Biz Sahip Çıkarsak Katillerin Hepsi Yargılanır…

Pinterest LinkedIn Tumblr +

Esra Aşan

Alternatif tiyatro mekanları arasında kısa bir süre önce yerini alan Mekan Artı, Toplumsal Bellek Platformu’nun katılımıyla geçtiğimiz günlerde Türkiye’nin Fail-i Meçhul Bırakılan Siyasi Cinayetleri adlı söyleşiye ev sahipliği yaptı. Türkiye’nin farklı dönemlerinde yaşanan siyasi cinayetleri unutturmamak için 10 Mayıs 2011 tarihinde düzenlenen söyleşiye Hasan Ocak’ın kardeşi Maside Ocak, Metin Göktepe’nin kardeşi Meryem Göktepe, Doğan Öz’ün kızı Bengi Heval Öz ve Ümit Kaftancıoğlu’nun gelini Canan Kaftancıoğlu katıldı.

Toplumsal Bellek Platformu (TBP), faili meçhul bırakılmış siyasi cinayetler nedeniyle yakınlarını kaybetmiş ailelerin oluşturduğu bir platform. Resmi kaynaklar tanımak istemese de insan hakları alanında yapılan çalışmalar Türkiye’de 17.000 faili meçhul cinayet olduğunu –ki kayıtdışı olanları dahil ettiğimiz de sayının daha da artacağını- ortaya koyuyor. Çalışmalarına geçtiğimiz sene başlayan platform içinde şu anda Türkiye tarihinde önemli izler bırakmış 28 aydının[1] ailesi bulunuyor. Pek çok etkinliğe katılıp Türkiye’nin karanlık geçmişiyle yüzleşmesini talep eden aileler, bu tarihi ve geçmişle yüzleşme talebini genç kuşaklara aktarmak ve bellek tazelemenin yanında adalet arayışlarına daha fazla kişiyi katmak istiyor.

90’lı yıllarda iki siyasi cinayet: Hasan Ocak ve Metin Göktepe

Hasan Ocak ve Metin Göktepe 90’lı yıllarda “terörle mücadele” adı altında kaybedilen binlerce kişiden sadece ikisi. Hasan Ocak, 95 yılının Mart ayında Gazi Mahallesi’nde gerçekleşen katliamın hesabını sormak isteyenlerden biriydi. Gazi olaylarını protesto eylemlerine katılan Ocak, 21 Mart 1995 günü gözaltına alınmış, ağır işkenceler gördükten sonra boğularak öldürülmüştü. Gözaltına alındıktan sonra kendisinden haber alınamayan Hasan Ocak’ı bulmak için yakınları her yola başvurdu. Tanıklar olmasına rağmen Hasan Ocak’ın gözaltına alındığı devlet yetkililerince kabul edilmedi. Hasan’ın akıbetini öğrenme isteği bile ailesine şiddet olarak geri döndü. Yakınlarının ve insan hakları savunucularının ısrarlı mücadelesi sonunda iki ay sonra Hasan Ocak’ın cansız bedeninin İstanbul Beykoz ormanlarında bulunduğu ve kimsesizler mezarlığına gömüldüğü öğrenildi. Ailesinin suç duyurusu sonuçsuz kaldı ve cinayetin failleri bulunamadı. Türkiye’deki yargılamadan sonuç alınamayınca konu Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne taşındı. Dava sonunda AİHM, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne göre Hasan Ocak’ın yaşam hakkının ihlal edildiği gerekçesiyle Türkiye’yi annesi Emine Ocak’a 25 bin euro manevi tazminat cezası ödemeye mahkûm etti. Ancak, Hasan Ocak’ın İstanbul Terörle Mücadele’de tutulduğunun ve devlet güçlerince öldürüldüğünün kesin bir şekilde kanıtlanamayacağını kaydetmesi üzerine Türkiye’deki insan hakları aktivistleri AİHM’in bu kararı alırken eksik bir soruşturma yürüttüğünü ifade etti ve AİHM’i politik karar vermekle eleştirdi.

