Hepimizin İçindeki “Vahşet Tanrısı”…

Pinterest LinkedIn Tumblr +

Savaş Aykılıç

Oyun Hakkında: (Broşürden…)

Çocukları kavga etmiş olan iki aile “medeni bir uzlaşmaya varmak” istemektedir. “Kibarca” konuşmaya başlarlar aralarında. Ama sonunda kıyamet kopar. Çünkü hayatları farklı mutsuzluk biçimlerinden oluşan bu dostlarımız şu gerçeği bilmiyorlardır: İnsan aşkı ve evliliği hayalleriyle -yeteneğiyle- yaratır ve karakteriyle mahveder.

Karakter kaderdir!

Oyun Ne Anlatıyor

Oyun başladığı andan itibaren bu iki aile toplam dört karakteri yakından tanıdıkça; çocuklarının kavgasının hiç de tesadüf olmadığını, hatta çocukların şiddet ve vahşet kaynaklarını nereden aldıklarını çok net bir şekilde görüyoruz: “Armut dibine düşermiş!”… Ayrıca bkz. (Ne ekersen onu biçersin!…)

Hepimiz Potansiyel Vahşileriz

Hepimiz kravat takan vahşiler ve ilkelleriz… belki de… ve bu gerçek bir kriz/bir zorlanma/bir engel karşısında zaman zaman su yüzüne çıkıyor ve uygarlık maskemizi yırtıp atıyor olabilir mi?

Mikro ve Makro Düzeyde Vahşet

İki çocuğun ya da gencin kavgaları ve ortaya çıkan şiddet ile bunların makro düzeydeki karşılıkları olan çatışmalarla savaşlar arasında nitelik ve kaynaklık açısından bir fark var mıdır acaba? Dolayısı ile oyunda görmediğimiz ama bize anlatılan çocukların şiddetli çatışması üzerinden yazar biz seyircilere çocuklar ve onların ebeveynleri üzerinden modern insanın baskı altında tuttuğu ilkel yanının ortaya çıktığı andan itibaren insanlık için nelere mal olabileceğini anlatıyor olabilir mi acaba?

Oyun O Denli “Bizdenleşmiş” Ki Hiç Kimse “Fransız Kalamaz”

Yazarımız bu malzemeden dört dörtlük bir durum komedisi çıkarmış… Diyebilirim ki ilk defa izlediğim bir oyunda bir çeviri “çeviri kokmuyor”… Sahnede “Çeviri değil de uyarlama” tadında bir tiyatro dilinin oluşmasında oyuncularımızın da “bizdenleştirmek” konusundaki sanatçı yorumlarının payı yadsınmaz…

“Bizdenleştirmek” diye uydurduğum bu sözcük ve kavram üzerinde durmak istiyorum biraz… Bazı oyunlarda da görüyoruz: Bu “bizdenleştirmek” olmayınca oyuna “yabancı” kalıyor; “yabancılaşı-yoruz”…

Ben kendi hesabıma “bizdenleştirmek”i salt örneğin Fransa’da geçen bir oyunu/konuyu/kişileri (“Fransız kalmak” yerine!) ülkemize ve bizlere “yakınlaştırmak”tan ibaret ve dar anlamıyla almıyorum… Hayır… En geniş anlamıyla; oyuncunun “eğer” bu oyun ülkemizde ve bizden karakterlerce oynansa idi ne olurdu sorusuna verilen bir yanıt olarak anlıyorum…

Dolayısı ile seyirci olarak oyunu izlerken beni oyunun içine girmekten, nüfuz etmekten ve oyun içinde “zihinsel “sörf”ler yapmaktan” alıkoyan ne varsa; sahnedeki illüzyonu bozan ya da kıran (başta dil ve çeviri olmak üzere…) her türlü “yabancılaştırmadan” ve “kopmadan” uzaklaşmak “bizdenleşmeye” yakınlaşmaktır,diyebiliriz…

Kendimi oyuna ve oyun içinde geçen karı koca kavgalarına/çekişmelerine/atışmalarına öyle bir kaptırıyorum ki içimden “Şu Fransızlar hiç de Fransız değillermiş düpedüz bizim gibi canlı kanlı insanlarmış işte” diye düşünürken yakalıyıveriyorum…

Oyun o kadar “bizdenleşmiş” ki bence Nişantaşı-Teşvikiye’de geçiyordu… (Ya da ben bu yanılsama ile izledim…)

İyi Proje Avcısı ve İyi Bir Oyuncu Olarak Ülkü Duru

Çocuklardan aralarındaki kavgaları sırasında yaralananın annesi (Veronica) rolünde Ülkü Duru yine göz doldurucu bir performans ile karşımızda… Adı gibi “duru” bir oyunculuk… “Miss Margarida Yöntemi”, “Yangın Duası” ve “Kır”da gösterdiği başarı grafiği bu oyunda zirveye oturmasıyla taçlanmış… Bunda onun tartışmasız yeteneği kadar bu oyunları arama, bulma, keşfetme, ortaya çıkarma ve hatta ekiplerinin kurulmasında gösterdiği yoğun çabaların ve emeklerin de payı var…

