On Soruluk Sohbetler 96: Sofia Dias & Vitor Roriz

Pinterest LinkedIn Tumblr +

Mehmet K. Özel

Performansın özü sizce nedir?
Öncelikle belirtmek lazım ki, hem genel hem de aynı zamanda derin olan sorulara cevap verme konusunda özel bir yeteneğimiz yok. Üstelik bu kadar kısa bir sürede bu daha da zor. Bu tür sorulara verdiğimiz cevapların çoğu genellikle basmakalıp. Söyleyecek bir şeylerimizin olduğu yer (herkesten biraz farklı olabilir) performatif çalışmalarımızın içinde mevcut. Hatta orada bile tam nedir bilmiyoruz. Şimdi bunları aradan çıkardığımıza göre artık başlayabiliriz. Geçmişte, görevimizin bir gerçekliği değiştirmek veya sürdürmek değil, belli hisler, duygular veya fikirler için henüz bulunmamış ‘imgeleri’ bulmak anlamında, o gerçekliği ortaya çıkarmak olduğunu söylerdik. Bir metin veya şiir okurken, “ah, tam olarak hissettiğim şey buydu ama henüz kelimelerini bulamamıştım” dediğiniz anı düşünün. İşte, çalışmalarımızda sadece hissettiğimiz ama henüz her biri için kelimelerimiz, jestlerimiz veya imgelerimizin olmadığı şeylere biçimler bulmaya çalışıyoruz, ama her biri için hala kelimelerimiz veya jestlerimiz veya imgelerimiz yok. Bunu söyledikten sonra bu da kulağa çok basmakalıp geliyor. Klişelerden kaçınmak çok zor. Şiir, yazılı dilde bu sorunu harika bir şekilde ele alıyor. Klişelerden uzaklaşmak, otantiklik olarak tanımladığımız şey için gerekli bir arayış. Belki de performanslarımızda aradığımız şey ve diğer sanatçıların performanslarını izlerken bizi harekete geçiren şey de bu. Biraz saf ve romantik, öyle değil mi? O halde, sadece oyunu oynamak için sorunuzu basit ve cesur bir fikirle cevaplamak gerekirse: bizim için performansın özü otantiklik. Ama “öz” kelimesi o kadar rahatsız edici bir kelime ki, çünkü özünde bizler birçok yüzeysellikten oluşuyoruz. Neyse, hadi bir sonraki soruya geçelim.
© Joana Linda
Sanatın dönüştürücü gücüne inanıyor musunuz? Nasıl?
Eğer “sanatın dönüştürücü gücüne” inanmıyor olsaydık, yaptığımız şeyi yapıyor olmazdık. Öncelikle sanat tarafından dönüştürüldük ve hâlâ dönüştürülüyoruz. Performatif çalışmalarımızdan bahsetmiyoruz, yıllardır kendimizi içinde bulma ayrıcalığına sahip olduğumuz sanattan bahsediyoruz. Ona erişimimiz olmasaydı, tamamen farklı insanlar olurduk. Sanat zihnimizi değiştirir, ifade edilemeyen veya henüz ifade edilmemiş olanı ifade etme yeteneğine sahip olduğu için güçlü ve tehlikeli bir araçtır. Bizim varlığımızın bilinmeyen ve gizemli taraflarıyla bağlantı kurmamızı sağlar. Rüyalarımızın ve kim olduğumuzun bir yansımasıdır -ki bazen bu yansıma dayanılmaz olabilir. Geleneklere meydan okur, ama onları sürdürmek için de kullanılabilir. Sanat o kadar güçlü bir araçtır ki, tüm siyasi sistemler onu kontrol etmeye çalışır. Kapitalizm, onu piyasa kurallarına tabi kılmaya çalışır. Otoriter sistemler, onu ulusal geleneklere indirgemeye veya propaganda aracı olarak kullanmaya çalışırlar. Görüyorsunuz, ilk soruda klişelerden bahsediyorduk ve ikinci sorunun cevabına başlarken de böyle bir klişeyle başlıyoruz: eğer sanatın dönüştürücü gücü için olmasa, yaptığımız şeyi yapıyor olmazdık. Belki de, yaptığımızın nedenleri çok daha sıradan ve kahramanlıkla uzak.
 
