Avignon’dan Dönebilmek

Pinterest LinkedIn Tumblr +

Nedim Saban

Öncelikle şunu belirtmeliyim ki, BirGün Gazetesi’nin ciddi okuyucu profili herhalde iki hafta önceki yazımda Avignon Tiyatro Festivali’nin ardından kendimi merkez medya yazarları gibi kumlara atacağıma, en güzel şaraplar, 100 Avroluk lokantalar hakkındaki yazılar döşenip, sahilde bulduğum kızlarla Pazar röportajı yapacağıma pek içerlemiş olacak ki, iki yıldır  internetin pek yaygın olmadığı Küba’dan bile yazılarını zamanında yetiştirmeyi becermiş olan bendeniz, bu kez yol programındaki ani bir değişiklik nedeniyle yazımı yetiştiremedim.

Herhalde Pazar sayfasının mizanpajı ve görüntüsü çok rahatlamıştır.

BirGün gibi demokrat gazetelerde yazdığı yazıdan dolayı “uzun bir tatile çıkartılmış olmak” gibi bir mesele olmadığı için, bu hafta medya sitelerine BirGün’den kovulduğumla ilgili bir dedikodu da yansımadı.

Artık mizah yapmamaya söz veriyorum çünkü acı bir biçimde gerçek oluyor!

Yalnız yarıda kesmek zorunda kaldığım tatilimin son karelerinden birini paylaşayım: Avignon yorgunluğuyla kiraladığımız bir arabada St. Tropez sahillerini dolaşırken, paranın tuhaf bir biçimde el değiştirdiğini, koca koca yatları (hatta hücumbot mu demeliyim) kiralayan Rus milyonerlerin gecenin ortasında bikinili kızlarla şampanya ve ıstakoz partileri yaptığına tanık oldum.

Yanımdaki Fransız dostlarım buna şaşıradursun, Özal’dan beri paranın hızla el değiştirdiği bir ülkede yaşadığım için ben gayet doğal karşıladım. Ancak, açıkçası, Türkiye’ye döndüğümde barış için yüzme rekoru kırmayı hedefleyen bir gence “b..k yoluna gitmekten korkmuyor musun” diye soran Ayşe Arman kadar geniş bir hayal gücüne sahip olamadığım için azıcık da üzüldüm.

Paranın el değiştirmesinden öte, idealistlere b..k yolunun öngörüldüğü alaturka kapitalizmde yaşayan bir birey olarak, Avignon’da 23 gün içinde bine yakın perdenin ardı ardına açılması on binlerce kişinin hâlâ tiyatroyu bir ideal olarak seçmesi ve yüz bini aşkın insanın bu kenti salt tiyatro için ziyaret etmesi, beni sevindirdi.

Ayşe Arman’ları da şaşırtmıştır mutlaka…

Sabah dokuz buçukta sokağa çıktığınızda yüzlerce afişin altında, oyun kıyafetleriyle, sanatlarını sizlerle paylaşarak bilet satmaya çabalayan kişilere rastlayınca, böyle bir şenlik Türkiye’de olsa ve oyuncular sabahtan akşama kadar sokak sokak dolaşarak seyirci toplamak adına oynadıkları oyunları, sanatsal yaklaşımlarını anlatsa nasıl bir tepki alırdı diye düşündüm.

Sanatın konuşulmadığı, sokağa çıkmadığı, tanıtılmasının, yaygınlaştırılmasının, pazar payı bulmasının “ayıp” sayıldığı bir ülkede, sahte çantalarımız, cep telefonlarımız, taklit marka tişörtlerimiz ve yarattığımız medya ikonlarıyla idealistleri b..k yoluna giden kişiler olarak yargılamak serbest.

***

Avignon’da resmi festivalin dışında, off Avignon kapsamında yüzlerce oyun her öğlen 12.00’den gece yarısına kadar adeta sinema seansları gibi akıp gidiyor. Bir tek salona takılıp, aynı günde 6 oyun izlemek mümkün. Bu yüzden, kanımca oyunların prodüksiyon kaliteleri düşük, dekorları çok hızlı biçimde kurulup sökülüyor, özel bir ışık düzenleri yok, oyuncular ise sokakta tanıttıkları oyunları aynı kıyafetlerle sahnede oynuyor. Bir sonraki seansın yetişmesi için, ortalama bir oyunun 75 dakika civarında sürdüğü düşünülürse, bence ciddi biçimde bir makaslama da söz konusu!

Yine de çok ilginç oyunlar keşfetmek, iyi oyunculara rastlamak, yaratıcı yorumlar yakalamak mümkün.

Meydanda tanıştığım kumpanyanın oyuncuların peşleri sıra Feydeau’nun yaratıcı bir yorumunu izleme şansım olmayacaktı, çünkü 375 sayfalık programda en son seçeceğim oyunlardan biri buydu.

Avignon’da izlediklerimi bir tek yazıya sığdırmak mümkün olmadığına göre, ben size paranın el değiştirdiği St. Tropez’de akşamın dokuzunda Rus milyonerlere bikiniyle servis yapan kızlardan yola çıkarak, neredeyse bütün yazarların meydana çıktığı festivalde hiç rastlayamadıklarımı anlatayım.

Brecht, bir iki prodüksiyon dışında neredeyse yok gibiydi. Neden derseniz? Cevabı bir üst satırda gizli. Tiyatronun tüm dünyada gerçeklerle bir yüzleşme sorunu olduğu kesin! Öte yandan duyarlılıkların ozanı Tenesse Williams tamamen kaybolmuş. Bir gazetecinin bir rekortmene “b..k yoluna gitmekten korkmuyor musun diye sorduğu bir dünyada” Williams seyirci çekmeyecektir kuşkusuz.

Üçüncü cinsin yavaş yavaş kendine yer bulduğu ve kimliğini kabul ettirebildiği festivalde, kadın yazarlar yok denecek kadar az, kadın sorunları gündemde değil. Öte yandan, kadın yönetmenlerin sayısı sevindirici biçimde yaygın, tiyatro “erkek egemen” bir sanat olmaktan kurtarılmış.

Avignon’da Fransız Tiyatrosu’nun öne çıktığı bir gerçek tabii, ama insan Dario Fo’lardan Vaclav Havel’lere, Shakespeare’lerden Moliere’lere, Çehov’lardan Ionesco’lara uzanan seçkide, özellikle ekonomik kriz, işsizlik gibi konularla boğuşan Avrupa’da Arthur Miller’lerin, dünyadaki savaşların çoğuna dolaylı olarak neden olan ama izleyen Avrupa’da Edward Bond’ların daha çok gündeme gelmesini diliyor.

Paris’ten Avignon’a trenle gittim. Gare du Nord’da tren değiştirenler, göç, ırkçılık ve onların sorunları güneye hiç inmemiş. Tiyatro ne kadar sokağa fırlarsa fırlasın, hâlâ beyaz ve en önemlisi öfkesiz, cici! Eee durum böyle olunca, St. Tropez’de meze olma ve b..k yoluna gitme tehlikesi de haliyle öne çıkıyor tabii.

Birgün

 

Paylaş.

Yazarın bütün yazıları için: Nedim Saban

Yanıtla