Oyunculuğunun Ustalık Döneminde Bir Oyuncu Olarak Zafer Algöz

Veronica’nın eşi (Onu bu sıfatına vurgu yaparak tanıtmam boşuna değil çünkü oyunda baskın Veronica karakterinin baskısı altındadır) Michel rolünde Zafer Algöz her zamanki gibi yine “döktürüyor”…Müge Gürman’ın iki “Hamlet”inden biri de oydu… (Diğeri de Uğur Polat’tı…) Yeryüzünde bir eşi daha olmayan bu deneysel oyunda ve yorumda o, Hamlet’in dışa dönük yanını Şarlo tiplemesi üzerinden son derece başarıyla canlandırmıştı… “Atçalı Kel Mehmet”, “Amedeus” , “Çok Yaşa Komedi”den sonra bu oyundaki rolünün onu zorladığını söylemek zor… Ancak oyunculuğunun olgunlaşarak, sadeleştiğini (yalınlaştığını), durulduğunu, özlendiğini ve “Karakovan balı” tadı ve kıvamına geldiğini söyleyebiliriz… (Son derece tatlı ve kaliteli bir seyir keyfi vermesi anlamında…)

Özgün Bir Komedi Oyuncusu Olarak Zerrin Tekindor

Kavgada yaralayan çocuğun (Ferdinant) annesi Annette roünde Zerrin Tekindor İstanbul seyircisini her seferinde daha çok şaşırtmaya, daha çok sevmeye ve bağlamaya devam ediyor… “Müfettiş”in Karısı’nda başladığı deneysel komedi çalışmaları bu oyunda doruğa taşınmış görünüyor… Bu oyunda herkes ama bu oyuncu özellikle ayrıca incelenmeli… Çünkü bu son iki rolü ile iki defa Afife Jale ödülü aldı… Kişiliği olan çok “şahsına münhasır” (kendi kişiliğine özgü) çarpıcı bir oyunculuk… Oyunculuğunun şifreleri belki de onun çok iyi bir oyuncu olmasının yanı sıra bir de şimdiye kadar on iki sergi açan profesyonel ressam olmasındadır…

Her Oyunda Kendini Geliştiren ve Aşan Bir Oyuncu Olarak İştar Gökseven

Onun kocası Allen’i canlandıran oyuncu İştar Gökseven de çarpıcılık, parlaklık ve seyir keyfi açılarından diğer üç oyuncumuzla yarışıyor… Yavaş, emin, sağlam adımlarla ilerliyor oyunculuk kariyerinde, her seferinde daha iyiye, daha büyüğe… Takım oyunculuğunun sağlam ve yetenekli partneri… Yazarımız oynadığı tiplemeyi Yılmaz Erdoğan’ın yazdığı elinde telefonla dolaşan ve telefonu hiç düşürmeyen karakterinden çalmış!….

Sahnede birbirini parlatan, yıldızlaştıran dört usta oyuncudan su gibi akıp giden harika bir komedi… Yönetmeninden (Celal Kadri Kınoğlu) Dekor ve Kostüm Tasarımına (Serpil Tezcan), Işık Tasarımından (Ayhan Güldağları) Çevirisine (Zeynep Avcı) dört dörtlük, incelikli, usta işi bir oyun…

Kolektif oyunculuk, zamanlama, oyuncuların kendi aralarında ve seyirci ile kurdukları ilişkinin ve kan dolaşımının canlılığı… Anlatmakla olmaz, yaşamak lazım… Bu sezon DT’nin yaptığı yüz akı işlerden biri olduğunu söyleyebilirim… Ne bu performanslar her oyunda bulunur ne de bu kadro her zaman yan yana gelir… Kaçırırsanız 2011’in en iyi oyunlarından birini kaçırmış olursunuz…

Yazan: Yasmina Reza

Çeviren: Zeynep Avcı

Yöneten: Celal Kadri Kınoğlu

Dekor Tasarım: Serpil Tezcan

Giysi Tasarım: Serpil Tezcan

Işık Tasarım: Ayhan Güldağları

Asistanlar: Başak Özyönüm, Melissa Toklu

Sahne Amiri: Mehmet Dağlı

Kondüvit: Nil Nuran Tanrıseven

Işık Kumanda: Abdullah Basık

Rol Dağılımı:

Ülkü Duru

Zafer Algöz

Zerrin Tekindor

İşdar Gökseven

Paylaş.

Yazarın bütün yazıları için: Savaş Aykılıç

Yanıtla