Kardeşi Maside Ocak konuşmasında “Bu ülkede Mustafa Suphi ve 15 arkadaşının katledilişiyle başlayan gözaltında kayıp olayının Salih Bozışık, Sabahattin Ali’yle devam ettiğini, 80 darbesi sonrasında ve 90lı yıllarda özellikle Kürt illerinde çok fazla insanın gözaltında kaybedildiğini; bu şekilde geride kalanların üzerinde belirsizlik ve korku havası yaratmak istediklerini” belirtti. 30 yaşında yaşamını yitiren Hasan Ocak’ın öldürülmesinin ardından 15 yıl geçti ve ailesi hala hukuk mücadelesini sürdürüyor. Ergenekon iddianamesinde ortaya çıkan bilgilere dayanarak geçtiğimiz aylarda aile yeniden savcılığa suç duyurusunda bulundu. Talepleri reddedilen Ocak’ın ailesi yarım bırakılan soruşturmanın derinleşerek devam ettirilmesini istiyor.

Hasan Ocak cinayetinin, Türkiye insan hakları mücadelesinde bir dönüm noktasını işaret ettiği söylenebilir. Pek çok kayıp yakını ve çocuklarının ellerinden alınmasının hesabını sormak isteyen anne, Hasan Ocak ve Rıdvan Karakoç’un gözaltında kaybedilmesini protesto etmek amacıyla 27 Mayıs 1995 tarihinde Galatasaray Meydanı’nda bir araya gelmişti. Bu, bugün hala her Cumartesi saat 12.00’de Galatasaray Meydanı’nda bir araya gelip hesap soran Cumartesi Anneleri’nin ilk eylemiydi. 90’lı yıllarda her gün daha fazla destek bulan bu eylemler bizlere dayanışmanın gücünü gösteriyordu.

Metin Göktepe davası

Polis tarafından dövülerek öldürülen Metin Göktepe, Evrensel Gazetesi muhabiriydi. Ümraniye Cezaevi’nde öldürülen tutuklular Rıza Boydaş ve Orhan Özen’in cenaze törenlerini izlemek üzere 8 Ocak 1996’da Alibeyköy’e gitmiş, polisin ilçeye girmek isteyenleri engellemesi üzerine haberi izlemekte ısrarcı davranınca gözaltına alınmıştı. Gözaltına alınan yüzlerce insanla birlikte Eyüp Kapalı Spor Salonu’na götürülmüş ve onlarca tanığın önünde polisler tarafından dövülerek öldürülmüştü. Metin Göktepe’nin kızkardeşi Meryem Göktepe gazetecilik etiğinin gerçekleri olduğu gibi halka ulaştırmak olduğunu, Türkiye’de 1939’da Hasan Fehmi’nin 2007’de Hrant Dink’in katline kadar 83 gazetecinin öldürüldüğünü, hatırlatarak konuşmasına başladı. Birbiriyle hiç alakası yokmuş gibi görülen bu cinayetlerin, açığa çıkması istenmeyen gerçeklerin üzerine giden gazetecilere yönelik uygulanan bir devlet politikası olduğunu ifade etti.

Göktepe ailesinin adalet arayışı da diğer faili mechul cinayetlerde olduğu gibi pek çok zorluk ve yıldırma ile engellenmeye çalışıldı. Dönemin İstanbul Emniyet Müdürü ve İçişleri Bakanı önce Metin Göktepe’nin gözaltına alınanlar arasında olmadığını açıkladı sonra gözaltına alındığını kabul etti. Metin Göktepe’nin duvardan düşerek öldüğünü iddia eden yetkililere karşı, İnsan Haklarından Sorumlu Devlet Bakanlığı, Göktepe’nin gözaltında polis tarafından öldürüldüğünü açıklayan bir rapor hazırladı. Ailenin, Evrensel Gazetesi’nin ısrarlı mücadelesi sonunda İçişleri Bakanlığı soruşturma başlatmak zorunda kaldı.[2] Üç yıl süren davanın duruşmaları güvenlik gerekçesiyle pek çok il değiştirilerek görüldü. Konuşmasında Meryem Göktepe görevini yapmaya çalışan yargıçlara yönelik baskıya da dikkat çekti: Dava sürecinde sanık polislerin tutuklanmasına karar veren kadın hakim Fatma Nilgün Uçar’ın, Afyon’dan Edirne’ye sürgün edildiğini; kamuoyunun tepkisi üzerine İstanbul’a tayini yapıldığını hatırlattı. Karara ilişkin Yargıtay ve yerel mahkeme arasında uzun süreli gelgitlerin sonunda beş polis hapis cezasına çarptırıldı. Bir kısım cezaların infazı çıkan bir yasa ile “affedildiyse” de polislerin hapse atılması sağlandı, cezaları ise onandı.[3]

