Tepeden Tırnağa Şiir Gülleri

Pinterest LinkedIn Tumblr +

Hakkı Yüksel

Kaybettik. Ve kaybolduk. Dar, uzun, karanlık yollarda nereye gideceğimizi bilmeden koşuyoruz. Çıkmaz sokaklara rastladıkça umutsuzlaşıyor, soluklanacak yerler arıyoruz. Sonra derin bir nefes… Ve koşuya devam… Bu koşunun sonu yok. Dizlerimizde derman kalsın da hep koşalım zaten. Ama dermansız kaldığımız da oluyor bazen. İşte böyle zamanlarda aşkı, umudu, cesareti ve gücü anımsatan Nazım’ın şiirlerine ihtiyaç duyuyoruz.

Mutsuz bahar aylarının ardındaki umutsuz 2023 yazında, İBB tarafından restore edilen Anadolu Hisarı’nda, Genco Erkal’ın yönetimindeki “Yaşamaya Dair” adlı oyunun gösterileceğini duydum.  Genco Erkal ve Tülay Günal’ı izleme fırsatını kaçırmak istemediğim ve Nazım Hikmet’in şiirlerinin nasıl oyunlaştırıldığını merak ettiğim için hemen biletimi aldım.

Nazım Hikmet’in ölümünün 50. yıl dönümü anısına, 2013’te Genco Erkal tarafından uyarlanıp sahnelenen oyunun 2023’te seçimden henüz çıkmış, deprem afetinin açık yaralarını hâlâ iyileştirememiş, büyük bir ekonomik krizin içindeki yorgun Türkiye’de yeniden sahneleniyor olmasını anlamlı buluyorum. Çünkü Nazım Hikmet’in Cumhuriyet’in 100. yılına da söyleyeceği şeyler olmalı. Vaktinde söyleyip yazdıkları, izleyici önünde tekrarlandığında yeni anlamlar üreteceği ortada.

Oyunda yalın bir dekor düzeni mevcuttu. Sahnenin solunda minberi andıran basamaklı bir yapı ve birkaç sandalye dışında dekor diyebileceğimiz başka bir unsur bulunmamaktaydı. Saat 21’di. Oyun, simsiyah ve gayet zarif duran elbisesiyle Tülay Günal’ın “Saat 21” diye başlayan kısa repliğiyle yıldızlı bir göğün altında, Hisar’ın ortasında açıldı. Piraye için yazılmış saat 21-22 şiirleriyle başlayan oyun, şairin Bursa Cezaevi’nde Piraye Hanım’a olan tutkusunu yansıtan ve sürgün yıllarında vatan hasretiyle kaleme aldığı diğer toplumcu gerçekçi şiirleri ile devam etti. Piyano ve viyolonsel eşliğinde şairin bestelenmiş şiirlerine de yer verildi. Tülay Günal genelde güzel sesiyle bestelenmiş şiirleri söylerken Genco Erkal tüm coşkusuyla Nazım’ın hayranlık uyandıran mısralarına can kattı. Genco Erkal da tıpkı Tülay Günal gibi siyahlar içindeydi. Kostüm seçimi bir matem havasını yansıtıyordu. Dekor olarak kullanılan basamaklı yapı, toplumcu gerçekçi şiirde hâkim olan hitabet üslubunu vurgular nitelikte oyuncular tarafından başarılı bir şekilde kullanıldı. Tülay Günal’ın gösteriyi oyunsulaştıran birkaç numarası da (kar dökülmesi gibi) yine bu basamaklı yapının üstünden gerçekleşti. Oyuncular aynı uzamda bulunsa da birbirinden uzak iki aşığı canlandırdıklarından oyunun sonuna dek birbirlerine bakmadan seyirciye dönük bir şekilde rollerini icra ettiler.

Şiir ve müzik dengeli bir dağılım gösterdiğinden gösterinin ritminin düşük olduğu söylenemez. Ancak buna rağmen izlediğimiz şey bir tiyatro oyunundan ziyade bir şiir dinletisi formatında olduğundan akıcılığı sorgulanabilir. Şiirler tarih akışına uygun şekilde seçilip düzenlenmiş. Fakat Nazım Hikmet’in şiirsel metinlerine büyük bir sadakatle bağlı kalınmış ve bu şiirlerin sahneye adaptasyonunda hiçbir yeni düzenleme yapılmamış. Oyun boyunca sahnedeki başarılı oyuncuların mizansenleriyle rol kişilerini görebiliyoruz. Fakat bu metin başka iki oyuncu tarafından canlandırılsaydı, izlediğim gösteri herhangi bir okulun yıl sonu gösterisinde sunduğu şiir dinletisine dönüşebilirdi.  “Tepeden tırnağa şiir gülleri” diye tanımlayabileceğim oyunun dikeni de sanırım bu durum olsa gerek. Ve bu dikenler de başı sonu olan dramatik bir kurguya daha aşina alımlayıcıyı yadırgatmaya yetiyor.

