Okul müdürleri ile konuşuyorum, onlar da rahatsız. Bakın, Türk insanının ideolojisi, üniversitede edindikleridir. O da üniversite bitince biter. Üniversite sıralarında herneyci ise çocuk, üniversite bittikten bir yıl sonra biter o duruş. Elindeki kitapları bile okuyamaz artık. Bunu sorgulamıyoruz. Hadi diğer insanları bırakalım, bizim Müslümanlar ne yapıyorlar? Bir hayat tasavvurumuz var mı mesela? Nasıl bir hayat istiyoruz? Var mı bir alternatifimiz? Yılbaşına alternatif olarak Mekke’nin Fethi’ni kutlamak bir alternatif değildir. Özgün bir şey, bir tasavvur yok. Müzikte mesela… İlk kaset çıkalı seneler oldu, çok az bir ilerleyiş var. Kardeşim, sen, eğer ki başka bir kültürle mücadele edeceksen, en az onun kadar donanımlı olman lazım. Hele bazı konularda beş katı donanımlı olman lazım. Allah’a dua ediyorum, beni sinemacı yapmamış. Çok zor. Tehlikeli birçok konu var, hiçbirini kullanamazsın. Yeni baştan bir şeyler oluşturacaksın.

İyi Müslüman olmam için, iyi bir tiyatrocu olmam gerekiyor

Tiyatroda da aynı sınırlamaları yaşadınız ama, değil mi?

Ben, hiç kadın oyuncu oynatmadım. Aslında kabul ediyorum, kadın olmadan bir şey tam anlatılabilir mi? Olmaz. Ama ben kullanmadım. Dedim ki, getirin bana fetvasını… Hasan (Nail Canat) abi mesela, son zamanlarda kullandı kadın oyuncu. Asla kınama gibi değildir. Hasan abinin bildikleri çoktur. Ama ben yapamadım. Bugüne kadar hâlâ aşamadım o konuyu. Şimdilerde bazen çocukların oyunlarında falan kullanıyorum ama tam olarak benim oluşturduğum bir şey değil o. E, benim oyunumda böyle oluversin. Zoruma gidecek değil ya? Bakın, çünkü ben onlarla yarışmıyorum. Ben kendimle yarışıyorum. Mesela bir ara bazı oyunlar geçti, çok niyetlendik oynamaya. Ama okuyorum okuyorum, kafama yatmayan bazı şeyler var. Bir hocamız vardı, Ashab-ı Kehf hakkındaki bir oyunu gösterdim. “Bazı İsrailiyatlar karışmış içine” dedi. Oynamadım, attık o oyunu. Çünkü ben iyi bir tiyatro yapmak istemiyorum, iyi bir Müslüman olmak istiyorum. İyi bir Müslüman olmamın yolu da tiyatro yapmaktan geçiyor. Çünkü benim marifetim bu.

“İslamî” sıfatını ticarette ve tiyatroda kullanmam

Yaptığınız tiyatroya “Dinî kaygılı tiyatro” mu diyorsunuz? Nasıl bir isim verdiniz?

Çok basit. İsmet Özel’in sözü var bu konu hakkında. “İslamî tiyatro olmaz, Müslümanların yaptığı tiyatro olur” dedi. O kadar. Çünkü İslamî dediğin zaman, kendini bir gruba kapatırsın, bu bir. Beğenmese bile, “İslamî abi” derler. İkincisi, kendinize zulmediyorsunuz. Öyle ki, yaptığınız her şey İslamî olamaz, herkes hata yapar. Ama sizin hatanızdan çok zarar görülür. Göz önündesiniz. Üçüncüsü de, ben böyle ticaret yapmam. Ben Müslüman adımı kullanarak ticaret yapamam.

Yaptığınız tiyatroyu temellendirsek, bir kuramı olsa. Bir okulu olsa mesela… Neden böyle bir şey yok?

İstemiyorlar. Ben, 94 senesinde Gösteri Sanatları Merkezi’ni kurdum. Bir amacı da bu toprakların rengini, kokusunu taşıyan, geleneksel Türk tiyatromuza yansıyan, çağdaş anlatım biçimlerini de kullanan, yerli bir tiyatro kurmaktı. Yerli, Müslümana uygun demekti. Bunu benim yapabileceğimi anladıkları anda destek olmadılar.

Pat diye söylüyorum ki, uyansın artık insanlar

Gündelik sohbetlerinizde dikkatimi çeken bir şey var. Söyleyeceklerinizi çok sert ve pat diye söylüyorsunuz. Tepki almaktan çekinmiyor musunuz hiç?

Tepki almaktan çekinmem. Beni alt eden zeki bir şeye çok keyiflenirim. Ama dediğim gibi, zekice olsun, edeplice olsun. Edepten kastım, küfür olmasın demek değil sadece. Ben pat diye söyleyip, bir uyanış gözlemlemek istiyorum.

