Geçen Mevsimin En İyi Oyunları VII

Pinterest LinkedIn Tumblr +

Erdoğan Mitrani

Geçen mevsimin en iyi oyunlarında, geçen hafta bıraktığımız yerden devam ediyoruz.

GEÇEN MEVSİMİN EN İYİ OYUNLARI VII

İran asıllı İsveçli oyun yazarı Athena Farrokhzad, “Medea’ya Göre Ahlak” ta Evripides’in öyküsünü, tragedyanın bittiği yerden devam ettirerek egemenleri tehdit eden bir figür olarak gördüğü Medea’ya “Medea”dan sonra ne olduğu üzerine bir keşfe çıkar. Hem insan hem canavar Madea’nın çocuklarla ve erkeklerle ilişkisini, yaşadığı endişeyi/istismarı, kullanabileceği güce ilişkin vizyonunu ele alır Redingotuyla rahibi, çizgili pantolonuyla Şarlo’yu anımsatan Ahlâk, yaratıcılıkla yok ediciliği kendine hak sayan Medea’nın hem antitezi, hem iç sesi, kendi kendisiyle hesaplaştığı alter egosudur. Şenay Gürler’in olağanüstü Medea’sı kendini erdem ve ahlâk kavramlarını altüst eden bir anne, kadın, mülteci ve feminist olarak savunurken, Ahlâk’ı hem melek, hem şeytan, hem de soytarı olarak canlandıran Özgün Çoban’a kafa tutarak “asıl senin ihtiyacın vardı, çocuklarımı öldürmeme” diyerek sonunda onu da öldürür.

“Taxim”

Baba Sahne, İspanyol yönetmen Álex de la Iglesia’nın “El Bar” adlı filminden uyarladığı “Taxim”de, en iyi niyetle “orta halli” olarak nitelendirilebilecek bir filmi yeniden yazarak dört dörtlük bir metin oluşturmuş.

Gerilim ve merak duygusu yitirilmeden anlatıya keskin bir kara mizah duygusu katılmış, baskıcı düzen, özgürlüklerin kısıtlanması, adaletsizlik, pahalılık, salgın hastalık gibi hâlen gündemimizde olan konulara ve hatta gezi olaylarına inceden inceye değinilerek, oyun “bizden”leştirilmiş, olay örgüsü bir dereceye kadar arka plana itilerek, filmin hepsi iki boyutlu  karakterleri derinleştirilmiş, şoktaki insanların tepkileri, önceliklerin ve kişisel bencilliklerin ortaya çıkışı ustalıkla irdelenmiş. Yönetmen Emrah Eren’in temposu hiç düşmeyen sahnelemesi ve dört dörtlük oyuncu yönetimi her türlü alkışı hak ediyor. Kalabalık oyuncu kadrosunun müthiş başarılı ekip oyunculuğunda özellikle derinlikli akıllı delide Şevket Çoruh ve çok ama çok dozunda travestide Ozan Güven öne çıkıyorlar.

bir Ankara tragedyası “Misket”   

Kayhan Berkin’in yönettiği, “Misket”, karakterleri oyunun yazarı Turgay Korkmaz ile Orkuncan İzan’ın canlandırdığı iki kişilik bir oyun. Turgay Korkmaz’ın çok dozunda bir edebi tadı olan metni, dört kol çengi bir girişin ardından, tragedyanın sadece kaderle kader kurbanları arasında geçen ölümcül bir hikâye olmadığını, kimseye zararı dokunmayan iki kişinin, mahalle, aile ya da toplum baskısı yüzünden istedikleri ve hak ettikleri hayatı yaşayamamasının da en az onun kadar trajik bir olgu olduğunu ustalıkla açığa çıkarır. Kendisi de müthiş bir oyuncu olan Kayhan Berkin’in iki oyuncusundan elde ettiği performans nefes kesici. Sadece profesyoneller gibi şakır şakır oynarken değil, performanslarının her anında mimikleri, bakışları, oyunculukları, dokunuşlarıyla birbirini tamamlayan kusursuz bir birliktelikleri var. Dikkat 16+ yaş sınır var.

“Sıfırla Bir Arasında”

Tüm yapıtlarında kurulu düzenin normlarını şiddetle eleştiren İngiliz oyun ve senaryo yazarı John James Osborne (1929-1994) 1956’da yazdığı, “Look Back in Anger / Öfke” ile hem yeni bir gerçekçi toplumsal bilinci sahneye taşır, hem de “öfkeli genç adamlar” diye anılan akıma öncülük eder. Ayşegül Tekin’in “Öfke” oyunundan hareketle yazdığı ve yönettiği “Sıfırla Bir Arasında” büyük kentin büyük bir apartmanının çatı katında geçen, şimdisini kaybetmiş bir kuşağın çocukları olarak her gün farklı cevaplar aradıkları büyük soruların içinde kaybolmuş, kendi duvarları arasında sıkışıp kalmış dört kişinin hikâyesini anlatan bir oyun., Kronolojinin bilinçli olarak kırıldığı zamanda atlamalarla ilerleyen, çağcıl, taptaze, yarlamayı aşan etkileyici bir yorum. Parlak sahnelemesi ve üst düzey takım oyunculuğu cabası.

