Bir Tatlı Kaşığı Çamur

Pinterest LinkedIn Tumblr +

[Ayşen Güven’in 10 aralık cumartesi günü Gazete Duvar’da yayımlanan yazısını takipçilerimizle paylaşıyoruz.] “Bir Tatlı Kaşığı Çamur”un “şehir merkezinin” mutfak olması birçok şekilde tınlıyor. Kadının üzerindeki tahakkümü böyle anlatan bir oyunda sırlarımızın mekânı mutfak, kapılarını ardına kadar açıyor.

“Bir Tatlı Kaşığı Çamur”, sihirli bir oyun. Ama büyüsünü yalanlardan, masallardan, hurafelerden almıyor; gerçeklerden, kadınların en dip köşesinden alıyor. Küçücük davranıyor, minik adımlarla kuruyor sahneyi. Gelgelelim koca bir dünya anlatıyor; kadının evlerden, odalardan, mutfaklardan, dahası tüm kalıplarından taşışını anlatıyor. Asla yalnız yürümediğimizi hatırlatıyor, yeniden kalabalık kılıyor her birimizi.

26.İstanbul Tiyatro Festivali sona erdi ancak prömiyerini orada yapan “Bir Tatlı Kaşığı Çamur”u size anlatmayı, yaldır yaldır oynamaya devam ettikleri için sonrasına bıraktım. Elif Candan’ın yazdığı, Fiziksel Tiyatro Araştırmaları Topluluğu’nun kurucularından Pınar Akkuzu’nun ise yönetmenliğini üstlendiği, Nushu Tiyatro ve Echoes Sahne ortaklığıyla hayat bulan oyun, konusu kadar sahnelemesi üzerine de bolca konuşma istediği uyandırıyor.

Festivalin “Bu İşte Bir Kadın Var” bölümündeki üç oyundan “Bir Tatlı Kaşığı Çamur”, 19. İstanbul Tiyatro Festivali’nde düzenlenen oyun yazarlığı atölyesinde okuması yapıldıktan tam sekiz yıl sonra prömiyerini yine festivalde yapmış oldu. Lakin “Bu İşte Bir Kadın Var” başlığının içime sinmediğini de bu vesileyle paylaşmak istiyorum. Kuşkusuz her işte bir kadın var, altını bu kadar koyu çizince anlaşılmadığını düşünüyorum. Endemik değil artık imzalarımız takdir edersiniz ki, bu tip organizasyonların kadın çalışmalarının öne çıkarılması niyetiyle de olsa kendilerini daha yaratıcı ifade etmesi gerektiğini düşünüyorum.

Kapa parantez. Oyundan devam edersem; aynı anda hem mutfağa hapsolmuş hem oraya sığınmış 40 yaşlarında kadınlar görüyoruz sahnede. Onların hayatını ve sırlarını açığa çıkaran, yabancılaşma yaratan, bu haliyle de dramayı dağıtan bir dış ses eşlik ediyor oyuna. Dış ses oyuna bir kadın programı tonu da ekliyor. Hani olur ya tam ağlayacakken asabın bozulur da kocaman gülmeye başlarsın, işte psikolog edalı dış ses o geçişi çok iyi sağlıyor. Bu sesten gelen sorular, çipil çipil bakan iki kadına kardeşlerini, okul hayatlarını, çocukluklarını, annelerini –ki kadınların anneleri ya yük ya yara ya özlemdir bence ama hepsi de eksiktir–, eşlerini, günlerini nasıl geçirdiklerini, âşık olup olmadıklarını soruyor. Ömürlerinin yastık altını, kalplerinin diğer tarafını görünür kılıyor bu sorular. Kendi gözlerinden bile kaçarak yaşamaya bir an ara veriyorlar sanki.

Bir hanede olduğumuzu düşündüren, beyaz perdeler asılmış gibi düzenlenmiş iki pencere, oyun boyunca ışığın ve bilinçli belirlenmiş gölgelerin gücüyle mutfaktaki kadının renk renk öfkesini, korkusunu, aşkını, hayal kırıklığını, bastırılan düşüncelerini, kısılan sesini açığa çıkarıyor. Dış sesin sorularını sorduğu anlarda, şaşkınlıklarda, hüzünlerde her duygu geçişinde başka bir renk alarak rol yapıyor ışık da. Kasvetli zamanlar gri oluyor örneğin, şaşkınlıklar sarıydı galiba. Hem sese hem sessizliğe eşlik ediyor. O gölgeler oyuna sesini duymadığımız başka karakterler ekliyor. Bazen birbirine adeta iple bağlanmış iki insan beliriyor perdelerde, birbirini sürükleyen belki de. Bazen iki kadının ardına bir sürü gölge kadın yansıyor, evin perdesi kalabalıklaşıyor. Tıpkı mutfaktan son çıkıştaki, sonra sokaktaki, birlikte yürüdüğümüz 25 Kasımlar, 8 Martlar gibi.

Coşkumun kaynaklarını biraz daha kazıyorum. Oyundaki pencerelere paralel kimi mutfak eşyaları görüyoruz sahnede; kepçe, mutfak önlüğü, çırpıcı, geniş bir kâse, efendime söyleyeyim kırmızı mutfak eldiveni… Ve sonradan anlamlandıracağımız kelebek kanatları… Üç günlük ömrü olan güzel kelebekler mi dersiniz, bir özgürlük uçuşu mu? Seyredince siz karar verirsiniz. (Yazının devamını buraya tıklayınız…)

Paylaş.

Yazarın bütün yazıları için: Hüseyin (Yönetici)

Yanıtla