1969’dan bu yana faaliyet gösteren Genco Erkal’ın kurduğu Dostlar Tiyatrosu topluluğu, göstermeci biçimi benimseyen ve belgesel tiyatronun araçlarını kullanan başarılı prodüksiyonlarıyla ön plana çıkmıştır. “Yaşamaya Dair”de de belgesel tiyatronun nimetleriyle Nazım Hikmet mısralarını günümüzden okumanın ne anlama gelebileceği seyirci önünde tartışılabilirdi.

Oyun boyunca şiirlerin tüm hissiyatını seyirciye aktaran mimikleri, duygulu ses tonu ve bedenini kullanımındaki başarısıyla Genco Erkal, Nazım Hikmet’i ne kadar içselleştirdiğini bir kez daha ortaya koydu. Tülay Gülay’ın insanın yüreğini titreten sesinden dinlediğimiz şarkılar, duygulu oyunculuğu, Genco Erkal’la paslaşması ve uyumu da takdire şayandı. Oyun birçok kez seyirci alkışlarıyla kesildi. Bu alkışlar hem sahnedeki başarılı oyunculara hem de Nazım Hikmet’eydi şüphesiz. En çok alkış alan şiir de “Vatan Haini” oldu.

Vatan çiftliklerinizse/ kasalarınız ve çek defterlerinizin içindekilerse vatan/ Vatan şose boylarında gebermekse açlıktan/ Vatan soğukta it gibi titremek ve sıtmadan kıvranmaksa yazın/ Fabrikalarda al kanımızı içmekse vatan/ Polis copuysa, Amerikan donanması, topuysa/ Yazın üç sütun üstüne kapkara haykıran puntolarla: Nazım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ!” diyordu Nazım şiirinde. “Amerikan emperyalizminin yarı sömürgesiyiz.” dedi diye kendi için bir Ankara gazetesine atılmış “Vatan Haini” manşetine binaen yazmıştı bu şiirini. Siyasi konjonktürü düşündüğümüzde ne acayip bir durum!.. Kaleme alınmasından bu yana yarım asırdan fazla geçen bu şiirin hâlâ geçerli oluşuna, bu değişmemişliğe üzülüyor insan. Muktedirin korunaklı sınırlarını ihlal eden en ufak bir muhalefetin cezası toplum nezdinde terörize edilmek ve ötekileştirilmek oluyor. Nazım Hikmet’in de başına gelen bu durumun günümüzle ilişkiselliğinin ve şairin diğer mısralarının 2023’te yankılandığında coşkuyla karşılanıyor oluşunun nedenlerinin sahne bağlamında daha görünür hâle getirilmesi gösteriyi daha yukarılara taşıyabilirdi.

Şiirlerin duygularına uygun şekilde değişen ışık kullanımının da yaklaşık 80 dakika süren gösteri içinde ayrı bir büyü yarattığı söylenebilir. Sırtını tamamen edebiyata ve usta oyuncuların sahne performanslarına yaslamayan bir uyarlama, alımlayıcı açısından çok daha büyük heyecanlara gebe olabilirdi. Yine de oyun sonunda yüzler gülüyordu. Çünkü iki başarılı oyuncu, edebiyatın aydınlatıcı gücüyle bizi sıkıştığımız sokaklardan çıkarabilmek için debelenmişti. Nazım Hikmet’in şiirleri karanlık bulutlarımızı dağıtmış, umut meşalemizi yeniden alevlendirmişti. Çıkmaz sokaklarda kaybolmuşlara şöyle sesleniyordu Nazım: “Hey, nerden geçelim? Yalnayak koşarak devlerin geçtiği yerden geçelim. Doldurun çocuklar, doldurun içelim. Dostların arasındayız! Güneşin sofrasındayız!” Her şeyi kaybetsek bile güneşli günler görebilmek için inancımızı hiçbir zaman kaybetmemek dileğiyle…

Paylaş.

Yazarın bütün yazıları için: Hakkı Yüksel

Yanıtla