Bir iş üretirken hangi kaynaklardan beslenir, nelerden ilham alırsınız? Rüyalarınızın işlerinizde etkisi olur mu? 
İlham kaynaklarımız… Hangi unsurlar, sıradanlığın arasından farklı bir şeyler görmemize olanak sağlayacak çatlaklar açıyor? Yaptıklarımızı sürdürmemizi, inancımızı devam ettirmemizi sağlayan şey nedir? Ümitsizlikle dolu (bugünü tanımlamak için kullanabileceğimiz bütün diğer klişeleri de düşünün) bir dünyada nefes almamızı sağlayan şey nedir? Birçok insan gibi, delirmeden yaşamaya devam etmemizi sağlayan ilham kaynağı, aynı zamanda işlerimizi etkileyen ve yönlendiren şey. Ve bu Sanat ve diğer sanatçılar. Ancak daha spesifik olmamız gerektiğini biliyoruz. Bir süredir birlikte çalıştığımız için, her proje, önceki bir projenin devamı veya ondan kopuş gibi bir şey. Her yaratıcı sürecin başında, neyin devam edeceği, duracağı, yeniden icat edileceği ve şimdiye kadar yapmadığımız ama yapmak istediğimiz şeyin ne olduğu hakkında konuşuyoruz. Kendi çalışmamız etrafında yürüttüğümüz bu otofajik diyalogun yanı sıra, dünyada bu anda neyin söylenmesi gerektiğini anlamaya çalışırız. Bu oldukça geniş bir soru teşkil eder. Dünyanın daha fazla soyutlama, öznelcilik, empatiye ihtiyacı var gibi basit cevaplara ulaşabiliriz. Aynı zamanda, bir film sahnesi, bir resim, bir kişinin konuşma veya yürüme tarzı, felsefi bir metin veya bir psikoloji makalesi gibi birçok referans veya ilhâm kaynağı toplarız ki yapıtın zihinsel haritasını oluşturmaya yardımcı olan birçok unsuru bir araya getirelim. Bu ilhâm kaynakları ağını oluşturduktan sonra stüdyoya gideriz ve bir süre sonra her şeyi unuturuz. Sadece birlikte olmanın keyfini çıkarmak üzere doğaçlamalar yaparız ve ardından başka malzemeler türeten ve daha önce düşünmediğimiz diğer referansları ve ilhâm kaynaklarını hatırlamamıza yol açan performatif malzemeler bulmaya başlarız. Süreç boyunca, bir tür gizem için savaş veren bir aile veya topluluğun bir parçası gibi hissetmek için diğer sanat eserleriyle örtük bir diyalog sürdürmeye çalışıyoruz. Sanki yatıp rüya görüyormuşuz gibi savaşıyoruz. Metaforik olarak söyleyecek olursak, rüya görmek çok önemli. Pratik olarak da süreçlerimizde bir rol oynuyor. Uzun süredir bilinçli zihnimizden nasıl kaçabileceğimizle ilgileniyoruz. Rüyalar, “Ben” in bir parantezi gibidir. Ayakta rüya görmek de bir tür varoluş hali veya performatif durum olabilir. Yaratıcı akış olarak bilinen bir kapsayıcı psikososyal durum içindeyken de, birçok farklı ve beklenmedik bağlantının ortaya çıkmasına izin veren bir tür ayakta rüya görmektesinizdir. İşte bu nedenle birlikte çalışmayı seviyoruz. Doğaçlama yaparken ve bahsi geçen yaratıcı akışa ulaştığımızda, yaptığımızın hiçbirimize ait olmadığını ama aramızda ortaya çıktığını hissediyoruz. Bu gerçekleştiğinde, önceden ilhâm kaynağı olarak topladığımız tüm malzemeler, beklenmedik şekillerde birleşmeye başlıyor ve merkezi şeyler periferiye ait şeylere, periferiye ait şeyler merkezi şeylere dönüşüyor.
 