“Kum Zambakları”

 Yeşim Özsoy’un yazdığı, Mark Levitas’ın yönettiği Kum Zambakları”, bir yandan yaşadığımız iklim krizinin doğa üzerinde yarattığı tahribatı hatırlatırken, diğer yandan tarih boyunca çözülemeyen, insanlığın kendisiyle ve kadın erkek ilişkisi üzerinden birbiriyle çatışmasını müthiş eğlenceli bir dille, hem gerçek, hem ironik, hem de şiirsel boyutlarıyla ele alan bir oyun. Özsoy’un ekolojik endişeleriyle, modern şehir hayatının içinde sıkışmış evli çiftin ilişkisini ustalıkla birbirine yedirerek bütünlüğe eriştiği oyunu Levitas, düşünsel boyut katiyen göz ardı etmeksizin, görselliğini de öne çıkararak sahneler..

“Şehirde Kimse Yokken”

Ahmet Sami Özbudak’ın sıra dışı karakterler ve sürprizlerle dolu olay örgüsünü, gerilim ve yer yer mizah ögeleriyle bezeli mistik bir anlatıyla aktaran “Şehirde Kimse Yokken”i felsefi ve psikolojik açılımlar içeren müthiş şiirsel bir metin. İki farklı anlatı büyük ustalıkla tek bir öyküye indirgenirken, masal ile meseli, hayal edilenle yaşanmış, gerçek ile gerçeküstü büyük başarıyla aynı potada eritilerek parçalıymış gibi başlayan oyun sonunda benzersiz bir bütünlüğe erişir. Çok iyi sahnelenmiş, çok iyi oynanmış, hem görsel hem düşünsel boyutuyla heyecan verici bir tiyatro yapımı.

“N’olcak bu Yusuf Umut’un hâli”

Hakan Emre Ünal ile Alis Çalışkan’ın yazdığı, Nezaket Erden ile Ayşe Draz’ın yönettiği “N’Olcak bu Yusuf Umut’un hâli”, Yusuf Umut’un tanımlayamadığı ama vaz da geçemediği özgürlüğün peşinde, çekyatlardan, kurallardan, sınırlardan kurtulma yolculuğunun öyküsü. Hakan Emre Ünal, seyircinin içini ısıtan gülümsemesiyle “Çok güzel ya…Çok güzel…” der demez, oyunu pandemi sonrası izleyici ile anlatıcı/oyuncu arasında interaktif bir özlem ve buluşma olayına dönüştürüyor, o olağanüstü sahne sempatisi ve bitmez tükenmez enerjisiyle çıktığı yolculuğa izleyici artık seyirci olarak değil yol arkadaşı olarak eşlik ediyor.

“Harika Şeyler Listesi” 

Duncan Macmillan’ın yazdığı “Harika Şeyler Listesi”,

6-7 yaşlarında bir çocuğun, annesi yaşamaya değer bir sebep bulamadığı için “aptalca bir şey yaparak” hastaneye kaldırıldığında başlar. İçgüdüsel olarak, annesini hayata bağlamak için yaşanmaya değen, dünyadaki en harika şeylerin listesini yapar.

Liste zaman içinde onun yaşamının her döneminde önemli olanları kayıt altına aldığı bir hatıra defterine dönüşür. Okul, üniversite, evlilik, ayrılık dönemlerinde destek veren liste, annesinin kaderini paylaşmaktan korktuğunda ruh sağlığını kazanmasına yardımcı olur.

Lerzan Pamir, intihar eğilimli depresyon gibi rahatsız edici bir konuyu, samimi ve müşfik bir tonlamayla, içten ve neşeli bir anlatımla ele alan başarılı metini izleyicilerin de aktif olarak katıldığı bir biçemle sahneye uyarlar. Bora Akkaş, ruhsal bozukluğun utanılacak bir şey olmadığını büyük samimiyet ve rahatlıkla seyirciyle tartıştığı benzersiz yorumunda izleyiciyle müthiş iletişim kurar.

“Ama”

Nadir Sönmez’in yazdığı, yönettiği, Öner ErkanEsme Madraİlda ÖzgürelEmrah Özdemir ve Büşra Albayrak’la birlikte rol aldığı “Ama”, İstanbul’un tiyatro, sinema ve sanat sektörlerinde yaşayanların profesyonel ve özel hayatlarına odaklanan, meslekleri, hayat görüşleri ve mahremiyetleri arasındaki ilişkiyi incelikle irdeleyen ilginç bir oyun. Yaratıcı insanların yaptıkları işlerin hayatlarına ve düşünme tarzlarına etkilerini, karakterlerin içsel tutarsızlıklarıyla çelişkilerini, cinsel kimlik tartışmalarını etkileyici bir mizahla açığa çıkarıyor.  Sönmez parlak metnini performans sanatına yakın tarzda, ham bir ışık altında, ses ve müzik efektleri olmaksızın, dekorsuz ve aksesuarsız boş bir alanda sahneleyerek izleyicinin oyuncuların sesine, diksiyonuna, minimal mimiklerine ve bedensel hareketlerine odaklanarak karakterlerin ilişkilerini ve tepkilerini tüm ayrıntılarıyla algılaması sağlanıyor.
Başta Rohmer olmak üzere, çok sayıda Fransız “auteur” sinemacı, karakterlerin uzun uzun konuştuğu olaysız ya da az olaylı diyalogları benzersiz sinemasal bir keyfe dönüştüren bir tarz yaratmışlardır. Nadir Sönmez’in ulaştığı kusursuza yakın ekip oyunculuğu büyük başarıyla, nerdeyse salt Fransız sinemasına has bu biçemi sahnelerimize ustalıkla aktarıyor.

Yeni sezonun yeni oyunlarında buluşmak üzere hepinize iyi seyirler dilerim.

Şalom

Paylaş.

Yazarın bütün yazıları için: Erdoğan Mitrani

Yanıtla