Metin Göktepe davası ile ilk kez bir gazeteci cinayetinin sanıkları mahkûmiyetle cezalandırılmış oldu. Aynı dönemde OHAL bölgesinde pek çok gazeteci cinayeti işleniyordu. Gazeteci İzzet Kezer, 92 Newroz’unda Cizre’de meslektaşlarının gözleri önünde panzerden açılan ateş sonucu öldürüldükten sonra açılan soruşturma sonunda tanık ifadelerine rağmen cinayetin failleri bulunamamıştı. Aradan yıllar geçmiş, konu aydınlatılamamış ve İzzet Kezer dosyası 90’lı yıllarda OHAL bölgesinde yaşanan pek çok gazeteci cinayetiyle birlikte rafa kaldırılmıştı.[4] Metin Göktepe davasında işletilen süreç hiçbir şekilde tatmin edici olmasa ve asıl suçlulara hiçbir zaman ulaşılmasa da en azından faillerden birkaçının ceza almış olmasının ailelerin çabası ve 90’lı yıllarda oldukça güçlü bir insan hakları hareketinin var olması sayesinde gerçekleştiği söylenebilir.

Doğan Öz’ün kontrgerilla raporu

Söyleşinin üçüncü konuşmacısı Bengi Heval Öz’ü pek çoğumuz yer aldığı sinema ve tiyatro projeleriyle tanıyoruz. Bengi Heval Öz bu buluşmada babası Doğan Öz’ün katledilişinin hesabını soran biri olarak konuşuyordu. Babasını 5 yaşındayken kaybeden Bengi Heval Öz, “öldürme!, çalma!, yalan söyleme!…” denerek aşılanan etik değerlerin bizzat devlet tarafından nasıl ihlal edildiğine çocuk yaşında tanık olmuş. Onu mücadeleye iten nedeni, adalet arayışının sistem içinde karşılığının olmaması ve bu cinayetlerin yok edilmesine karşı çıkmak olarak tanımlıyor.

Doğan Öz, 70’li yıllarda Türkiye’de devlet içinde kontrgerillanın var olduğunu açıklayan[5]; 24 Mart 1978 tarihinde öldürülen bir Cumhuriyet savcısıydı. Hazırladığı ön raporda Kontrgerilla örgütlenmesinin hedefini şu şekilde ortaya koymuştu: “Amaç, demokrasi umudunu yok etmektir. Şiddet olayları, anarşik eylemler olarak nitelendirilebilecek kadar basit değildir… Bütün bu çalışmalar içinde askerî ve sivil güvenlik güçleri vardır. Kontrgerilla, Özel Harp Dairesi’ne bağlıdır. Sivil güvenlik güçleri içinde de, MİT elemanları ve 1. Şube görevlileri kullanılmaktadır.”

Ölümünün ardından açılan dava askeri mahkemelerde görüldü ve 7 yıl sürdü. Bengi Heval Öz, bu süreçte eşi benzeri olmayan gelişmelere imza atıldığını söylüyor: Sanıklardan İbrahim Çiftçi, Doğan Öz’ü öldürdüğünü kabul ediyor ve askeri mahkeme sanık hakkında idam kararı veriyor. Dosya askeri yargıtaydan 4 kere geri dönüyor. Mahkeme her seferinde idam cezasına çarptırıyor. En sonunda nihai karar tutanaklara şu şekilde geçiyor: “Çiftçi’nin Doğan Öz’ü taammüden öldürdüğü mahkememizce sabit görüldü. Ancak Askeri Yargıtay Daireler Kurulu’nun kararına direnilemeyeceğinden sanığın beraatına…” Tarih 9.1.1985[6].

