Cehalet, Şiddet ve Ötesi

Pinterest LinkedIn Tumblr +

Dikmen Gürün

Son günlerde bu ülkede yaşananlar salt “cehalet” kaynaklı mıdır? Siyasetle bir ilintisi yok mudur? Bir kısım insanlar “münferit” bir vaka olarak ele almaya yeltenmiyorlar mı İsmailağa tarikatı ve uzantısı Hiranur Vakfı’nda yaşanan iğrençlikleri?

Altı yaşında bir kız çocuğunun, ailesi tarafından yine bu vakfın müritlerinden bir genç adamın koynuna sokulması nasıl bir mantık silsilesi sonucudur? Aslında mantık filan değildir burada söz konusu olan; bir yönüyle cehalet, bir yönüyle siyaset, bir diğer yönüyle şiddettir… İlk midir bu ve benzeri olaylar? Hayır… Son mu olacaktır? Hayır… Peki, nerede bu ülkenin hâkimleri, savcıları? Nerede hukuk? Nerede adalet sistemi? Nerede milli eğitim bakanı? Eğitimcileri nerede?

Ne güzel söylemiş Milli Eğitim Bakanı Hasan Âli Yücel 16 Mart 1946’da: “Eğitim ve kültür hayatımızın akışını takip etmekte uğranılan güçlükleri, bununla uğraşanlar çok iyi bilirler… Hatırasız şuur, hafızasız, hele ileriye doğru bakış mümkün olamayacağı için, hiçbir olayı bilgimizin aydınlığından kaçırmamak zorundayız…” Her şeyden önce, insana insan olduğunu öğretmesi gereken eğitim sisteminin bilinçli olarak zaafa uğratılması değil midir bu çarpıklıkların temel nedeni?

ŞİDDET VE BASKI KUŞATMASI

Şiddet ve baskı dört bir yanımızı sarmış durumda. Böylesi bir kaosun ortasında; tarikatlarda ırzına geçilen, istismara uğrayan çocuklar, ölen, öldürülen, intihar eden çocuklar… Sadece onlar mı şiddet ve cehalet kurbanları? Kadınlar; gencecik kadınlar, analar, çocuk yaşta ana olan masum kızlar, kızanlar… Cinsel tercihleri nedeniyle hayatları zindan edilenler de bu topraklarda doğmuş olmanın acısını en yoğun şekilde çekmiyorlar mı? İşkencenin her türlüsüne maruz kalarak korku içinde soluk alıp veren hayvanlar ise yaşama haklarından hepten mahrumlar. Nasıl bir faşizan sistemdir bu? Nasıl bu hale geldi bu güzelim ülke? Nasıl ve neden?

İngiliz oyun yazarı Edward Bond“Yönetenlere baktığımızda şiddetin sokaklara taşmasını beklemek olağandır” der, “Kurtarılmış” (“Saved”) adlı oyununun önsözünde. Yazarın altını çizmek istediği husus, sağlam bir toplumsal düzenin koşulları olan ekonomik ve sosyal altyapıların gelişmediği, geliştirilmediği toplumlarda, cehalet ve şiddetin her daim iç içe olduğudur. Ve Bond’a göre, böyle bir sistem bilgiye karşı savaşarak cehaleti besleyerek çöküşü hızlandıracaktır. Bond’un bu saptaması bizde yaşananların da nedenlerini ortaya koymaktadır sanki…

‘ŞEHVETE HOŞGÖRÜ’

Bir yandan Bond’un söylemleriyle hesaplaşırken, öte yandan Belçikalı koreograf ve performans sanatçısı Jan Fabre’a dönüyorum yüzümü. Evet, sanatın gücü her yerde ve her alanda gösteriyor kendini… Fabre, “Şehvete Hoşgörü” (Orgy of Tolerance) adlı yapıtında “özgürlük” ve “hoşgörü” kavramlarını sorguluyor. Düzeni sınır tanımaz bakışlarıyla irdeliyor. Sistemin oluşturduğu uçurumlarla sürekli hesaplaşma halinde. Sinema ve tiyatro eleştirmeni Antoine de Baecque de Fabre’ın çalışmalarından hareketle, yaşamlarımızın aşırılıklarla ve bu aşırılıklar içinde şiddetle çevrelenmiş olduğunu vurguluyor. Katılmamak imkânsız. Zaten, hele de son yıllarda öylesine güçlü yaşamaktayız ki şiddet üstüne çeşitlemeleri… Jan Fabre, toplumdaki hızlı dönüşümleri bir tür üretim-tüketim çarkı içinde ele alırken sürece din sömürüsünü de katar. Dinin bir silah, bir sömürü aracı olarak kullanıldığında gelinebilecek tehlikeli noktaları tartışmaya açar. “Şehvete Hoşgörü”yü, Fabre, “gaz pedalına hızla basan ve dünyayı duvara çarpan bir gösteri” olarak değerlendirir. Türkiye’de şu son 20 yılda yaşananlara bakınca ortaya çıkan resim kuşkusuz ki farklı değildir. Sonuçta, sahne üstündeki böylesi güçlü sorgulamalar suskunluklara yönelik sert eleştirileri de ortaya koyuyor.

Cumhuriyet

Paylaş.

Yazarın bütün yazıları için: Dikmen Gürün

Yanıtla