Macide’m

Pinterest LinkedIn Tumblr +

Nedim Saban

Parantezin açılamadan kapandığı bir haftaydı. Macidem’i aldı benden.

Hıncal Uluç, Macide Tanır için, soyadına ad ekleyenlerdendi demiş. Doğru! Tiyatromuzun Macidesiydi.. Büyük Macide! Onu hak ettiği gibi anlatmayı, daha geniş bir yazıya saklıyorum. Yine de sığdırabileceğimi sanmam!

Tören boyunca herkes farklı açılardan anlattı Macide’yi. Zeliha Berksoy, tiyatro tarihinde nerede konumlandırılması gerektiğini çok güzel dile getirdi, Gencay Gürün de büyük bir oyuncunun role yaklaşımından söz etti. Ders niteliğinde konuşmalardı! Ama ne yazık ki, bu dersle ilgilenen konservatuar öğrencilerinin sayısı yok denecek kadar azdı.

Bu çocuklara tiyatroculuğun, sadece rol yapmak olduğunu mu öğretiyor hocaları? Macide’yi izleyecek kadar şanslı olamamışlar, bari uğurlama töreninde bir şeyler öğrenmeyi deneyemezler miydi?

Dizilerde popüler olan bir yıldız gitse, cenazede en ön sırada yer alırlar, kendilerini yapımcılara sunarlardı kuşkusuz…

Ben konservatuar hocası olsam, “bugün derse gelmeyin, gidin Macide’yi araştırın” derdim.

Hadi konservatif konservatuarda yoklama zorunluluğu filan var diyelim, özel okulların öğrencileri nerede? Macide gibi insanların IPhone uygulamaları filan çıkmayacak. Ustalara yaşam sırasında tanıklık etmek gibi bir sorumluluğu yok mu? Toplumun belleği böyle çalınıyor, yok ediliyor işte.

Tiyatro Dergisi, tiyatro ustalarının belgesellerini yapma fikrini harika biçimde hayata geçirdi. Önce Macide Tanır’dan başlamışlardı. O titiz insanı bile mutlu edecek harika bir iş çıkmıştı ortaya. Ne yazık ki çabaları, maddi olanaksızlıklar yüzünden yarım kaldı, ne mutlu ki bize 12 ustanın belgeselini hediye ettiler.

Şimdi Macide’nin arkasından açılması gereken birkaç parantez…

1) İnsanlar, sadece anılara değil, vefa duygusuna da sığınırlar cenazelerde. O niye gelmemiş, bu niye yoktu diye yazmak yaraşmaz ama gözlerim zamanında Macide’ye şiir bile yazmış olan bir edebiyatçıyı ve yazdığı ilk oyunda Macide Tanır’ın oynadığı şanslı yazarı çok aradı!

2) Lemi Bilgin, kendisiyle hiç ilgisi olmadığı halde, kurumun vefasızlığını kabullenerek, bir kez daha ne kadar büyük bir tiyatro insanı olduğunu kanıtladı. Sadece göstermelik bir sahiplenme değildi bu, İstanbul Devlet Tiyatrosu Müdürü de hastalığı süresince yalnız bırakmamıştı Macide’yi.

3) Devlet sanatçılığı nedir? Neye yarar? Tören boyunca bunu anlayamadık. Devlet erkânından birkaç çiçek vardı, ama o çiçekler kebapçı açılışlarına da yollanıyor. Macide’nin: “Devlet sanatçısı uçağa önden binermiş, tabi uçağa binecek para bulursa” sözü bir kez daha doğrulanmış oldu..

4) Bilgesu Erenus’un, tören sonrasında benimle paylaştığı ve mutlaka belgelenmesi gereken bir not vardı. Macide, 2000’li yılların başlarında ölüm oruçları ve tecritler konusunda eylemci tavrını koymuştu! Üstelik bunu devlet sanatçısı unvanıyla yapabilecek kadar dik bir duruşu vardı.

5) Atatürkçüydü, laikti, inançlıydı, solcuydu. Bütün bunların aynı anda aynı bedende yaşanabileceğini ve birbirleriyle zıt kavramlar olmadığını kanıtlayan bir yaşam çizgisi vardı.

6) Hayatında İstanbul’a gelmek, sahneye geri dönmek gibi doğru kararlar veren Macide’nin en son verdiği doğru karar, mal varlığını Türk Eğitim Vakfı’na bağışlamak olmuştu. Türk Eğitim Vakfı, sanatçıya hak ettiği değeri verdi, onun bakımını en iyi şekilde üstlendi. Üstelik gerek Koç Ailesi, gerek vakıf yöneticileri bunu kuru bir görev olarak değil, bir insanlık görevi olarak yaptılar. Evde, hastanede, ölüm döşeğinde hep yanındaydılar, hep içtenlikle ağlıyorlardı.

7) Prof. Haberal, Macide’nin hasta yatağının başına şefkatli hemşireler, doktorlar yollamış, Başkent Hastanesi’nin tüm olanaklarını seferber etmişti. Her hastane ziyaretimde , bu büyük bilim insanını içeride tutarak, dışarıda kaç hastanın umutlarının öldürüldüğünü düşünmüştüm. Haberal, hayat kurtarabilecekken, Haberal’ın hayatını kurtarmak zorunda kaldığımız bir Türkiye’de yaşıyorduk.

Sosyal medyada Macide, Süha Arın’ın “Safranbolu’da Zaman” belgeselindeki nefis şiiriyle hatırlanıyor. Ancak ona hasta haliyle horon teptiren bir densizin, bence kaydedildiğinin farkında bile olmadığı bir aşağılık görüntü de dolaşıyor. Macide dans etmeyi severdi, hayat doluydu ve kuşkusuz öyle hatırlanmak isterdi.

Ancak, hasta haklarını ihlal eden bu kaydın, hem de kutsal bir meslek seçmiş olan bir hastabakıcı tarafından paylaşılmasın, değil meslek etiğiyle insanlıkla bile bağdaştıramıyorum. Çok iyiniyetli, sevgi dolu bir şey olsaydı, kaydı kendine anı olarak saklardı, ancak çirkin biçimde dans ederek, kendi avamlığını ve zavallılığını da cömertçe sergilediğine göre, belli ki şöhret peşinde!

Macide’min mezardan çıkıp haddini bildirmesi imkansız ama belki bu yazı Silivri zindanına ulaşır ve Prof. Haberal’dan gerekli dersi alır.

Birgün

Paylaş.

Yazarın bütün yazıları için: Nedim Saban

Yanıtla