Geçtiğimiz Mart ayında ölümünün yıldönümünde Öz ailesi ve Toplumsal Bellek Platformu; katilleri aklayan 12 Eylül rejimi döneminin yetkililerinin, darbeyi yapan dönemin görevlilerinin, bu işe katkıda bulunan MİT’in Seferberlik Tetkik Kurulu’nun yargılanması için yeniden suç duyurusunda bulundu.

Binlerce kayıp yakınının adalet arayışı ve mücadelesi devam ediyor. Konuşmasında Meryem Göktepe’nin de dediği gibi Türkiye’nin geçmişiyle yüzleşmesi ancak kararlı ve örgütlü bir insan hakları mücadelesinin yükselmesiyle mümkün olabilir. Dünyadaki pek çok ülkede olduğu gibi halk örgütlü mücadeleleriyle cuntacılarıyla hesaplaşabilir.  İhtiyacımız olan “Biz sahip çıkarsak katillerin hepsi yargılanır” diyen sesin çok daha güçlü çıkması…

***

Mekan Artı’da düzenlenen Türkiye’nin Fail-i Meçhul Bırakılan Siyasi Cinayetleri adlı bu etkinliğin Türkiye’nin yakın tarihinde yaşanmış ve yaşanmakta olan siyasi cinayetler hakkında oldukça bilgilendirici olduğunu söyleyebilirim. Aradan yıllar geçtikçe unutulan/unutturulan bu gerçekleri ve adaletsizler karşısındaki mücadele deneyimini bizlere yeniden hatırlatıyor. Bu etkinliğin bir gösteri sanatları mekânında düzenlenmiş olmasının da oldukça önemli olduğunu düşünüyorum. Toplumsal sorunları görmeyen ve ya iktidarın yanında duran bir sanat anlayışı karşısında sanat çevrelerini sistemi sorgulamaya davet ediyor.

Etkinlikle ilgili üzülerek değinebileceğim nokta ise etkinliği, konuşmacı sayısının iki katı kadar seyircinin izlemiş olması. Bu katılım düşüklüğünün nedeninin ilgi eksikliğinden ya da organizasyonla ilgili bir sorundan mı kaynaklandığını bilemiyorum. Bilindiği gibi kısa bir süre önce altı alternatif mekan, bir araya gelerek “Alternatif Tiyatro Mekanları Ortak Girişimi” adı altında önemli bir platform oluşturdu. Amacını mekânlarının devamlılığına katkı sağlamak ve ortak sorunlara birlikte çözümler üretmeye çalışmak olarak tanımlayan bu platform içinde etkinliklerin duyuru ve etkinliklere katılım örgütlenmesi konusu ayrıntılı ele alınabilirse gösteri sanatları mekânlarındaki etkinlikler daha fazla seyirciyle buluşma imkanı bulabilir.


[1] http://www.toplumsalbellekplatformu.com/default1.asp?l=tr&kid=4&lid=1

[2] Dava süreciyle ilgili ayrıntılı bilgi için: http://www.metingoktepe.com/davahakkinda.php

[3] http://bianet.org/bianet/bianet/15725-dayanisma-olamasaydi-goktepe-davasi-olmazdi

[4] OHAL’den Korku Notları, Celal Başlangıç, Radikal Gazetesi, 21/06/2004, http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=120005

[5] “Doğan Öz’ün Raporu (1)”, Birgün Gazetesi, 1 Aralık 2005 http://www.birgun.net/writer_2005_index.php?category_code=1186744205&news_code=1133401020&year=2005&month=12&day=01

[6] “Doğan Öz’ün Katilini Beraat Ettirdiler”, İpek Çalışlar, bianet, 27 Mart 2004 http://bianet.org/bianet/bianet/31696-dogan-ozun-katilini-beraat-ettirdiler

Paylaş.

Yazarın bütün yazıları için: Esra Aşan

Yanıtla