Eğer zaten halihazırda bir adı yoksa, üzerinde çalışmakta olduğunuz yapıta adını vermeye ne zaman karar verirsiniz?
Bir isim bulmak bizim için kolay değil. Bazen bir süreç başlamadan önce bir isim oluyor elimizde ve bu, performans için bazı fikirleri yoğunlaştıran bir tür leitmotif veya bir motto olarak işlev görüyor. Diğer zamanlarda ise ismi süreç sırasında buluyoruz ve yaptığımız şey için aşikar bir isim olarak ortaya çıkabiliyor.
Bir yapıta bir isim vermenin en iyi zamanı, ilk veya ikinci seyircili gösterimden sonra olurdu. Bir yapıtın ne olduğunu, izleyiciyle paylaştığımızda anlıyoruz sadece. Yapıtın ismi, seyircinin performansla bağlantı kurması için ona verdiğiniz ilk anahtar gibi. Birçok kişi, etkilenmek istemedikleri için sadece gösteriden sonra özeti okur, ancak yapıt ile temasa geçmeden önce kesinlikle ismi okurlar. Bu nedenle, yapıta dair farklı perspektiflere izin veren ve aynı zamanda sadece öylesine olmayan, yeterince spesifik isimler bulmaya çalışıyoruz.
Bazı yapıtlarımızın isimlerinden memnun değiliz ve eğer mümkün olsaydı, o yapıtı her oynadığımızda ismini değiştirirdik. Aslında, bu bir proje için güzel bir konsept olurdu. Bir yapıtın ismini oynadığımız yerlere ve bağlamlara göre, o anda yapıt hakkındaki hislerimize göre değiştirdiğimizi hayal edin. Never Odd Or Even’ın İstanbul’da ne olacağını hayal edin? Ayrıca, seyircilerin izledikten sonra hangi ismi verdiklerini bilmek de ilginç olurdu.
 
Sanatınızı etkilediğini düşündüğünüz biri veya bir sanatçı var mı, varsa kim?
Bunu söyleyemeyiz! Saklanması gereken sırlar vardır. Bizi etkileyenler, ışığa çıktıklarında, aslında hiç var olmamış gibi kaybolma riski taşıyan gece yaratıkları gibi. Ama peki… bizi etkileyen birçok sanatçı ve insan var, düşünme şeklimizi değiştiren, çalışmamızda güçlü eğilimlere neden olanlar. Üzerimizdeki etkilerini saygıyla anmak üzere bazılarının adını verebilirdik ancak hava atarmışçasına isim vermenin adil olmadığını düşünüyoruz çünkü uzun uzun bizi neden ve nasıl etkilediklerini açıklamak gerekir. Ve sonunda sadece en aşikar olanları veya tanımlaması daha kolay olanları konuşurduk. Aslında bazen bir sanatçıdan veya bir kişiden ne kadar etkilendiğimizi ancak uzun bir süre sonra fark ediyoruz. “Etkilerin” işleyişi çizgisel veya ardışık değil. Garip bir şekilde, gerçekten bizi etkileyen şeylerin arkeolojisini yaptığımızda, birçok çocukluk referansı buluyoruz. Diğer yandan, kesinlikle birini unutacağımızı (muhtemelen daha önemli olanları) bilerek herkesi aynı seviyede tutmak için bir isim listesi yapabiliriz, işte: Beckett, Cassavetes, Rimbaud, Stuart, Herzog, Kiarostami, Jandek, Bessa-Luís, Saramago, Morizot, Sloterdijk, Klossowski, Rodrigues, Graham, Kelly, Myasaki, Anderson, Smith, Etchells, Burrows, Sebald, Crary, belki yeter… Bu biraz garip geliyor.
Bu güzel ve samimi sohbetin devamını okumak için tıklayın.
Paylaş.

Yazarın bütün yazıları için: Mehmet K. Özel

Yanıtla