Gül Bahçesinde Bir Macbeth

Pinterest LinkedIn Tumblr +

macb[Tilda Tezman’ın Güneş Tiyatrosu’nun Macbeth yorumu hakkındaki yazısının bir bölümünü yayınlıyoruz]

Fransa’nın ilginç kurumlarından Güneş Tiyatrosu, 50. Yılını Macbeth ile kutluyor. Efsane tiyatro yönetmeni Mnouchkine, yine sahnede kendine has bir büyü yaratıyor. Oluk oluk akan kan sahneye yağan binlerce gül yaprağıyla simgeleniyor.

Güneş Tiyatrosunun (Théâtre Du Soleil) 50. yılını ve Shakespeare’in ölümünün 450. yılını kutlayan Mnouchkine, büyük İngiliz dramaturgu Macbeth ile selamlıyor.

Büyük usta Ariane Mnouchkine, Güneş Tiyatrosunu 1964 yılında kurdu. Dünyanın dört bir yanından gelen her ırktan, her dinden sanatçıların kolektif gösteri yaptıkları bu kumpanyadaki sanatçıların tümü eşit maaşla çalışır. Mnouchkine her gösteri öncesi bizzat açtığı kapıda seyircisini karşılar, biletleri keser, hatta onlara, mutfaklarında hazırlanan özel çorbayı servis eder. Güneş Tiyatrosu, Paris’teki gösterilerini, eski bir askeri fişek fabrikası olan Cartoucherie’de yapar. Chateau de Vincennes’de bulunan Cartoucherie, Paris’in merkezine yarım saat uzaklıktadır.

1981 ve 1984 yıllarında, Güneş Tiyatrosunda sahnelenen II Richard, Kralların Gecesi ve IV Henry oyunlarından sonra, Mnouchkine bu yıl Macbeth’i sahneye koyarak, Shakespeare’e dönüş yapıyor. Bu İskoç trajedisi, eski çağlarda değil, aksine günümüzde geçiyor; öyle ki çağdaş referanslar eksik değil: Bu Macbeth oyununda tiranların eğlencesi haline gelen televizyon alıcılarına ya da oyuncuların haberleri okuduğu bilgisayar ekranlarına yer veriliyor. Shakespeare’in eserindeki kahramanlar, Mnouchkine’in Macbethinde yok; nitekim Macbeth sıradan bir subay olarak takdim ediliyor.

Macbeth dibe vurmuş; ikinci sınıf adi bir subay… Haki üniformasıyla, ya da mavi yakalı denizci kıyafetiyle, ya da kravatlı sivil kostümüyle Serge Nicolai, katil Macbeth’i enerji yüklü bir oyunculukla yorumluyor ve bu karakterin vasatlığını ve aşağılık tarafını her daim vurguluyor. Lady Macbeth ise bu oyunda, Shakespeare’deki mitolojik yanını bir nebze koruyor: Siyah bir Jean giyse de, bir banyo küvetinde kan izlerini yok etmeye çalışsa da, hala zarif ve asil.

Lady Macbeth rolünü oynayan Nirupama Nityanandan’ın ağır aksanı seyirciyi biraz hayal kırıklığına uğratıyor. Lady Macbeth’in oyundaki “aurası”, kocası Macbeth’inkinden daha etkin olsa da çift olarak inandırıcı değiller. Macbeth – Lady Macbeth düosu, gösterinin genel akışı olan sürekli mekân ve dekor değişimiyle paralel seyrediyor.

KAN YERİNE BİNLERCE GÜL YAPRAĞI

Perde, bir savaş alanında askerlerin çarpışmasıyla ve köylü yüzlü büyücülerin ortaya çıkmasıyla açılıyor. Art arda değişen imgeler, birdenbire çiçeklerle bezeli bir bahçeye dönüşüyor. Hemen ardından bir bahçe, bir yatak odası, bir salon, bir yemek odası, devasa bir davet masası, muhabere meydanı, kralın helikopterden inişi, atların dolaştığı alan gibi devamlı değişen mekanlar. Tam bir enstalasyon balesi…