Bu durumda, sizi ya çok seven ya da hiç sevmeyen diye iki grup mu oluyor? Arası pek olmuyor herhalde…

Hiç sorun değil. Mesela ben hayran kelimesinden nefret ederim. Hayranlık, içi boş bir şey. Sevilmek tabi ki güzel. Ama beni anlasın, öyle sevsin isterim. Tabi düşündüklerimi söylerim. Hani meşhur sözdür, aynen öyle: söylenen laftan korkmam, söylenmeyenden korkarım. Biraz da herkesin her şeyi söyleme, herkesin her şeyi yapma hakkı olduğuna inanmıyorum. Ehliyet diye bir şey var kardeşim. Seyirci eleştirmez mesela. Beğenir ya da beğenmez. Mesela sen, okumuşsun bu alanı, o oyunun dramaturjisi hakkında, nasıl daha iyi olacağını söyleyebilirsin. Bu bir eleştiri olur. Ama “yok abi beğenemedim, ne o öyle” derse bilmeyen biri, o olmaz. Eleştiriye benim elbette ihtiyacım var. Seyirci olmadan olmaz zaten. Ama herkes yerini bilecek. Ben sana saygı duyacağım, sen de bana duyacaksın.

Bu konuyla alakalı iki yazım var. Birincisi, “Seyirciye kulak verin, kulak asmayın”; ikincisi, “Seyirciye kulak verin ama kulağınızı kestirmeyin”. Çok da onun dediğine girerseniz, seyirci yönlendirir, profesyonel olamaz. Çok da seyirciyi görmemezlikten gelirseniz, “ben sanat yapıyorum, anlamasınlar, banane” derseniz, o da olmaz. Dengeyi bulmak lazım.

Şu an için ideal tiyatro projeniz nedir?

Olur ya da olmaz, bilmiyorum. Piyango falan da oynamadığım için, ödenek olur-olmaz bir şey diyemem. Ama, yazın çalışıp, üç ayrı oyun çıkarmak istiyorum. Aynı gün, biri Edirne’den başlayacak, biri Kars’tan. Her şehre gidecek o oyunlar. Bunu çok istiyorum. Zamanında biz, imkansızlıklar içinde neler yaptık. Şimdi neden olmasın?

Gençler tiyatro yapmak için gelsin, kapım açık

Tiyatroda yeni bir şeyler yapmak için uğraşan gençler var yine de.

Bizim çevrede çok göremiyorum.

Peki, bunun olması için uğraşlarınız var, değil mi? Usta-çırak ilişkisi ile yetiştirdikleriniz mesela… Bir şeyler yapmak isteyenler size ulaşsınlar mı mesela?

Ulaşsınlar tabi. Ben her zaman gençlere destek verdim. Mekânlarımız ve imkânlarımız da var. Ama, belirli bir görüşün içinde kalan, her grubun düşüncesine açık olmayanlar gelmesinler bana.

Tasavvufa girmeyi hiç düşündünüz mü?

Nasıl sahabeler çeşit çeşitse, insanlar da öyle. Tasavvuf benim meşrebime uygun değil. İkincisi, benim duygu tarafım biraz nasırlaşmış galiba. Ben İslam’ın bana göre yeterince derunî olduğunu düşünüyorum. Ayrıca bir derinliğe girmek istemedim. Bir takım kıssaları çok seviyorum. Zaten sanatçı olarak takip etmemem düşünülemez.

Altıncı kitap için uğraşıyorum

Sizi Cafcaf’ta gördük en son. Onun dışında yazmıyorsunuz şu an bir yerde değil mi?

Şu an başka bir yerde yazmıyorum, evet. Esas kitabımı yazmak istiyorum şimdilerde. Hayat hikâyemi yazmak niyetindeyim.

Sizin kitaplarınız apayrı bir yere sahip bende. Onlarla mizahı ve hayatı tanıdık. “Ağzınıza laik” ismiyle bile çok düşündürür insanı.

Kitaplar benim için bir yan ürün olarak ortaya çıktı. Yazılarımı bir araya getirmek istediler. İlk olarak gazetedeki yazılarım toparlandı. Ben hissettiklerimi dökmek, benden çıkmalarını sağlamak ve belge olarak kalmalarını kolaylaştırmak istiyorum. Toplam beş tane kitabım var. Şimdi de son kitabım için uğraşıyorum. Her şeyi yazsam, beni kim koruyacak, bilmiyorum (gülüyor) Ben o kadar cesur değilim, çünkü şunu gördüm. Siz bir hakikati söylüyorsunuz. Yanınızda olan dostunuz sizi yalanlıyor. Dolayısıyla, kitabın başına “hayal ürünüdür” yazmak istiyorum artık.

Son olarak neler söylemek istersiniz genç okurlarımıza?

Gençleri çok seviyorum ben. Hep gençlerle çalıştım, şu an da öyle. Şu an Bağcılar Belediyesi Tiyatro Okulu’nda 8 ila 56 yaş arası öğrencilerim var. Fakat şu da var, gençlik geçicidir. Bugün dudak büktükleri, yetersiz buldukları insanları veya uğraşları yirmi sene sonrasını düşünerek eleştirsinler. Tabi ki gençler söylemeli, konuşmalı. Ama bir pay da bırakmalılar.

Brecht’in bir şiiri ile bitireyim. “Bizden sonra geleceklere” diye bir şiirdir.

“Geçtik savaşların içinden

Ayaklarımızda, ayakkabılarımızdan çok ülke eskiterek

Biz ki, kardeşliği yaymak istedik yeryüzünde

Kardeş olamadık

Birbirimizle”

Habervakti

Paylaş.

Yorumlar kapatıldı.