Oyuncular hep gündelik kıyafetler içinde, yine de arada sırada birkaç kilt etek, bize İskoçya’da olduğumuzu hatırlatıyor. Dekor teşkil eden elementlerin hepsi tekerlekler üstünde gidip gelirken, kalabalık bir ekip de sürekli sahnenin yerini süpürüyor; çünkü etrafa saçılan binlerce gül yaprağını süpürmek lazım. Kırmızı güller, durmadan akan kırmızı kanın metaforları. Bu dekor sistemi, Güneş Tiyatrosunda 30 yıldır kullanılıyor. Mnouchkine oyunlarına alışık seyirci için bir yenilik taşımıyor. Ama yine de bir anda yapılıp, bir anda bozulan bu dekorlar, oyuna teatral bir hava veriyor.

Güneş Tiyatrosunun mihenk taşı olan, sahne tasarımcısı Guy-Claude François’nın ani ölümü nedeniyle Mnouchkine, rejiye başka çözümler getirmiş. Hiç kimse, tek başına, dekora imza atmamış; her bir dekor elementi değişik kimselere tasarlattırılmış, ama hepsi ortak bir stille çalışmış. Sahnede, her şey büyük bir uyum içinde. Müzik, Jean-Jacques Lemêtre’e teslim edilmiş. Sahnede 40 oyuncu, çoğu amatör. Bu Fransa için bir rekor. 35 sahneyle büyük bir prodüksiyon. Aylarca süren çok sıkı bir çalışmanın ürünü. Dört yıldır yeni bir oyun sahnelememiş olan Mnouchkine, Shakespeare’in en kısa trajedilerinden biri olan Macbeth’i, 3,5 saatlik bir rejiyle sahneye taşıyor.

MACBETH’İN YOLU

Başarılı, şanlı büyük kumandan Macbeth’e ne oldu? Sevilen, sayılan, sürekli ödüllendirilen, kralın gözdesi bu güzel adama ne oldu? Mutlu olmak için her şeye sahipti: Onu seven asil, zarif karısı, müthiş manzarasıyla muhteşem bir şatosu; Hayat her şeyiyle ona gülümsüyordu. Ve de bir anda her şey tepetaklak gidiverdi. Galibiyetinin hemen ertesinde, bir pazartesi günü, beyni sanki zehirli dişler tarafından ısırılmaya başlandı; sanki şeytandan bir telgraf gelmişti. Kim bilir belki de cadıların kehaneti “Kral olacaksın”. Beyninde tek bir sözcük: “Öldür”! Sanki “Veba” şatosunun kapısını çalmıştı. Ve yapılmaması gerekeni hiç tereddüt etmeden yaptı: Öldürdü.

Artık uyumak, yemek yemek, uyanmak, düşünmek, hissetmek ne mümkün… Zamanın ne geçmişi ne de geleceği kalmış. Geriye dönüşü olmayan bir yola girmiş. Bu yolda hep kan, hep kan, hep kan var. Dünyasını da Bu Büyük Rahatsızlık sarmış durumda. Her şey yok oluyor: arkadaşlık, güven, ilişkiler, ümitler, hazlar… Hatta korku bile onu terk ediyor.
Ya halkın durumu? Macbeth bunu hiç düşünmemişti. Onun tek hedefi o lanet olası taç’a sahip olmaktı. Ya unutulmuşlar, itilmişler, kakılmışlar? Kötülük hemen kapının arkasında duruyor. Macbethlere kapıyı açmalarına müsaade etmemeliyiz. Kötülük her daim hazırda bekliyor; bizler bunun bilincinde olup karşı koymalıyız.

Macbeth, kendi şatosunda misafiri olan Kral Duncan’ı öldürüyor. Katliam gecesi sahneden rahatsız edici sesler, fırtına, yağmur, çarpan pencereler ve kapılar, kuş çığlıkları duyuluyor. Bu kakofoni, katledilen kralın haykırmalarının üstünü örtüyor. Sonrasında, Macbeth’in ağır paranoyası ve Lady Macbeth’in intihar teşebbüsü…

Yazının devamı için tıklayınız.

Radikal

Paylaş.

Yorumlar kapatıldı.